Şuanda 129 konuk çevrimiçi
BugünBugün3259
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10983
Bu ayBu ay10983
ToplamToplam10479407
"adil okay'la geçerken" (bir kitap, bir eleştiri) PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Salı, 01 Kasım 2011 19:23


Geçtiğimiz günlerde, Şehmuz Güzel  tarafından kaleme alınan ve Adil OKAY’ın anlatımlarından oluşan, ‘’ ADİL OKAY’LA GEÇERKEN’’ adlı  kitap Ütopya Yayınları’ndan piyasaya çıktı.

Adı geçen kitabın,  hazırlanıyor olduğu konusunda duyumlarım olmasına karşın, içeriği hakkında her hangi bir bilgiye sahip değildim. Genel anlamda, Adil OKAY arkadaşımızın anılarından kesitler olarak bir duyumdan ibaret olan kitap’ın yayınlandığını duyduğum zaman heyecanlanmıştım.

Adil Okay’ın, 12 Eylül öncesi dönemde, devrimci hareket içerisinde bir militan, daha da ötesi, aynı örgütsel yapı içerisinde bulunduğum bir hareketin militanı olması nedeniyle heyecanlanmıştım.

Kitap içerisinde, adı geçen bölgede, örgütsel yapımızın konumlanışı ve kimi olayların nasıl anlatılacağını dogrusu merak ediyordum.

Bilindiği gibi, bu site’de, 3,5 senedir örgütsel tarihimizin karanlık yönünü  deşifre ediyor, geleceğimizin bir kez daha karartılmaması için, kendi yapılanmamızın  nasıl ve kimler tarafından tasfiye edildiğini belgeleriyle  ortaya koyuyoruz.

Adil OKAY’ da, bu tarih içersinde mücadele etmiş  bir militan olarak, bu sitede anlatılan kimi  olaylara bizzat tanıklık edenlerden birisidir.  Kitap’ta, özellikle kendisiyle ilgili, yada,  bire bir yaşadığı kimi konuları, etraflıca anlatarak, tarihe kalıcı bir not düşeceğini düşünüyordum.

Adil Okay’ın anıları üzerine kurgulanan kitapta, Örgütümüzün Güney bölgesine ilişkin, bizlerin bilmediği, yada eksik bildiği bir takım olayların, kafalardaki kimi soru işaretlerini aydınlatacağı varsayımından hareketle bende uyanan beklenti, Kitabı okuduktan sonra düş kırıklığına dönüştü.

Yaşadığım düş kırıklığının nedenlerine geçmeden önce kimi genellemeler yapmak durumundayım.

Her kim olursa olsun, devrimci bir militan’ın, eylül öncesi ve eylül dönemine ilişkin anılarını kaleme alması durumunda, ondan beklenenin de,  sıradan ve herkesin yaşadığı kimi olayları üstün körü anlatarak geçmesi değil, anlatılan olayların neden ve sonuçlarıyla birlikte, anlatanın kendi gözlemlerini de ortaya koyarak değerlendirmesi ve sonuçlar çıkartarak, yada sonuçlar çıkartılmasına katkı sunabilecek ip uçları vererek, gelecek kuşaklar için bir  perspektif sunmasıdır.

Güney bölgesi ve Adana gibi bir il’de yaşanan örgütsel faaliyetlere ilişkin anılar kitaplaştırılıyorsa eğer, il’in tarihsel konumu ve ötesinde, bölge bazında yürütülen örgütsel faaliyetlerde bizzat yer almış, kişilerin de hak ettikleri biçimde anlatılarak anılması ve hatıralarının kalıcılaştırılması, mutlaka ama mutlaka gereklidir.

Dünyanın neresinde olursanız olun, militan bir mücadelenin, yerel bazda da olsa, anılarını kaleme alıyorsanız eğer, ben’i değil, biz’i öne çıkartarak anmak,anlatmak ve sunmak durumundasınız.

Militan bir mücadelenin tarih yazımında ( anı’lar bir yerde tarih yazımıdır) dikkat edilmesi gereken en önemli şey, benmerkezci bir yaklaşımdan titizlikle kaçınmaktır.

Anı türü yazımlarda, subjektif yönün, çoğu zaman öne çıkma riski taşıdığı bilinmektedir. Bu bakımdan, bu ve benzeri türden yazımların, objektif olup olmadığı konusu, çoğu zaman tartışmalı ve de kuşku yaratıcı olmuştur.

