Şuanda 206 konuk çevrimiçi
BugünBugün3298
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11022
Bu ayBu ay11022
ToplamToplam10479446
kürtler çok mu "alçaktır"? PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Çarşamba, 07 Aralık 2011 18:46


Bu yazı.08.11.1999 tarihinde ‘’Kürt sorunu, Türk sorunu’’ adıyla  yazıldı ve ‘’özgür politika ‘’ gazetesinde yayınlandı. Aradan  12 sene geçmesi  rağmen güncelliğini aynen koruduğu için  yazının başlığı dışında hiç bir yerine dokunmadan olduğu gibi yayınlıyorum.

Geçtiğimiz günlerde, ‘’ GÜVEN’’ adlı yeni bir romanı yayınlanan Vedat Türkali, kitap’ın bir yerinde, ‘’...savaşta ak’lar ve kara’lar vardır. Gri’ler ise eğlencelik olurlar’’ derken, haklı olarak günümüze de vurgu yapmış oluyor.

15 senedir devam eden Kürt savaşının ak’ları ve kara’ları artık biliniyor. Gri’lerine gelince, bunların netleştiği ve açık seçik ortaya çıktığı henüz söylenemez.

Yüzyıllardır yaşadıkları topraklar üzerinde, kaybettikleri ulusal kimlik ve ayaklar altına alınmış insanlık onurlarını kazanmak için haklı bir mücadele yürüten Kürt halkı, sürmekte olan bu savaşın ak’larıdır. Kara’lar ise; Zulüm ve acılara neden olan egemenler ve onların haksızlıklarını gizlemeye çalışan savaş araçlarıdır.  Yazılı ve görsel medya basın, savaş araçlarının ilk sırasında yer alıyor.Zulme uğrayan ama baş eğmeyen ak’ların, mazlum halktan aldıkları moral ve maddi güce karşın, kara’ların da, sermaye’den, tank’tan ve top’tan aldıkları muazzam güç arasındaki çatışmanın şiddeti arttıkça, gri’ler, eğlencelik olarak kalmakta bile zorlanıyor. Ak’lar ve kara’lara doğru kopuşma hızlanıyor. Yaşadığımız tarihsel süreç bu kopuşmanın tanığıdır.

Bilindiği gibi, 1984 yılından bugüne kadar kesintisiz devam eden Kürt savaşının sürekliliği, niteliği ve kitleselliği göz önüne alındığında, kendisinden önceki başkaldırı ve isyanlarla kıyaslanamayacak kadar farklı ve evrenseldir. Farklı ve evrensel oluşu, kendisini doğrudan ifade edebilmesiyle de yakından ilgilidir. Bu nedenle; Kürt sorunu karşısında takınılacak tutum ve belirlenecek tavrın, bundan öncekilerde olduğu gibi, bilgisizlik yada benzeri kimi eksikliklerden kaynaklanan ve sonradan kolayca düzeltilebilecek bir saflaşma olmayacağı açıktır. Kısacası, PKK’nın başını çektiği Kürt savaşı nedeniyle, Kürt sorununun ne olup olmadığı, ulusal düzeyde olduğu kadar uluslararası arenada da yeterince anlatılmış olup, genel anlamıyla bilinmektedir. Kaldı ki, inatla sürdürülmek istenen kirli savaş, sadece Kürt sorununu değil, Türk sorununu da gözler önüne dermesi açısından önemli bir araç olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.  Öte taraftan, Kürt halkının sürmekte olan savaş içerisinde yaratmış olduğu köklü ve kalıcı kurumları ve bu kurumlar aracılığı ile edindiği demokrasi kültürü ve eğitiminin, Türk halkını da ciddi oranda etkileyerek  eğiteceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir.

Bu bakımdan, Kürt savaşı, sadece Kürt halkı açısından değil, Türkiye demokrasisinin geleceği açısından da son derece önemlidir.

Geçtiğimiz hafta, TBMM’ne sunulan 2000 yılı mali bütçesinde, sağlık için ayrılan pay  %2, eğitim için %4.2 olarak belirlenmişken,savunma adı altında savaş’a ayrılan pay oranı ise  %5  dir.

