Şuanda 454 konuk çevrimiçi
BugünBugün3435
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11159
Bu ayBu ay11159
ToplamToplam10479583
bir kere daha adil okay kitabı üzerine... PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Pazar, 18 Aralık 2011 14:38


01 Kasım.2011’tarihinde, yine bu site’de, M. Şehmuz Güzel tarafından yazılan ‘’Adil Okay ile geçerken’’ kitabı üzerine, ‘’Adil Okay ile geçerken, bir kitap bir eleştiri’’ adı altında bir yazısı yazmıştım. Bu ve başka bazı arkadaşların yazıları üzerine, konuyla ilgili değişik tepkiler oldu. Bana gelen e-post’lardan bir tanesi özellikle ilginçti ve ben buna cevabı yazıyı bir süre geciktirdim.

E-post Antakya’dan eski bir yoldaştan geliyordu. E-post’un içeriği öz olarak, ‘’Adil Okay Antakyalı olduğu için mi eleştiriyorsunuz’’ deniyordu.  İçeriği sade ve bir o kadar da içten söylendiği apaçık belli olan  bu soruya yanıtım elbette hayır olacak. Bunu söylemeye bile gerek yok ama söylemek zorundayım.

Adil Okay ‘la,  diğer bir çok arkadaşla olduğu gibi  değişik bölgelerde de olsak  uzun süren  yoldaşlığımız oldu. Dostluğumuz bugün bile devam ediyor. Adil’in Antakya’lı  ya da Maraş’lı, hatta İstanbul’lu olmasının ne önemi var?

Benim, adı geçen kitap’la ilgili eleştirilerim, yada eksik bulduğum konuları belirtmem ve bu konudaki düşüncelerimi yazmam, örgütsel tarihimize ilişkin kimi karanlık noktaların sırası gelmişken, konunun birinci derecede muhatabı olan yoldaşların, bildiklerini ve birebir yaşadıklarını tarafsız bir gözle anlatmalarını istememdir. Buradan hareketle, Adil Okay kitabında özellikle eksik bulduğum,  Müntecep Kesici ve Ali Çakmaklı cinayetlerinin üstünkörü ve ve de ‘’sol içi şiddet’’ olarak adlandırılarak geçiştirilmesiyle ilgiliydi

Adil Okay’ın bu konuda bana aktardığı kimi gerekçelere rağmen ben hala aynı düşüncedeyim ve  Müntecep Kesici- Ali Çakmaklı yoldaşların cinayetlerine ilişkin  en ayrıntılı bilginin Adil Okay’da olduğu kanaatindeyim.

 Bu ve benzeri olayların, ‘’sol içi şiddet’’ olarak adlandırılarak geçiştirilmesinin son derece yanlış bir tanımlama olduğunu düşünüyorum.  Müntecep Kesici, Ali Çakmaklı  ve de Nebil Rahuma cinayetlerinin, sol-içi cinayetler tanımlamasıyla adlandırılamayacağı, bunların örgüt içi infazlar  olduğunun altını çizmek ve her üç çinayetin de, yalan ve aldatıcı kurgular üzerine kurularak işlendiğini göz önüne alacak olursak, bu suçları işleyenleri, bu suçlara bilerek ortak olanları ‘’sol’’ olarak adlandırmak, sol’a karşı yapılmış bir haksızlık olmaz mı?

Bu tür tanımlara sadece Adil Okay’da değil, değişik pek çok arkadaşta da rastlamak mümkün. Yanlış bir tanımlamadır ve düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Adil Okay, bir çoklarının yaptığı  gibi kendi köşesine çekilmiş ,  her şeyden elini ayağını çekmiş, ‘’benden bu kadar’’ diyen ‘’devrimciler’’den değil. Yazıyor, koşturuyor ve elinden geldiğince bir şeyler yapmak için çaba sarf ediyor. Son derece önemlidir ve bunun takdir edilmesi de gerekiyor. Bu böyledir diye Adil Okay’ın her yaptığını onaylamak diye bir lüksümüz elbette olamaz. Hayatının büyük bir bölümünü cezaevlerinde, yurt dışında geçirmiş ve bugün hala demokrasi mücadelesi içersinde yer alan, sayıları  az da olsa eski yoldaşlarımız var. Bunları,  hala devrimci mücadele içersindeler diye  övgüyle anmak ve her eylemlerini peşinen onamak doğru bir davranış biçimi olmamalıdır.

Benim sorunum, geçmişte devrimci mücadele içerisinde yer almış olmasına rağmen, bugün her şeyden elini eteğini çekmiş ve kendi köşesine çekilmiş kişilerle değil. Bunlar üzerine konuşmaya bile gerek yok. Geçmişte devrimci olmayan mı vardı?  Dün değil bugün ne yapılıyor ona bakmalı. Dün olduğu gibi bugün de devrim ve demokrasi mücadelesi içersinde yer alanların bu anlamıyla dokunulmaz olacaklarını düşünmeden, kırıcı olmamak kaydıyla dostça eleştirilmeleri  mutlaka gerekiyor. Birbirimizi eleştirmeden, birbirimizin eksikliklerini tamamlamaya çalışmadan, kendimizi yeniden ve yeniden üretebileceğimize inanmıyorum. Eleştiri yapıcı ve samimi olduğu sürece, doğrunun bulunmasına katkı sağlar. Kırıcı ve art niyetli eleştiri.. o başka bir şey...