Kişi olarak istediğiniz kadar iyi niyetle hareket ederseniz edin, fark etmeyecek ve tarihçiler açısından, yazılanlara ilişkin kuşku hep var olacaktır.

Adil OKAY’ın anlatımlarıyla, Şehmuz GÜZEL tarafından kaleme alınan ‘’ADİL OKAY’LA GEÇERKEN’’adlı kitap’tan söz etmiyorum. Genelleme yapıyorum.

Böyle bir genellemeyi, adı geçen kitap için yapmam zaten mümkün değil. 

Şu nedenle mümkün değil.

Kitap da, Adil OKAY’ın anlatımları, kendisiyle sınırlı tutulmuştur. Adil Okay’ın mücadele ettiği bölgenin sosyal siyasal ve ekonomik konumundan söz edilmemiştir. Söz konusu bölgedeki sosyal katmanlarının siyasal konumlanışından da bahsedilmemiştir.

Adil OKAY, Adana sokaklarında dolaşan’’ tek tüfek bir militan’’ olarak sunulmuştur. Mücadele alanı olan bölgenin fotoğrafını çekerek okuyucunun önüne koymamışsanız eğer, militanın, o bölgede neden ve ne maksatla dolaştığını, neyi niçin yaptığını yada yapmak istediğini de okuyucuya anlatmakta zorlanırsınız.

Kitap yazarı M. Şehmuz GÜZEL’in, Adil OKAY’a sorması gereken son derece önemli sorular varken, sormayarak, asıl olanları gözden kaçırmış olduğunu öncelikle belirtmek durumundayım.

Aynı şekilde, Adil OKAY arkadaşımızın da, kitap yazarını bu yöne doğru çekerek sorular sormasının önünü açmamış, yada açmak istememiştir

Sözü uzatmadan söyleyeyim.

Adil OKAY’ın militan mücadele yürüttüğü bölgede, kendisinden önce, aynı mücadeleyi, aynı örgütsel yapı içersinde yürütmüş ve yürütmekte olan yoldaşları vardı.

Ali ÇAKMAKLI başta olmak üzere, Ahmet ÇOLAK vardı, Serdar SOYERĞİN vardı. Başkaları da vardı. Yüzlerce militan vardı.

Ali ÇAKMAKLI’nın adını atlayarak Güney bölgesindeki devrimci mücadeleden bahsedebilir misiniz?

Ali ÇAKMAKLI ve Ahmet ÇOLAK’ın adını atlayarak, Adana’daki devrimci tohumun serpilip yeşermesini anlatabilir misiniz?

Çukobirlik ve Bossa’yı anlatabilir misiniz?

Ali ÇAKMAKLI’nın adını anmadan anti- emperyalist bilincin Adana’ya serpilen tohumundan bahsedebilir misiniz?

Adana’da İNCİRLİK üssü vardır. Amerikan askerleri vardır. Amerikan askerlerinin Adana sokaklarında, Adana’nın gece hayatında her gün, dönemin gazete manşetlerine yansıyan rezillikleri vardı.

Bunlar vardı ve bugün yoklar. İncirlik üssündeki Amerikan askerleri artık Adana sokaklarında dolaşamıyorlar.

Adana sokaklarının Amerikan askerlerine yasaklanmasına neden olan eylemlerin Ali ÇAKMAKLI adıyla anıldığını söylemeden, bu il’de yürütülen militan mücadelenin tarihini objektif bir bakış acısıyla anlatmanız neredeyse imkansızlaşır.

Ali ÇAKMAKLI, Ahmet ÇOLAK, Sarı SERDAR ve yer yer Ahmet YEGENLER, Abdülkadir K’ların isimleri  atlanarak Adana’da yürütülen anti-faşist mücadeleyi anlatamazsınız.  

Kişisel bir mücadele yürütmüyor ve bireysel kaygılarınızdan hareketle devrimci mücadelenin içersinde yer almıyorsunuz, Örgütsel bir çabanın, eksikli de olsa önceden belirlenmiş bir stratejinin belirli bir kesitinde görev yapıyorsunuzdur. Hal böyle olunca, anlaşılır olmak için, dönemin, bir bütün olarak ele alınması ve bu bütünsellik içersindeki kendi konumunuzla ilgili bilgi vermek durumundasınız.

Genel bir bilgilendirme, yada değerlendirme yapmaksızın, sınırları son derece darlaştırılmış anıların, aynı kulvarın bir adım ötesinde, soluk soluğa mücadele eden yoldaşlarına karşı haksızlık yapılmış olunur.