Kültür düzeyi düşük ve ciddi bir sağlık politikası bulunmayan bir toplumun, ‘’cengaverlik’’ uğruna için için çürütüldüğünü bundan daha açık anlatmak mümkün mü?

Çağdaş bir demokrasi ve barışçıl bir toplum düzeninde, bütçe’den ayrılan yüksek pay oranının savaşa değil de barışa ayrılması, Kürt’den daha fazla Türk halkının çıkarınadır. Kaldı ki, Türkiye’de ki kirli savaşın, sadece Kürtler için ve felakette yol açmadığı, bir avuç savaş ağası dışında bitim kesimlerin olağan üstü olumsuz etkilendiği de biliniyor. Dünya’nın neresinde olursa olsun, ortada bir sorun varsa, soruna muhatap olan herkesin çözüm için üstüne düşeni yapması, her şeyden önce kendi çıkarınadır.

Kürt savaşının sürdürülmesinde çıkar umanlar, bu savaşı körükleyenler ve barış için uzatılan elleri geri çevirenler, Kürt halkına olduğu kadar Türk halkına da düşman olanlardır.

Kürt ve Türk halkının düşmanları, tarih boyunca, tek ulus yaratmak adına kendilerinden olmayan herkesi hor görmüşler, insan yerine koymamışlar ve küçümsemişlerdir.

Örneğin, 1930 yılında AĞRI Kürt isyanı nedeniyle bölgeye giden, zamanın ‘’mehmetçik’’ gazetecilerinden Esat Mahmut KARAKURT’un, 1 Eylül 1930 tarihli Akşam gazetesinde Kürtler için yaptığı bir değerlendirme, tam bir ibret  belgesidir. Dikkatle okuyunuz. ’... “bunlara aşağı yukarı vahşi denebilir. Hayatlarında hiçbir şeyin farkına varmamışlardır. Bütün bildikleri sema ve kayadır. Bir ayı yavrusu nasıl yaşarsa o da öyle yaşar. İşte Ağrı’dakiler bu nevidendir. Şimdi siz tasavvur edin, bir kurdun, bir ayının bile dolaşmaya cesaret edemediği bu yalçın kayaların üzerinde bir hayvan hayatı yaşayanlar ne derece vahşidirler. Hayatlarında acımanın manasını öğrenememişlerdir hunhar, atılgan vahşi ve yırtıcıdırlar. Çok alçaktırlar. Yakaladıkları zaman sizi bir kurşunla öldürmezler. gözlerinizi oyarlar, burnunuzu keserler, tırnaklarınızı sökerler ve öyle öldürürler!.. kadınları da öyleymiş.” (Esat Mahmut Karakurt, 1 Eylül 1930, Akşam gazetesi)

Görülüyor. 1930’ların mehmetçik gazetecisi Esat Mahmut ile, 1999’ların ‘’ çöl ayısı Emin’’leri arasında hiçbir fark bulunmuyor. Adı geçen dönem ile şimdiki dönem arasındaki biricik fark, şiddetin daha fazla artmış olmasıdır. Neden? Çünkü, 1930’lar da bölgeye gönderilen İsmet İNÖNÜ’nün bölge 1. Umumi müfettişi Abidin ÖZMEN,’’...Kürt kimliği, dili ve kültürünün unutturulması şarttır....imamlar ikna edilmeli, vicdanlar sakinleştirilmeli ve kafalara duvar örülmelidir.’’ Diye rapor hazırlıyor. Kürt ve Türk halklarının azılı düşmanları ise bu buyruğa gereken ‘’hassasiyet’’le eğilmeyi ihmal etmiyorlar.

