Şuanda 174 konuk çevrimiçi
BugünBugün3286
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11010
Bu ayBu ay11010
ToplamToplam10479434
kuşbakışı türkiye PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Çarşamba, 09 Kasım 2011 18:58


Her 24 saat’te, bir değil, birden fazla gündemin değiştigi bir ülke insanlarıyız. Dünyanın hiçbir yerinde, böyle bir ülkeye kolay kolay rastlayamazsınız.

Bir kaç saat öncesine kadar herşeyin normal seyri içersinde yürüdüğünü sandıgınız bir anda, birden bire, tamamen farklı bir atmosferde, yaşıyor olabilirsiniz.

Öyle ki, sabah yatagınızdan kalkıp, radyo yada televizyonunuzu açsanız, az sonra seferberlik ilan edilecek ve topyekün bir savaşın içerisinde olacakmış ğibi bir hisse kapılmanız içten bile değilken, birkaç saat sonra, tezkeresini almış evine dönmekte olan bir askerin rahatlığına kavuşabilirsiniz.

Sabah farklı, ögleden sonra çok daha farklı, akşam üzeri bambaşka bir atmosferde hop oturup hop kalkan bir toplumsal devinim içersinde yuvarlanıp gidiyoruz.

Bir yandan savaş çığırtkanlıgı yaparak,‘’intikam, intikam’’ naraları atan politik aktörlerin kılıç kalkan kuşanmış söylemleri ile irkilirken, az ötede, üstelik de, aynı aktörler tarafından  ‘’barış ve demokrasi’’ diye tepindiklerine tanık olabiliyorsunuz.

‘’Milli iradenin üstünlüğü’’nden dem vuranların, Kürtleri milli irade’den saymıyor olmalılar ki, seçim sonuçlarıyla tecelli( !) eden Kürt iradesini yok sayarak, seçilmiş milletvekilliklerini iptal edebiliyor, hapishanede tutabiliyor ve hiç sıkılmadan da, bu durumun, ‘’milli iradeye saygısızlık’’olduğunu söylemekten de geri durmuyorlar.

‘’Bu ülkede kürt sorunu vardır ve biz çözeriz’’  diyenler, Toplumda yarattıkları beklentinin rahatlıgını kullanarak silahlara sarılıp, gerilla avcılıgına soyunmakta hiç bir sakınca görmüyorlar. Cesetler üzerinden politika yaparak, ‘’biz daha fazla öldürdük’’ diye ölü sayısı oaranında oy’larını arttırmanın hesaplarını yapıyorlar. Bir yandan el altından görüşüyorlar, ama öbür taraftan, Kürt’e selam verenleri bile tutuklamak için tüm güçlerini seferber ediyorlar. Binlerce kişiyi fişleyerek tutuklayıp zindanlarına hapsetmek ve seslerini kısmak için, özel yetkili makkemelere özel görevli hakimler atıyorlar

Yıllardır, terör ve terörizm olarak lanetledikleri Filistin halkının mücadelesine aniden sarılarak, gönüllü ‘’filistin fedasi’’ kesiebiliyor, taraftarlarının ellerine tutuşturdukları filistin bayrakları ile İsrail elçilikleri önünde eylemler yaparak, mazlum bir halkın uluslararası sözcülüğüne soyunmaya kalkıyorlar.  Ama öbür yandan, ‘’one munite’’ diye kafa tuttukları( !) İsrail’in güvenliği için Kürecik’te ‘’erken uyarı sistemleri’’ kurarak, İsrail’in güvenliği adına, kardeş( !)  ülkelerin, en başta da kendi halklarının güvenliklerini teklikeye atmayı da ihmal etmiyorlar.

Bir yandan, ‘’komşularımızla sıfır sorun’’ edebiyatı yapıp, Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplamak suretiyle, karşılıklı vize’leri kaldırıp , sınırlar ötesine geçiş kolaylıgı saglayanlar, diger yandan, attıkları imzaların henüz mürekkebi dahi kurumadan, savaş nizamına gecebiliyorlar.

Orta-Dogu ülkeleri için, bir model olması amacıyla, emperyalist-kapitalist ülkelerim kucagıda, ‘’Büyük Orta-Doğu projesi’’( BOP)un eşbaşkanlıgını getirilen  Tayyip ERDOGAN Türkiyesi’nin, ‘’bir adım ileri iki adım geri’’ giderek yaratmış oldugu istikrarsızlık ve güven bunalımı, daha önceden ele geçirilerek yandaş’laştırılmış olam yazılı ve görsel medya aracılıgı ile gizlenmeye çalışılıyor.

Bir kaç gün öncesine kadar, ‘’Nato’nun Libya’da ne işi var’’ diye ahkam kesip alkış alanlar, sözlerinin üzerinden bir kaç gün geçmemişken, Ülke topraklarını, ardına kadar, Nato’nun militarist  güçlerinin hizmetine  açarak, Libya’nın bombarduman edilmesine en büyük staratejik destegi sunuyorlar.