Okuyucunun, Adil OKAY’a haksızlık yaptığımı düşünmesini elbette istemem, böyle bir niyetimin olmadığını, olamayacağını peşinen belirtmek durumundayım.

Adil OKAY’a  haksızlık yapmaktan öte, Ali ÇAKMAKLI’ya, Serdar SOYERGİN’e, Ahmet ÇOLAK’a ve bölgedeki diğer isimsiz militanlara haksızlık yapmayalım kaygısı taşıdığımı belirtmek durumundayım.

Profesyonel futbolcu, öğretmen ve profesyonel devrimci Ali Çakmaklı ismini atlayarak Adana’nın devrimci mücadele tarihini anlatmak mutlaka eksikli olmak durumundadır.

‘’ADİL OKAY’LA GEÇERKEN’’ kitabında, Ali ÇAKMAKLI isminin atlanmış olması, Adil OKAY’ın anıları da diyebileceğimiz bir kitapta hiç ama hiç olmaması gereken büyük bir eksikliktir. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum.

Adil OKAY’ın anılarında, Ali ÇAKMAKLI’nın hazin sonu mutlaka ama mutlaka, nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte anlatılmalı ve ACİLCİLER örgüt tarihindeki en büyük kırılma noktası olan bu cinayetin sorgulanmasına yer verilmeliydi demek istiyorum.

Kaldı ki, Adil OKAY, Ali ÇAKMAKLI cinayetini birebir yaşamış olan birkaç kişiden birisidir ve bu cinayetin nedenleri ve doğurdugu sonuçları, tüm yönleriyle sağlıklı bir biçimde yazabilecek durumdadır.

Ali ÇAKMAKLI cinayetinin kimler tarafından ve hangi maksatla planlanarak işlendiği/işletildiği, ACİLCİLER örgütünün bilinçli bir şekilde ve sinsi bir ‘’ustalık’’la adım adım  TASFİYE edildiğinin tarihidir.

Adı geçen kitap da Ali ÇAKMAKLI için,’’sol içi şiddet sonucu öldürüldü’’(sayfa153) deniliyor ve gerekçe olarak da, ‘’bizden ayrılmış HDÖ’ye katılmıştı, Malum o dönemler ayrılanlar tu kaka ilan ediliyordu. Bütün örgütlerde durum aynıydı. Biz de yani kadrolar ve sempatizanlar, sorgulamadan kabul ediyor ve hataları paylaşıyorduk. 12 eylül 1980 askeri darbesinden birkaç gün önce Antakya’ya gitmiştim.Darbe olunca sıkıştım orada. Sonra gazetede Ali ÇAKMAKLI’nın öldürüldüğünü öğrendim’’ (agk. sayfa 153)

Ali Çakmaklı cinayetini bu biçimde anlatmak gerçeklerle uyuşmamaktadır. Ali ÇAKMAKLI cinayetinin öncesi vardır.  Ali Çakmaklı’nın polis(!) olduğuna ilişkin, önceden yazılarak dağıtılan  Karanlık Adam’’ adlı uyduruk bir belge(!) vardır. Bu uyduruk belgeyi hazırlayanlar kimlerdi? Amaçları neydi?  Bunlardan söz edilmiyor. Bu cinayetin tüm kod’ları daha önce bu sitede tarafımızdan yazılmış ve Adil OKAY tarafından da çok iyi  bilinmesine karşın, ‘’ sol içi şiddet sonucu öldürüldü’’ denilerek tek bir cümle ile olayı geçiştirilmiştir.

Kitap’da, hapishanede yapılan bir ‘’çiğ köfte’nin hazırlanışı bile Ali ÇAKMAKLI olayından  çok daha fazla yer alabilmiştir.

Bir başka konu, Müntecep KESİCİ cinayeti...

Adil OKAY, anlatımlarında en önemli eksikliklerden bir diğeri de, Müntecep KESİCİ cinayeti’nin neredeyse yok sayılması ve cinayetin neden ve sonuçlarına ilişkin tek bir söz söylenmemesidir.

Tıpkı Ali ÇAKMAKLI cinayetinde olduğu gibi, ŞIH (Müntecep KESİCİ) cinayetinde de, Adil OKAY’ın söyleyecek pek çok sözü olmasına karşın susmayı tercih etmesidir.

Halbuki, Suriye’de, Mihrac URAL ve adamları tarafından öldürülen militan yoldaşımız Müntecep KESİCİ cinayeti Adil OKAY ile dolaylı değil, doğrudan ilgilidir.