12 Eylül 1080 dönemini hatırlayanlar bilirler. Kürdistan’da uygulanan politika, tam’da bu doğrultuda olmuştur.

Yıl 1999, iki bin’li yılların eşiğine geldik. ‘’.. Sema’dan başka hiçbir şeyden anlamayan, AYI, HAYVAN hayatı yaşayan HUNHAR, VAHŞİ ve YIRTICI’’ diye tarif edilerek ‘’ ÇOK ALÇAK’’ olduklarına karar verilen Kürt’lerin, belleklerini silip, ‘’kafalarına duvar örme’’ çabaları boşa gitmiş, başarılı olamamıştır.

Kürt değil(!) aslında Türk olduklarına bir türlü ikna edilemeyen ‘’ Vahşi, alçak ve ayı yavrusu’’ inatçı Kürtlerin direnişi, en sonunda meyvesini vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL, göstermelik de olsa, bundan önceki maskaralıklarına bir son vermek zorunda kalarak, 1991’de Diyarbakır’da, ‘’KÜRT REALİTESİ’’ni tanıdıklarını söylemiştir.

Kürt realitesi’nin  istemeyerek de olsa kabul edilmesi, Kürdistan’da ‘’zor’’un rolüne olan güveni arttırdığı gibi 76 yıllık resmi Türk tarihinin bu konudaki yalana dayalı inkarcı politikasının da iflasını ilan etmiştir.

Kürt halkının  bu en büyük kazanımı, Türk halkının da kazanımıdır.

Türk devleti’nin, Demirel’in ağzından ikrar ettiği Kürt realitesi’ne, bugüne kadar anayasal bir işlerlik kazandırılmamış olması, kabul edilen ‘’realite’’nin içinin doldurulmaması, bu gerçeği değiştirmiyor.

PKK tarafından ortaya atılan ve tek yanlı ataklarla derinleştirilen barışçıl çözüm ve ‘’demokratik cumhuriyet’’projesi, 1991’lerde tanındığı söylenen Kürt realitesine işlerlik kazandırmak, Türk ve Kürt halklarının kardeşliği temelinde yaratılacak olan ‘’demokratik cumhuriyet’’e barış içinde katkı sunmaktır. Kürt realitesi kavramının anayasal işlerlikle taçlandırılarak içinin doldurulması, Kürt sorununun olduğu kadar, Türk sorununun da önünü açacaktır.

Kürtlerin olduğu kadar, Türk’lerin de çıkarına olan barışçıl çözüme, Buda’nın ünlü deyimiyle,’’.... öyle bir uğraş verilmeli, öyle bir sonuç sağlanmalı ki, hiç kimse kendini yenik hissetmesin.’’ 08.11.1999- Paris

Yazarın not’u:

Kürtler’ e ’.. Sema’dan başka hiçbir şeyden anlamayan, AYI, HAYVAN, hayatı yaşayan HUNHAR, VAHŞİ ve YIRTICI’’ diye hakaret eden, Esat Mahmut KARAKUT’un kim olduğunu bilmeyenler olabilir düşüncesiyle Vikipediya özgür ansiklopedi’den olduğu gibi aktarıyorum. Esat Mahmut Karakurt (1902, İstanbul - 15 Temmuz 1977, İstanbul), özellikle "Kadın İsterse" adlı romanıyla bilinen Türk yazardır.

Şura-yı Devlet üyesi Urfalı Mahmut Nedim Bey'in oğludur. Kadıköy Sultanisi'ni, İstanbul Diş Hekimliği Okulu'nu ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Avukatlık, gazetecilik, Galatasaray Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği yaptı. TBMM XI. Dönem Şanlıurfa milletvekilliği ile Cumhuriyet Senatosu Şanlıurfa Üyeliği (15 Ekim 1961 - 5 Haziran 1966) yapmıştır. İlk yazıları muhabir olarak çalıştığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayınlandı. Daha sonra çalıştığı İleri, İkdam, Cumhuriyet, Tasvir, Yeni Sabah gibi gazetelerdeki polisiye olayları konu alan röportajlarıyla tanındı. Küçük öyküler yazdı. Ama daha çok çoğu sinemaya uyarlanan, olaya dayalı aşk ve serüven romanlarıyla ün kazandı. 1977'de ölen yazar Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi.