Şuanda 472 konuk çevrimiçi
BugünBugün3447
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11171
Bu ayBu ay11171
ToplamToplam10479595
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi 19 PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazar, 15 Ocak 2012 18:32


Çocukluk dönemimden THKP-C Acilciler örgütünden ayrıldığım 1988 yılına kadar yaşamımı anlattığım 18 bölümlük yazılarımın sonuncusunda şunları belirtmiştim ;

« …Bu yazı benim zorunlu bırakılmadıkça, örgütümüzün adı arkasına saklanarak, elleri yoldaşlarının  kanına bulaşmış iki-üç mücadele ve devrim kaçkını, işbirlikçi-muhbir ile ilgili yazdığım son yazıdır. 1988 yılında bu örgüt ile yollarımı ayırdım ve örgütlü yaşamıma başka devrimci yapılarda devam ettim. Bu devam edişim mezara kadar sürecektir. Örgütlü ya da örgütsüz, devrimci gibi yaşamayı ve gereğini yapmayı kendime ilke edinenlerdenim. Yaşamım boyunca ne biat ettim, ne de kimseyi biata zorladım. Bu tutumumdan dolayı da yukarda tanımladığım bizim topraklarımızda boy veren biatçı örgüt anlayışları ile hep kavgalı oldum ve katıldığım örgütler içinde de hep muhalif oldum. Ancak örgütsel görevlerimi de yeteneğim ve gücüm oranında harfiyen yerine getirdim.

Benim anlayışımda baş ve ayak ayrı ayrı değildir. Kimileri ne yalnızca  baş, kimileri  ne yalnızca ayak değildir, vucut başıyla ve ayaklarıyla, kollarıyla bir bütündür. Biri eksik olduğunda bünye sağlıklı işlemez. Yapmak istediğim bildiklerimi gelecek kuşaklara aktarmaktan ibarettir. İçinde 13 yıl yer aldığım bir örgütün içine düşürüldüğü durumun nedenlerini bildiğimce ortaya çıkarmaktır. Bütün devrimcilerin de yapması gerekenin bu olduğuna inanıyorum.

« Hatalarımızı, eksikliklerimizi anlatmayalım, düşmanlarımız bunu kullanır, genç kuşaklar olumsuz etkilenir » anlayışının arkasına saklanarak, yoldaşlarına kurşun sıkanları, örgüt olanaklarını gasp edenleri teşhirden geri durmak,  aynı suçlara bulaşmış olma korkusundandır.  Başkaca bir izahı olamaz, kol kırılır yen içinde kalır anlayışı günümüzde geçerli değildir. Artık iletişim çağında yaptığımız hataların üstünü örtme şansımız da bulunmuyor.

Burada sonlandırırken bilinmelidir ki, ben ve benim gibi bu süreçte yer alan yoldaşlar olarak hepimiz ; Poliste, işkencehanelerde muhbirlik ve ajanlığı kabul etmemeleri koşuluyla, direnmiş olsun, çözülmüş olsun, Ömrünün en güzel yıllarını zindanlarda geçirmiş olanların ve  her ne sebeple olursa olsun yurt dışına çıkan yoldaşların emeklerine saygılıyız. Bir ömrü devrime adamış olanların hatalarından dolayı yok sayılmalarına müsaade etmedik. Yüzlerce yoldaşımızın  bu mücadeleye güçleri oranında katkı yaptıklarına tanığız. Sezarın hakkının sezara verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Mücadelemizde isimsiz yüzlerce kahramanımız olduğunu biliyoruz…. »

Evet şimdi kaldığım noktadan devam ediyorum, süreçte hatırladıklarımı yazmayı sürdürüp günümüze kadar geleceğim. Sonrasında da bir daha geriye dönüp 40 yıllık mücadele sürecindeki deneyimlerimi ve bire bir yaşanmışlıkları gelecek kuşaklara bırakmak için kitap haline getireceğim. Artık bireyleri ele alarak bir değerlendirme yapmaktan daha çok ortaya çıkan anlayışları eleştiriye tabi tutmak ve bir de kişinin kendi oto kritiğini yapması daha anlamlı olacaktır diye düşünüyorum.