Bir grup yoldaşıyla birlikte örgütünden ayrılan Adil OKAY ve Ahmet YEĞENLER’in Mihrac URAL ve adamları tarafından kaçırılıp, elleri ve ayakları bağlanarak tutuklanması, hakaret ve işkenceye maruz bırakılarak ölümle tehdit edildikleri duyumunu alan Müntecep KESİCİ’nin, Adil ve Ahmet’i   kurtarma  girişimi sırasında öldürülmüş olması, Adil OKAY anılarında yer almıyorsa eğer,Müntecep KESİCİ’ye büyük bir haksızlık yapılmış  demektir.

 Adı geçen kitap da, bu haksızlığı fark etmemek  mümkün mü?

Mihrac URAL ismi bu kitapta neden yok?

Sevgili Mehmet KOÇ, ölmeden önce yaptığımız söyleşiler sırasında,’’ benim için hazırlayacağınız bir kitapta Mihrac URAL ismini anmayın, o adamın adını, benim adımın yanına koymayın’’ demişti.

Adil OKAY kitabını okuduğum zaman, Mihrac URAl ismine rastlamadığım için Mehmet KOÇ’un sözleri aklıma geldi.

Adil OKAY’ın da aynı kaygılar nedeniyle bu ismi anmamış olacağını düşündüm. Kaldı ki, kendisi de, ‘’Bir kişinin ismini bu kitap da bilinçli olarak anmadım’’ derken aynı kişiden bahsettiği anlaşılıyor. Adil OKAY, karşılıklı sohbetlerimizde de bu sözü tekrarladı ve ‘’ Mihrac URAL ismini bu kitapta anmaya değer bulmadığını’’ söyledi.

İlk bakışta doğru bir tavır gibi görülmesine karşın, kitabın tamamını okudugumuz zaman, Mihrac URAL isminin bu kitap da anılmamış olması, Mihrac URAL adına sevindirici(!) olmuştur.

Ali ÇAKMAKLI ve Müntecep KESİCİ  isimlerinin geçtiği ve cinayetlerinden bahsedildiği bir yerde, Mihrac URAL ismi geçmiyorsa eğer. KATİL GİZLENİYOR demektir.

Adil OKAY, her ne kadar, ‘’ bu ismi anmaya değer bulmadıgını’’ söylerse söylesin, Mihrac URAL isminin, Ali ÇAKMAKLI ve Müntecep KESİCİ cinayetlerinin arkasındaki karanlık KATİL olduğunu bilmeyen mi var?

Sözünü ettiğim kitap bu anlamıyla da eksikli olmuştur.

Eksiklidir çünkü, Adil OKAY’ın anlatımlarıyla hazırlanmış olan bu kitapta örgütsel faaliyetler anlatılırken, örgütsel ayrılığın nedenlerine de değinilmemiştir.

Eylül darbesi ve fark edemediklerimiz.

Bir çoğumuzun, devrimci mücadelenin kitlesel kalkışma aşamasına geldiğini sandıgımız bir anda, 12 eylül askeri faşist darbesi ile karşı karşıya kaldık. Gücümüzün yenilmez olduğuna inandığımız  bir kesitte, ne kadar güçsüz olduğumuzu görmemize rağmen bunu kabullenemedik. Bugün bile kabullenmek istemiyoruz. Gerçekliğimizin farkında olsak bile, bunu açık açık dile getirmekten imtina ediyoruz.

Kabullendiğimiz an, eskinin yerine yeninin konulması ihtiyacının hasıl olacağının bilincinde olmamıza karşın, yeniye  ilişkin ciddi hiç bir söylemimiz de bulunmuyor. Alışkanlıklarımızdan vazgeçmemek için ayak diretiyor ve kalıplaşmış söylemleri tekrarlayıp durmakla işlerin yeniden kotarılacağını sanıyoruz. ‘’o güzel insanların, o güzel atlara binip, rüzgar gibi gittiğini’’ tekrarlayıp duruyoruz. ‘’Rüzgar’’ gibi gittiğini söylediğimiz insanların, hiç birinin menzile ulaşamadıklarını bilmemize karşın söylemiyor, söylemek istemiyoruz.

