Şuanda 408 konuk çevrimiçi
BugünBugün3411
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11135
Bu ayBu ay11135
ToplamToplam10479559
kapitalizm nereye: fantezi ve gerçek (5) PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Cuma, 28 Ekim 2011 18:13


Kapitalizmin tarihinde yaşanılan süreç, gerek sınıfsal saflaşmalar açısından gerekse kapitalizme -kendi merkezlerinde ve geri bıraktırılmış ülkelerde- sistem olarak kapitalizmi hedefleyen doğrudan/cephesel ve kitlesel tavır alışlar tarihin hiçbir döneminde böylesine net ve açık olarak tanık olunmadı. Deprem, yüzeye çok yakın… Bugün yaşanan artçı dalgalar kapitalizmi alt üst edecek büyük depremin habercileridir. “Fantezi ve gerçeğin” bundan önceki bölümlerinde kapitalizmi alt üst edecek depremin kapitalizmin içindeki çelişkilerden çıktığını, şimdiye dek kapitalizmin yaşadığı kriz ve bunalımların kapitalizmin “ baş ağrısı” olduğunu, ancak bu defa olayın çok farklı geliştiğini ve artık yaşanan bunalım ve krizin kapitalizmin“baş ağrısı” değil, “ kalp ağrısı” olduğunu ve kanserli yapının tedavisinin de mümkün olmayacağını belirtmiştik.  Sistem, çözülme ve dağılma sürecine girmiştir. İkibinli yılların başında Kapitalist merkezlerde yaşanan –Seatle, Roma, Cenova v.b- kitlesel protesto eylemleri, eylemler dışında kalan kitleleri “ne oluyor” sorusuyla karşı karşıya getirmiştir. Eylemciler de bir yandan kitleselleşirken diğer yandan eylemin eğiticiliği ile taleplerini daha belirgin ve net olarak ortaya koymaya başlamışlardır. İki binli yılların başında kitleler vatandaşlık ilişkilerindeki yalan ve istismarı, vergilerin kaynaklarını ve kullanıldıkları yerleri, devletin sömürü mekanizmasının bir parçası ve mali sermayenin zor gücü ve baskı aracı, dev tekellerin tahsilatçısı olduğunu, parlamentoların sistemin sekreterleri olduğunu ve görünürde ülkede yaşayan halkın iradesini temsil ettiği yalanını sorgulamaya, kapitalizmin değerlerini ve yargılarını tartışmaya başlamıştır. Haklar ve özgürlükler, eşitlik ve adalet, yaşam hakkı sorgulanmış ve tartışılmıştır. Avrupada iki binli yılların başlarında boy veren kitlesel eylemler bu sorgulama ve tartışmanın ilk görünür biçimidir. Bugünkü eylemlerin farkı ise küresel kapitalizme, serbest piyasa ekonomisine ilişkin sosyalizm seçeneğinin kaçınılmazlığını ve zorunluluğunu açıkça olarak ortaya koymakla, ilk eylemlerden ayrılmaktadır. Burada sözünü ettiğimiz toplumsal hareketlilik, merkez kapitalist ülkeleri saran ve sarsan, gün geçtikçe kitleselleşen, büyüyen ve bütün kitlesel mücadele biçimlerini kullanan/ hayata geçiren antikapitalist nitelikli eylemlerdir. Hatta öyle ki, bu eylemlerin içeriğini magazinleştirmeyi pek seven burjuva medyası, eylem alanlarını da AB ülkeleri ve ABD ile sınırlı tutmaya, eylemin etkisini de küçümsemeye pek hevesli. Oysa görünen bu değildir ve eylem yalnızca merkez kapitalist ülkelerle sınırlı da değildir. Şilideki öğrenci-işçi eylemleri, eski Sovyetlerdeki komünistlerin yeniden alanlara dönmesi, Brezilyadaki işçi işgalleri, İrlandadaki sokak gösterileri, Güney Koredeki öğrenci-işçi eylemleri, kaynayan Filipinler ve Malezya, homurdanan Japonya emekçilerinin sistem karşıtı eylemleri bilinçli olarak gözden kaçırılmaya çalışılmaktadır. Ortalama bilinçli bir insanın olayların gelişiminden gözlediği şudur: Burjuvazi bilinç karatmaktadır. Küresel kapitalizmin/Mali sermayenin düzenlediği, kışkırttığı