Kendi açımdan değerlendirirsem, samimi davranışa oldukça inanan, erken gaza gelen, heyecanlı bir yapıya sahibim, ağzı güzel laf yapan, ajitatör söylem sahiplerinden daha çok etkilenirdim. Karar alışta ince eleyip sık dokuyan bir yapım çok istememe karşın hiç olmadı, zeki olmama karşın araştırmalarım hep yüzeysel kaldı. Yani kısaca bazıları gibi akıl ile değil hep duygular ile hareket ettim. Mesela Engin Erkiner ayrılığında doğal olan benim de onunla birlikte ayrılmamdı. Karşı tarafın yetmez olduğunu biliyordum, bana güven veren insanlar değildi. Ancak o dönem benim için belirleyici olan hapisteki yoldaşların tutumu idi ve onlarla dolaylı yollardan geliştirdiğim ilişkilerden sonra, onlarında örgütte kalarak düzeltebiliriz tutumu aldıklarını öğrenince ben de Engine karşı tutum aldım ve örgütte kaldım. Benim için Haydar Yılmaz , İ. Yalçın, İ. Büyüker, Eşber Yağmurdereli başta olmak üzere tanıdığım tüm cezaevindeki yoldaşların tutumu belirleyicidir diye düşünüyordum. Oysa yıllar sonra öğreniyorum ki, onlar da aynı şekilde yurt dışına çıkan yoldaşların tutumuna bakarak tavır belirlemişler, yani tamamen duyguların ağır bastığı bir tutum örneği. Ben de  bir kez daha bilinç ile değil, duygular ile hareket etmiştim. Bununla da kalmamış ve ayrılmak isteyenleri ikna için epey uğraş vermiştim. Ayrılanları karalamaktan geri kalmamıştım. O dönemin bilinç düzeyi ile ancak insanların duygularına hitap ederek iknaya çalıştık.

Yine Engin’in ayrılmasından sonra Suriye’de de birçok arkadaş ayrılmaya başlamıştı. Adil, Hakan, Cabir ve daha birçok yoldaş ayrıldılar diye örgüt tarafından tutuklanınca, Müntecep yoldaş bu yoldaşları örgütün elinden almak için harekete geçer, Lazkiye’ye giden Müntecep Mihrac’ı bulamaz ama Salihi görür ve hesap sorar, Salih orada müntecep tarafından dövülür. Ardından Müntecep tutuklu yoldaşların olduğu örgüt kampına gider. Orda da yöneticileri bulumayınca alandan ayrılmak ister. Ancak tam gelen minübüse bineceği sırada örgüt yanlısı biri tarafından  kaza (!)  ile vurulur. Salih ara sıra baş kaldırınca kendisine hep Müntecep hatırlatılmış ve biz senin için adam vurduk diye uyarılmıştır.

O dönem örgüt  FKBDC (Faşizme Karşi Birleşik Mücadele Cephesi) üyesidir. Mihraç hemen cenazeye sahip çıkarak Müntecep’in cenazesini kaldırır. Yani Ortadoğu komploculuğunun klasik tutumu öldür ve merasimini yap geleneğini sürdürür. Ancak FKBDC bunu yutmaz ve Acilciler örgütüne ihtar cezası verir. Bir bildiri basar ve tüm alanlarda dağıtır. Bu dönem de ben de Paristeki FKBDC Birlik Komitesi üyesi idim ve bu durum benim de katıldığım toplantılarda dile getirilerek bizden öz eleştiri istendi. Tabii ben örgütün tutumunu dile getiriyordum, « bu olay örgütümüzün planladığı bir olay değildir, tamamen kendiliğinden gelişen, bilinçsiz bir unsurun bireysel tavrıdır » oysa yıllar sonra Suriye’den Avrupa’ya gelen yoldaşların anlatımlarından Müntecep’in başını çektiği önemli bir ayrılığın yaşandığını, bunu önlemek için böylesi bir olayın geliştiği anlatılıyordu. Neyse bu konular değişik arkadaşlarca defalarca dile getirildi.