Rüzgar gibi gittiğini söyleyip tekrarladığımız güzel insanlarımızın  güzergahları üzerinde kurulmuş olan barikatlara takıldıklarını, hain pusulara düşürüldüklerini, aç susuz bırakılıp telef edildiklerini anlatmıyoruz. (Kitapta, Mihrac URAL gerçeğini anlatmadığımız gibi)

Herkesin bildiğini herkesten gizleyerek, o güzel atlara, yeni yeni güzel insanları bindirerek aynı güzergahtan yollayabileceğimizi sanıyoruz.

12 eylül öncesi devrimci Türk solu örgütlerinin, Tam 30 senedir bu çaba içersinde olmasına karşın, o güzel atlara bindirebileceği güzel insanlara güven veremediğini görüyoruz.

Türk solunun güzel atları bomboş dururken, gerçekliğinin farkına varıp, varmak istediği hedefin seyir defterini yeniden belirleyerek, eskilerini yenilemesini bilen, Kürt özgürlük hareketinin konvoyu dolup dolup taşıyor.

Ders çıkarmak, acı gerçekliğimizle yüzleşerek yenilenmek durumundayız.

Hep güzel insanlar olmadığımızı, hep rüzgar gibi gitmediğimizi kabullenmek, güzel olmayanları bulup yakalayarak yolda bırakmak ve güzel insanlarımızın yoluna kurulan hain tuzakları bertaraf ederek, pusu’ları kaldırıp, pusu kuranları da acımasızca deşifre ederek güzergahı temizlemek durumundayız.

12 Eylül dönemine ilişkin kitaplar yazılıyor. Film’ler çekiliyor,tiyatro oyunları sahneleniyor.Hepsinin ortak bir özelliği var ve gözden kaçmıyor. Ya masumiyet edebiyatı yapılıyor yada kahramanlık destanları söyleniyor.

Güzel insanların, o güzel atlara binip gittikleri söyleniyor. Nereye gittikleri konusunda tek bir söz söylenmiyor.

Gittiler deniyor. Gittiler diyenler bile, gidenlerin peşinde gitmek istemiyor. Duruyor ve gidenlere ağlıyor. Söylem ile eylem arasındaki mesafe aralandıkça çürüme başlıyor ve Türk soluna sirayet etmiş olan virüs, her geçen gün daha da ilerleyerek bünyeyi tahrip etmeye devam ediyor.

Anı yazmak, bu bakımdan önemlidir. Önemli bir işlevi yerine getireceğinden olsa gerek, sorumlulukla ve titizlikle ele alınmayı ve çok yönlü bir çabayla, mümkün olduğunca eksiksiz yazmayı zorunlu kılıyor.

’Adil Okay’la geçerken’’ adlı çalışma, bu bağlamda kendi emsalleri ile aynı eksikliği taşıyor. Daha da ötesi, asıl üzerinde durulması gereken konuları atlaması nedeniyle, emsallerinin bir kaç adım gerisinde kalıyor.

Anılar tarih içindir.

Anı’lar, tecrübe ve deneyler bütününün bir araya getirilerek, gelecek kuşaklara aktarılmak üzere hazırlanmış kültürel bir miras gibidir.  Böyle bir  miras’ın hazırlanması esnasında yapılan her yanlış, eksiklik, çarpıtma yada abartma veya yok sayarak görmemezlikten gelme, görmeye değer bulmayarak atlanılması durumunda, bu mirası ileriki bir dönemde paylaşmak durumunda kalacak olanların önlerini açmayacağı gibi, kim bilir, belki de, ve bir kez daha önlerinin karartılmasına bile neden olabilir diye düşünüyorum.

Titiz davranılması konusundaki ısrarım, sorumluluğun büyüklüğü ile doğru orantılıdır.

Dikkat etmek, kılı kırk yaran bir titizlikle  davranmak gibi bir sorumluluktan kendinizi muaf tutarsanız eğer, tarihe not düşerek gelecek kuşaklara ilham kaynagı olabilme şansınızı kaybetmiş olursunuz.

Son söz,

Hep söylüyorum, bir kez daha tekrarlayacağım. 3,5 senedir bu  site’de ACİLCİLER tarihine ışık tutacak kimi olayları yazıyoruz. Bu tarih içerisinde yer almış taraftar ve militanlarımızın insan üstü emeklerinden ve bu emekleri kişisel çıkarları adına kullanan tasfiyeci döneklerden bahsediyoruz.

Bu tarihi yaratan isimsiz militanların ortaya çıkartılması ve sonradan yaratılmak istenen ‘’sanal militan’’ların da deşifre edilmesi için çaba sarfediyoruz. Bu konuda tahminlerimizin üzerinde bir başarı elde ettiğimizin farkındayız.