ve bütün olanaklarını seferber ederek organize ettiği, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesinin bir parçası olan“Arap Baharı” denilen ucube ile antikapitalist nitelikli eylemleri yan yana koyarak sisteme dahil etmek için örgütlediği Arap dünyasındaki eylemlerle, sisteme karşı sokaklara dökülen ve açıkça sosyalizmi talep eden anti kapitalist eylemleri aynı potada göstermeye çalışmaktadır. “Arap Baharı” denilen gösterilere sempatiye yaklaşan burjuva medyası, antikapitalist eylemleri ve eylemcileri adeta burun kıvırarak küçümsemektedir ve değişmez alışkanlığı ile eylemcileri “anarşist ve teröristlikle” itham etmektedir. Kısacası, burjuvazi eylemlerin içeriğini sabote etmek ve küçümsemek için harekete geçmiştir. Birbiriyle zamandaş olan iki ayrı coğrafyada meydana gelen eylemlerin arasındaki kalın çizgiyi doğru kavramak gerekir. Emperyalist/Kapitalizmin orta doğuya müdahalesi sömürü alanlarının ve sömürü biçiminin yeniden düzenlenmesidir. Bu ülkelerin işgalinin adı da kendi dillerinde bu ülkeleri insan hakları ve demokrasi götürmektir. Orta Doğunun “teneke diktatörlerle” yönetildiğini elbette yadsıyacak değiliz. Arap ülkeleri yönetimlerinin ortak yanı yönetimlerin dinsel referanslı olmalarıdır. Emperyalist kapitalizm bu ülkelerdeki yönetimlerin tasfiyesini ve bu ülke halklarını demokrasiyle tanıştıracağını” vaat etmektedir. Ancak, görülen o ki, Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri gibi katı şer’i kurallarla yönetilen ülke yönetimleriyle hiçbir sorunu olmadığı gibi, bu ülke diktatörlerinin yönetimlerine olanca desteği sağlayan emperyalistler, yeraltı zenginliklerini kamulaştıran, emperyalist tekellerin söz ve sömürüsünü kısıtlayan ve yine şer’i-dinsel yönetimlerle yönetilen İran’a diş bilemekte, Irakta Saddamı idam etmekte ve Libyada Kaddafiyi linç ettirerek öldürmektedir. Tahrir meydanını eylem alanına çeviren Mısırda “Müslüman kardeşler” yeni yönetimde dizginleri eline alırken ordu yönetime oturmuş, Tunusta yapılan seçimlerde seçimlerin galibi şeriatçı-dinci Enhud Partisi seçimin galibi olmuş, Libya’da  daha belirsizlik bile giderilmeden ayaklanmayı organize eden “Ulusal Geçiş Konseyi” yönetimin şeriat düzeni olacağını açıklamıştır. Emperyalist/Kapitalistlerin bundan asla rahatsız olacakları düşünülmelidir. Orta Doğunun diktatörlerinin bir kısmının alaşağı edilirken bir kısmının yönetimde sefa sürmelerinin destekçisi emperyalizm için demokrasinin de insan haklarının da ölçüsü “emperyalizme koşulsuz” teslimiyettir, emperyalizmin orta doğudaki çıkarları açısından nasıl bakıldığı, nasıl yaklaşıldığıdır. Bu olgu çerçevesinde Arap ülkeleri ayaklanmalarında esas faktör emperyalist ajanların organizatörlüğü, emperyalistlerin askeri ve mali sınırsız desteğidir. Elbette bu ülkelerde ayaklanmaya, gösterilere katılan insanların beklentileri itin birinin gidip diğerinin gelmesi değildir. Daha insanca bir yaşam, eşit yurttaşlık hakları, iş, sağlık güvencesi gibi taleplerle meydanları doldurdular. Bu doğrudur, ancak bir doğru daha vardır ki, neyi istemediğini bilmen kadar neyi istediğini ve nasıl yapacağını bilmen de bir o kadar önem taşımaktadır. Yoksa birileri sizin tepkilerinizi kendi çıkarları adına kendi kanallarına akıtır. Mısırda özgürlük istersiniz, tepenize ordu biner, Tunusta özgürlük istersiniz karşınızda dinci bir partinin iktidarını bulursunuz. Libyada, daha