Benim değinmek istediğim beni adım adım örgütten uzaklaştıran bir sürecin belirleyici olaylarını dile getirmek, Müntecep Olayı, ardından öğrendiğim Günay’ın ayrılığı, Mürüvet’in kavga ederek Suriye’den ayrılışı gibi olaylar hep kafamda soru olarak duruyordu. Bunlara ek olarak Hanna yoldaşın ölümü işin üstüne tuz biber ekti. Artık fiilen örgütte görünmeme rağmen özde kendimi ayırmıştım. Sadece ayrılmak için uygun bir ortamı bekliyordum. Hemen ayrılırsam ülkedeki yoldaşların beni anlayamayacağını düşünüyordum. 1985’ten itibaren örgüte, içerdeki yoldaşlara yeterince sahip çıkılmadığı konusunda baskı yapmaya başladık, Paris’te ben, M.Burgaz başta olmak üzere onlarca yoldaş sürekli baskı yapıyorduk. Nitekim örgütten somut bir girişim göremeyince M.Burgaz öncülüğünde cezaevleri ile ilgili bir komite kurarak, zor durumdaki yoldaşlara maddi yardım yapmaya başladık. Bunu birilerine rağmen yapıyorduk. O dönem Haydar Yılmazı’ın cezaevinde ayağının kesileceğini öğrenmiştim. Bu konuda örgüte çeşitli öneriler götürdük, nitekim zorlamamızla Cephe dergisinde cezaevlerindeki yoldaşlara sahip çıkan yazılar yayınlanmaya başlandı. Ancak iş gelip maddiyata dayandığında  Mihraç’tan tık yoktu. Ne yapılmışsa duyarlı yoldaşların bireysel katkıları ile yapılmıştır.

Zaten eşim Hanna ölür ölmez hemen örgüt ile ilişkilerini bitirmişti. Ben ise hep işi ağırdan alıyordum, umudum vardı veya umutlu olmak istiyordum. Sürekli cezaevleri ile haberleşmeye çalışıyordum. Onların tutumu benim tutum belirlememde belirleyici olacaktı. Ancak ordan da hep bekleyin çıkacağız, geleceğiz, düzelteceğiz genellemeleri dışında bir haber gelmiyordu.  Geçerken belirteyim ki, 1986  sonunda gerçekleşen birinci kongre de, esas olarak tabanın zorlaması ile düzenlenmiştir.

1986 kongresi benim için içerdeki yoldaşların da temsil edildiği işlerin tüm olumsuzluklara karşın düzelebileceği bir toplantı olacaktı. Kendim de bu kongrenin doğal delegesi idim. Çünkü MK yedem üyesi idim. Ancak çağrılı olmama karşın güvenmemekten kaynaklı bu kongreye katılmadım. Güvensizliğim örgüte değil, yoldaş katillerine idi. Kendi öneri ve eleştirilerimi yazılı olarak M. Burgaz’a teslim ettim. Kongrede bulunamasam da, düşüncelerimin dile getirilmesini istiyordum. Bu kongreden büyük bir çıkış bekliyordum. Bunun için hayatımda ilk defa politik davranarak sevdiğim, sevmediğim tüm yoldaşları yüceltici terimler içeren bir kutlama mesajı da gönderdim. Tabii en çok da genel sekreter Mihraç Ural’ı övüyordum, çünkü her şeye rağmen bir ahde vefa duygusu taşıyordum. Ama bu tutumumun bile bir gün bana karşı kullanılacağını hiç aklıma getirmezdim. Benim tutumum örgütsel bir tutumdu ve bizden umut bekleyen ülkedeki genç yoldaşlara bir moral amacı taşıyordu. Bir şeyi de itiraf edeyim ki, bu ekibi yıllarca birlikte olmama karşın, aynı çalışma sahalarında bulunmadığım için yeterince tanımıyordum. Diyebilirim ki, ancak örgütten ayrıldıktan yıllar sonra tanıdım bu temel takımı.  Tanıdıkça da, kendime daha kızdım kimlerin peşinde sürüklenmişim diye. Fakat tek tesellim, diğerleri gibi biat eden bir tutumu hiç bir dönem kabul etmemektir. 1. Kongre sonuçlanmış ve aralarında H. Yılmaz ve İ. Yalçın’ın bulunduğu MK’da yeniden yedek üye seçilmiştim, bize ulaşan haberler yeterli olmasa da önemli kararların alındığıydı. Ülkeye daha çok önem verilecek, Örgüt Suriye vesayetinden kurtarılacak ve mal varlığı başka alanlara kaydırılacaktı. MK’ya seçilenlerin önemli bir kısmı ülkeye  dönecek vs.

Ancak aradan bir yıl bile geçmeden alınan hiç bir karar yerine getirlmedi. Kongre’de delegelerin tutumundan çekinen Mihraç, Ali Sönmezi tasfiye edememişti ama, Sönmez kendi olanaklarıyla Avrupa’ya gelmişti. Ardırdan İ. Yalçın da Avrupa sorumlusu olarak Fransa’ya geldi. Işte dananın kuyruğu da bundan sonra koptu. Gelecek yazıda da bu iki yoldaşın gelişi ve sonrası olayları ele alacağım.