Bu tarihin, Bizim tarihimizin çok yönlü incelenmesi gereken bir tarih olduğuna inanıyorum.

Bizim tarihimizin içersine düşürüldüğü durumun emsallerinden çok farklı olduğu konusunda ısrarlıyım. Tarihimize müdahale eden Suriye istihbaratı MUHABARAT’ın bu tarih içerisindeki konumu, bizi kendi emsallerinden ayıran en büyük özelliktir.

Bizim tarihimize yönelik devlet yada devletler müdahalesinin yol açtığı tahribat, kendi içimizden çıkan işbirlikçilerin yarattığı tahribatların kat be kat gerisindedir.

Bütün bunlara karşın, bizim tarihimizde çıkan, düşünen, yorum yapabilen, yazarak üreten insan sayısı da, benzerlerinin çok ilerisindedir.

MİT İstanbul bölge başkanı Osman Nuri GÜNDEŞ’in içimizdeki ‘’kanat’’larına, Hanefi AVCI’nın içimizdeki işbirlikçilerine, Devlet katil’i Mehmet AĞAR’ın ‘’adam’’larına, Mihrac URAL’ın ihanet’ine rağmen, tarihimizin pek çok militanı farklı alanlarda da olsa, sosyalist mücadeleden geri durmamış, üretken olma ve birşeyler yapabilme kararlılığından vazgeçmemiştir.

Eylül öncesi dönemin çoğu devrimci örgütleri bugün unutulmuştur. Birçoğunun İsimleri bile hatırlanmazken, ACİLCİLER örgütü tarihinin, 30 sene sonra bile  yoğun bir şekilde tartışılması, bu tartışmaya müdahil olan insan sayısının yoğunluğunu nasıl izah edebiliriz?

Bu tarih, MAHİR ÇAYAN’lardan devralınan bir tarihtir ve devralınan ideolojik politik hattın daha da yetkinleştirilmesine katkı sunan ‘’Türkiye Devriminin Acil Sorunları(TDAS) ın tarihidir.

Biz, 3.5 senedir bu tarihin sürekliliğini devam ettirememenin nedenlerini anlatmaya çalıştık. Güzel insanların yollarına pusu kuranları ve bu pusulara düşürülerek telef edilen militanlarımızdan bahsettik. Pusu kuranları ve kurdurtanları çok geç farkettik ama sonunda da farkettik.

 Önümüz kesildi, hain pusularda tasfiye edildik.

Biz tasfiye edilsek bile, bizden ilham alanlar, bizim tarihimizden ilham alanlar bu pusulara düşmediler ve bugün devletleşerek büyüdüler.

Sözü Kürt kurtuluş hareketine, PKK’ya getirmek istiyorum.

PKK Genel başkanı Abdullah ÖCALAN’dan bizzat ve defalarca duydum. PKK hareketinin, İbrahim KAYPAKKAYA’dan, Deniz GEZMİŞ’den etkilenmesine karşın, esas olarak THKP-C ve onun önderi Mahir ÇAYAN’dan etkilenmiş  ve’’ bu günkü başarımızı, Mahir ÇAYAN’ların başarısı olarak görmekteyiz’’deklerini bizzat duydum.

12 eylül öncesi, ‘’ KÜRDİSTAN’IN ACİLCİLERİ’’ olarak da anılan PKK ve Kürt özgürlük hareketine ilham kaynağı olan hareketimizin teorik başarısı, tıpkı, çoğu miltanlarının bugünkü sorumlu davranışında olduğu gibi, bu anlamda da diğerlerinden( kendi emsallerinden) farklıdır.

Entelektüel üretkenlik; Entelektüel çoğalmaya katkıdır. Entelektüel çoğalma, pratik mücadelenin yol göstericisi, ufkunu genişletici ve zihinsel bir doping olması nedeniyle önemlidir.

Hal böyle olunca, özellikle bizim tarihimizin insanlarını, başta, Engin ERKİNER olmak üzere, H.İbrahim ÖZCAN’ı, E. YAĞMURDERELİ’yi, A. Ezger ÖZYÜREK’i, Adil OKAY’ı, Alper YALMAN’ı, Nuray BAYIDIR ve İrfan DAYIOĞLU’nu,Halil GÜVEN’i, İdris KÖYLÜ’yü, Cahit ÇELİK’i kutluyor, entelektüel çabaları ve katkılarının devamını diliyorum.