ilk gün ülkenin şeriatla yönetileceğinin ilanını duyarsınız… Sonuç olarak “Arap Baharı” denilen olgu emperyalizmin Büyük orta Doğu projesinin hayata geçirilmesidir ve ayaklanmanın bedelini ödeyen kitlelere yalnızca isyanda ölmek ve yaralanmak kalmıştır. Emperyalizm adına ölünmüştür, emperyalizm adına yaralanılmıştır. Oysa Kapitalist merkezlerde ve çevre/bağımlı kapitalist ülkelerdeki gösterilerin amacı nettir: “ Kapitalizm Defol”… Denilebilir ki, emperyalist merkezler ilk kez küresel boyutta sisteme karşı alternatifini yaratarak gelişen bir eylemle karşılaşıyorlar. Mali sermayenin beyni Wall Street ilk kez bir eylem alanına dönüşüyor… ABD li emperyalistler şaşkın… Bütün önlemleri polisin zorbalığından ibaret… Kararlı ve ısrarcı… Saygın Üniversitelerin profesörleri arka arkaya destek mesajları yayımlıyorlar… Yunanistan’da bütün emekçi halk aylardır sokakta… İrlanda kaynıyor… İtalya barut fıçısı… İngiltere, Fransa, Kuzey Avrupa, Asyanın Kapitalist ülkelerinde antikapitalist gösteriler ilk kez sınıfsal taleplerle örgütleniyor ve dayatıyorlar… Görünen o ki bu eylemler zengin ve karmaşık örgütlenme biçimleriyle daha da yaygılaşacak ve kitleselleşecek… Kimileri “68 ruhunun” dirildiğinden bahsetse de kanımızca 68 Avrupa eylemleri gençlik eylemleridir ve talepleri bu kadar net ve sınıfsal değildir. Eylemin sınıfsal bileşenleri açısından bakıldığında da, 68 eylemleri gibi eyleme damgasını vuran salt gençlik olmayıp, sütün emekçi kesimler eylem alanının içindedirler. Eylemler göz kamaştırıyor ve umut aşılıyor… Ya Sonrası? Bizce devimciler bu soruyu açıklıkla sormalı ve yanıtı aramalıdırlar… Bu ülkedeki eylemlerin hiç biri bir sınıf partisinin öncülüğünde örgütlenen eylemler değildir. Hemen hemen tümü kendiliğinden gelişen ve ansızın ateş topu gibi büyüyen, tehdit eden, cesaret aşılayan eylemlerdir. Eylemciler ne istediklerini biliyorlar… Sosyalizm… Peki, nasıl yapacaklarını da biliyorlar mı? Hayır. Görünen odur ki kapitalist ülke sosyalist/komünist partileri durağanlık çemberini kıramamıştır, değil kitlesel eylemleri örgütleme beceri ve yeteneğine sahip olmak, kendiliğinden gelişen eylemlere öncülük etme, hedef gösterme yeteneğinden de mahrumdurlar. Süreci kavrayamamışlardır ve kitle eylemlerinin gerisinde kalmışlardır. Öncülük etmek yerine artçı duruma düşmüşlerdir. Elbette izlenimlerimiz sonuçlara ilişkindir. Sebepleri mutlaka tartışılmalı ve artık kronikleşmiş sistemle parlamentolarda hesaplaşacağını sanan bu durağan sosyalist ve komünist sıfatlı partilerin sınıf mücadelesini yürütme/yönlendirme kudret ve iktidarında olmadığı görülmelidir. Sokağın militanlaşması karşısında üzerinden ölü toprağını atamayan bu partilerin ayrıca sistemle ne gibi bir sorunlarının olduğu da, daha doğrusu kapitalizmle bir sorunlarının olmadığı da artık anlaşılmalıdır. Oysa bu eylemlerin sosyalistlere komünistlere açıkça mesaja şudur: “Biz sokaktayız. Alanlarda Sınıf partisi olduğunu iddia edenleri göremiyoruz”. Yeniden düşünmeliyiz. Kitleleri örgütleyecek, öncülük edecek, hedef gösterecek bir sınıf partisi bu eylemlere öncülük etmediği sürece, korkarız bu eylemlerde saman alevi gibi sönüp gidecektir. Kapitalizmin “ebedilik”  fantezisi can çekişiyor, emekçi sınıflar kendi gerçeklerini arıyor. Gerçeği gösterecek, kavrayacak ve kavratacak bir sınıf partisi… Kısaca “Nasıl yapmalı” sorusunu gelecek yazımızda tartışmaya çalışacağız.