Bir kez daha belirtmek zorundayım. Adil Okay kitabını okuyan arkadaşların değişik tepkilerine tanık oldum. Kitap’ta anlatılan kimi konuların yabancısı olan ve anlatılan döneme ilişkin sorunların  dışında olanlar ile o dönemi Adil Okay ile birlikte yaşayanların tepkileri elbette farklı olacaktır. Bundan doğal ne olabilir ki?

Örneğin, Müntecep Kesici’nin kim olduğunu ya da nasıl ve neden öldürüldüğünü bilmeyen bir kişinin, Adil Okay’ı  ‘’ Kitapta, Müntecep’e ilişkin çok az yer vermişsin’’ diye eleştirmesi yada uyarması beklenemezdi. Bu uyarıyı, o dönem, Adil Okay’la birlikte yaşayan yoldaşlar yapabilirler. Ali Çakmaklı konusu da öyle...

Bugün, Engin Erkiner’in ‘’diyalog yoluyla gerçeğe ulaşmak’’ yazısını okuduğum zaman bir kez daha düşündüm. Keşke yıllar önce sorunlarımızı diyaloğ yoluyla konuşarak anlamaya ve gerçeğe ulaşmaya çalışsaydık. Kim bilir, belki de bugün çok daha farklı bir konumda olurduk. Ama olmadı...

Diyalog yoluyla yada yoldaşça eleştiri yöntemiyle  gerçeğe ulaşma çabası her şeyden önce, açık, dürüst ve  samimi olmaktan geçiyor.

Bizim tarihimiz, bizimle aynı kulvarda olan başka devrimcilerin tarihinden farklıdır. Bizim tarihimiz, bilinçli olarak kirletilen ve bilinçli bir plan dahilinde tasfiye edilen bir tarihtir. Bizim tarihimiz, içerden değil, dışardan, yabancı bir ülkenin istihbarat örgütü tarafından içimize yerleştirdikleri kuklaları eliyle  kirletilerek tasfiye edilmiş bir tarihtir.

Bugün 20 tane eski Acilci’yi bir araya getiremezsiniz. Gelirler. Nasıl gelirler? Sorunlarını konuşmak için değil. Gülmek, eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek için gelirler. Geçmişe yönelik bir tartışma ve sorunlara ilişkin bir sohbet anında her şey ters yüz olabilir ve ortan bir anda sertleşebilir. Nedeni çok basittir. İnsanlar uzun süreden beri birbirlerine karşı kullanılmış, birbirlerine karşı yalan-yanlış dedikodularla düşman edilmiştir. Bu örgüt, özellikle 12 eylül’den sonra bu ve benzeri komplolar ile yönetilerek belli amaçlar için kullanılmıştır. Bugün gelinen nokta, söylediklerimin kanıtıdır.

İnsanlarımızı birbirlerine düşman ederek kullanmaya çalışan ve belli bir süre için de bu haince taktiklerinde başarılı(!) olanların içersine düştükleri bugünkü durum gözler önündedir.

DYP’li Mehmet Yavuz adlı Mehmet Ağar’cı bir pisliğin elinde oyuncak oldular. Hanefi Avcı artığı Şerif’e muhtaç kaldılar. İstihbarat örgütlerinin kucağında oturak oğlanı oldular. Dün ihbarcı, hain dedikleri insanların, 3.5 senedir yürüttüğümüz deşifrasyona katılmayıp sessiz  kaldıklarını gördükleri için, bugün onları yeniden ‘’yoldaş’’ diye anmaya başladılar. Ölülerimizi ve ‘’yaşayan ölülerimizi’’ çok seviyorlar(!), dirilerden ödleri kopuyor. Çaresiz ve zavallı bir durumdalar ve çırpındıkça da batıyorlar.

Defalarca çağrı yaptık.’’ Konuşalım, bu tarihi aydınlatalım, kim ne yapmışsa hesabını versin ve yaptıkları yanına kalmasın’’ dedik. Cevap verildi mi? Verilmedi. Samimi olan, kendisine güvenen ve sözlerinin arkasında duran böyle bir fırsatı kaçırır mı? Elbette kaçırmaz.

Biz birbirimizi eleştireceğiz, biz birbirimizi daha da ileriye taşımak için gerekirse acımasızca eleştireceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Geçmişimizi aşmanın, aşarak ileriye taşımanın yolu, samimiyetle diyalog ve dürüstçe eleştirmekten geçiyor. Devrimciler arası eleştirinin, devrimci normlara sadık kalınarak yapıldığı sürece yıkıcı değil yapıcı olacağına inanıyorum.