Türkiye, soğuk savaş döneminin kapanmasıyla birlikte, bölgesel sıcak savaş döneminin, orta-dogu’daki baş aktörü  olma görevi ile donatılmış olmasına ragmen, bambaşka bir biçimde, Orta-Doğu halklarının kurtarıcısı( !) model ülke,model yönetim biçimi olarak sunulabiliyor.

’Çeteler’le mücadele ediyoruz’’ sahte söylemlerin arkasına sığınarak, bir kısmı,çoktan deşifre olmuş katiller ve kontrolleri altına alamadıkları eski derin devlet artıklarını, tutuklayıp hapsederken, yerlerine, deşifre olmayan yeni kadrolar( !) koymayı da ihmal etmiyorlar.

Ergenekon  çetesi adı altında bir çok aydın ve demokrat gazetecinin de tutuklanarak sapla samanın bilerek ve bilinçli olarak karıştırılması bir yana, Mehmet AĞAR gibi, ‘’Susurluk çetesi lideri’’olarak mahkeme kararlarıyla da tescil edilmiş bir  devlet katilini başı boş bırakıp, serbestce dolaşmasına meydan veriyorlar.

Sahte gündemler yaratıyorlar, Yazılı ve görsel yandaş medya’nın güç ve avantajlarını da kullanarak, Dikkatleri başka yöne çekiyorlar.   İktıdar erk’inin ellerinde olmasına ragmen, mazlumları oynuyor her şeye muhalefet edebiliyorlar. Siyasal erk’in avantajlarını kullandıkları yetmezmiş gibi, çogu zaman muhalefetin sözcüleriymiş gibi davranmayı bile ihmal etmıyorlar…

Hep türibinlere oynuyorlar. Samimiyet ve içtenliklen yoksun olmalarına karşın, sırası geldiğinde Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının idam’larını ‘’haksızlık’’ olarak niteliyor, Ahmet KAYA’ya yapılan zulme ağladıklarını bile söyleyebiliyorlar.

Daha fazla özgürlük( !), daha fazla söz söyleme( !) edebiyatları adı altında, henüz basılmamış kitapları bile yayın yasagı koyabiliyorlar, Kaset ve video şantajları ile toplumun her kademesine gözdağı vermek suretiyle susmaları mesajını veriyorlar.  Ahlaki olmayan her yöntemi kullanırken bile, maneviyatcı ve mukaddesatçı olduklarını,’’yaradılanı yaratandan ötürü sevdiklerini’’ söylüyorlar.

Yerine göre güç,yerine göre tehdit ve şantajla, görsel ve yazılı basın üzerinde çok yönlü bir baskı ve kontrol kurma çabalarının önemli oranda tamamlandığı gözlerden kaçmıyor.

Vicdan ve ahlak sahıbi kimi gazeteci ve basın yayın organları susturulurken, sonradan turedi sahıbının sesi sözde yazar ve yorumcuların çıgırtkanlıkları  ile toplumsal duyarlılıgın yönü saptırılıyor. İş,ekmek ve özgürlük yerine, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü teraneleri ile milliyetçi duygular pohpohlanmak suretiyle halklar arası düşmanlıklar körükleniyor.

Yargının bagımsızlıgı ve hukukun üstünlüğünden dem vuranlar, henüz 13 yaşında iken, 26 kişinin tecavüzüne uğramış bir genç kızı suç’lu ilan ederek, günlerce bu konuyu konuşturup, böylece, toplunsal öfkenin bir başka kanala aktarılmasına ön ayak oluyorlar..

TBMM, kadın milletvekillerinin pantolon giyip giyemeyecegini( !) tartışıyor. ‘’Modern Türkiye’’, pantalon giyen kadının erkeği tahrik edip etmediği konusunda din adamı şeyh’lerin fetve’larına kulak kabartıyor.

Televizyon kanalları, sözüm ona ‘’sanatçı’’, ‘’yorumcu’’,’’terör uzmanı’’ ‘’moderatör’’ diye piyasaya sürülen akl-ı evvel cühela takımının işgali altındadır..

Hangi  kanalını açarsanız açınız, mutlaka bir ‘’terrör uzmanı’’ ile karşılaşır ve terör ve terörist’in nasıl yok edilmesi gerektiği konusunda ahkam kestiğini görürsünüz.

Hemen hemen her kanalın bir ünlü türkücüsüne rastlar ve şov yaptıklarına tanık olursunuz. Sanatcı, uzman yada yorumcu olarak ekranlarada boy gösteren bu cahiller güruhunun, hep bir ağızdan sosyalistlere küfrettiklerine, tanık olursunuz.

Hemen hepsi ‘’milliyetçi muhafazakar’’dır.

Hemen hepsi, ‘’vatanına milletine bağlı, tanrıya ınanan imanlı’’ kişilerdir, hemen hepsi, ‘’tek bayrak, tek millet, tek ülke’’ için canlarını vermeye hazır olduklarını söylerler.

‘’Şöhretl’’dir ler. Türkü söyleyemezler, türkü çığırırlar, Muhafazakar ve maneviyatcı oldukların söylerken,en olmadık yerde en ahlaksız ilişkiler içerisinde olmaktan hiç bir sakınca görmezler. Kokain alemleri yaparlar, taciz ederler, darp ederler. Yakayı ele verdiklerinde de, ağlamaklı gözlerle kendilerini acındırırlar ve ‘’ bana komplo kurdular, bunlar, tanrı tanımaz,  ateist marksist-leninisler’in işidir, ‘’halka ve hak’ka küfredenlerin işidir’’ demeyi de ihmal etmezler. Sanat adına söyleyebilecek tek bir sözleri yoktur, sanatcı yetenekleri bulunmaz, güce taparlar,gücün kanatları altında rüzgar hangi yönden esiyorsa o yöne savrulurlar. Çoğunlukla köylü kurnazı, tüccar kafalıdırlar. Marksizmi bilmezler ama marksistlere küfrederler, Che GUEVERA’nın adını duymuşlardır. Devrimci olduğunu bilirler, devrimci değerleri karalamak adına, Che GUEVERA’ya ‘’yamyam’’diye saldırırlar.

Bunlar ; Siyeseten gerilmiş, sosyalleşme süreci çarpıtılmış, ekonomik sorunlarını aşabilme ugraşısı içerisinde her yolu mübah gören bir ahlak yada ahlaksızlık anlayışı içersine sürüklenerek çaresizleştirilip, bir adım ötesini görebilme yetisini kaybetmiş olan yoksul halk kesimlerini ekran başına toplayarak toplumu gevşetme(!) görevini üstlenen saray soytarılarıdırlar. ‘’sanatcı, yazar ve uzman’’lıklarından bahsetmek, snat ve kültür saygısızlık, edebiyata ve edebiyatçıya haksızlık,uzmanlık mesleğine saldırıdır.

Bütün bunlar ;Gerçek sanatın ve sanatcının ne oldugu, ne olması gerçeğininin karartılması, kültürel değerlerimizin dejenere edilmesi  adına yapılmaktadır.

700 yılı aşkın  bir devlet geleneğimiz olduğu hep söylenir. Köklü bir kültür mirasımız oldugundan bahsedilir. Buna karşın, devraldıgımız gelenegin, hemen her alanda, gerçek manada istikrar içermediği,toplumun tüm kesimleri tarafından asgari oranda dahi, ortak bir kabul görmediği,içersinde yaşadığımız sosyal çalkantılar ve siyasal alt-üst oluşlardan da son derece açık olmasına rağmen hiç kimse tarafından dile getirilmez, getirilmek istenmez. Damarlarımızda dolaşan kan’ın ‘’asil’’ oldugu ve ‘’bir Türk’ün dünya ya bedel’’ oldugunun tekrarlanıp durması ile ‘’aşağılık kompleksi’’inden kurtulduğumuz sanılır.

Günübirlik çıkar ilişkisi, aile’den başlamak üzere devletin en üst kadamesine kadar sirayet etmiş,  ortak ahlak  anlayışın en önemli unsuru halıne gelmiştir. Ekonomik, sosyal, sıyaset ve kütürel yaşamın hemen her aşamasında göze çarpan fırsatcılık ve an’ı kotarma anlayışı, toplumsal yaşamın yönlendirilmesinde  başvurulan en geçerli yol olarak kabul görüp ödüllendiriliyor.

İdealler ve ütopya’lardan bahsedenlerin ciddiye alınmadıgını, para hırsı acımasızlıgının tüm toplumu sarıp, kuşatma altına aldıgını rahatlıkla görebiliyoruz.

Yarın ne olacak sorusunu hiç kimse sormuyor.  Bugün ne oldu, ona bakıyor. Bu gününü kotaranlar, ‘’yarın ola hayrola, allah kerim’’ diye kendini aldatıyor.

Dik durabilmenin, idealleri ve ütopyaları  ile ayakta kalabilmek için, inat ve israrlarında taviz vermeyenlerin  sayısı her ğeçen gün azalırken, an’lık yaşamın girdabında, ‘’gün bu gündür’’ fırsatcılıgı kar topu misali büyümeye devam ediyor.

Herşeye karşın ve bütün bu çirkinliklere rağmen karamsar olmamız için bir neden bulunmuyor. Dört bir yanımızın çepe çevre kuşatılmış olması,tüm çıkış kapılarımızın kapatıldığı anlamına gelmiyor.  

Hata ve eksikleriyle birlikte, kuşatmayı bertaraf edebilecek, dik durmaya devam eden, özgürlükcü Kürt kurtuluş hareketinin varlıgı bunun kanıtı olsa gerek. Kibir,kıskançlık ve kariyerizm kaygılarını bir tarafa bırakarak bu duruşun bizim duruşumuz, bu insiyatifin, hepimizin insiyatifi, kısacası; bu gücün, hepimizin gücü oldugu gerçeginden hareketle, birlik,birlik ve birlikte hareket edebilmenin koşulsuz zemininde ayrılaşark değil aynılaşarak yürümek,bugünkü puslu havanın dağıtılması için en akılcı seçenek olmaya devam ediyor.