Şuanda 197 konuk çevrimiçi
BugünBugün3294
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11018
Bu ayBu ay11018
ToplamToplam10479442
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi (21) PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 13 Şubat 2012 23:58


Geçen bölümde de belirttiğim gibi 1988 ayrılığımız ideolojik  değil daha çok örgütsel işleyiş ve insan ilişkileri ağırlıklıdır.  Esasında ülkemiz solundaki hemen birçok ayrılığın altında yatan gerekçeler de aynıdır. Örgütsel işleyişle ilgilidir. Önderlik  etme hastalıkları ile ilgilidir. Küçük olsun benim olsun mantığının eseridir.  Bakınız 1988 ayrılığı sonrası kaleme aldığımız  “THKP-C Acilciler’den  Ayrılıklarımız”  isimli Nisan 1989’da yayınlanan broşürde olaylara nasıl yaklaşıyoruz.

 “Tarihçesinden ve yaşanılan olaylardan da anlaşılacağı gibi THKP/C Acilciler tarihi, örgüt olup olmamam tarihidir. 12 Eylül öncesi süreçte örgüt olup olmamayı iradi müdahale ile aşamayan örgüt yapısı, 12 Eylül sonrasında bunu aşma yönünde atılan olumlu adımlara karşın; mücadele  alanından uzak oluşun ve yenilgi sonrası yapıda oluşan çürümenin etkisi, önderliğin ideolojik-politik yetmezliğinin yarattığı olumsuz tablo sonucu tüm çabalara karşın örgüt olamamıştır. Birçok diğer yapı gibi Acilciler de yaşanan çürümeden payına düşeni almıştır. Bu çürüme tepeden yaşandığı için de örgüt, gelinen noktada kendini yenileme şansını yitirmiştir. THKP-C Acilciler’in bugünkü önderliği, geleceğe yönelik ideolojik-politik çözümlemeleri yapacak bir formasyona sahip değildir....

Bugünkü yapı anti demokratiktir, kollektif değil bireycidir. Tutarlı bir siyasal hatta sahip olunmamıştır. Var olan birçok siyasi yapıdan ayrı olmayı gerektirecek bir özgünlüğü yoktur. Bunları önceden saptayan bizler, ayrılmadan önce son olarak, bu yapının feshedilmesi önerisini de yaptık. Ülkede bulunan tüm yapıların tek başlarına işçi snıfını örgütleme ve devrime yöneltme kapasitesinden yoksun olduğunu, birlik gerektiğini ve bu birliğin var olan örgüt yapılarından her  hangi birinin bünyesinde değil, bunları da kapsayan ancak yapıları  aşan yeni bir yapılanma ile olanaklı olduğunu söyledik ve söylüyoruz.”  (sayfa 22-23)

Ayrılığımızı böyle özetlemiştik, elbette 40 sayfalık broşürde ayrılığımızın gerekçelerini anlatırken  sadece örgütümüze değil, genel devrimci harekete yaklaşımımızıda anlattık ve oradan değerlendirerek Acilciler yapısından ayrılığı izah ettik. Bu broşürün tümünü yakında yayınladığımızda, bir çok konudaki haklı bakışımızın bugünde geçerli olduğunu okuyucu görecektir.  Broşurün “THKP-C Acilciler’in Kısa Tarihi ve Ayrılıklarımız” bölümünde bakın neler söylenmiş;  “... örgüt 1977 Ağustosunda İstanbul’da geniş çaplı bir polis operasyonuna uğrayarak büyük bir darbe yedi... Ağustos operasyonunu 1978 Şubat/ Mart darbesi izledi... 1977 sonlarında çıkan CEPHE dergisi ile örgüt içerisinde ideolojik tartışmanın cezaevi merkezli bir süreçle devam edip boyutlanmasıdır. Bu tartışmalarla örgütün eylem çizgisi ve THKP/C sorgulanmaya başlanmıştır. Örgüt ilk kez silahlı propaganda, halk savaşı, kemalizm, demokratik halk devrimi, vb. Konularda THKP/C çizgisinin yetmezliğini eleştirmiş ve bunları aşan yeni görüşler getirmiştir.

Bu tartışmalar 1979 başlarında yeni bir bölünmeyi gündeme getirdi. İstanbul bölgesinde başı çekilen bu ayrılık, kendini Halkın Devrimci Öncüleri olarak adlandırdı. Bu durum daha önce THKP/C/HDÖ Acilciler olarak adlandırılan örgütü ad olarak bölüyor ve örgüt bundan böyle kendini THKP/C Acilciler olarak adlandırıyordu.

Bölünme iki örgüt arasında bir eylem yarışı başlattı ve bunun  sonucunda her iki yapının 1979 sonunda yediği darbelerle onlarca kadrosu cezaevine girdi... kadrosunun büyük bir bölümü cezaevine giren örgüt, bir dönem geri çekilip yeniden toparlanmak amacıyla birçok yönetici ve kadrosunu Orta/Doğu’ya çıkardı. Amaç belili bir güç birikiminden sonra ülkeye dönüp kalınan yerden devam etmekti. Bu amaçla ülkeden çıkarılan birçok insan Filistin kamplarında eğitime tabi tutulmuş ve 81-83 yıllarında onlarca insan ülkeye gönderilmiştir. Ancak ülkede uzun erimli, yerleşik ve yaşamın dışına düşmeyecek biçimde bir yapının yaratılması perspektifi yeterince oluşturulmadığından ve ülkeye dönüldüğünde bu zor alanlarda görev yapan arkadaşlara yeterli ilgi gösterilmediğinden bu dönemdeki ülkeye dönüşlerin, denilebilir tümü, yakalanmalarla sonuçlanarak bugün bile üzerinde kafa yorulması gereken ilginç bir tablo ortaya çıkmıştır. Örgüt tarihine yakalanmalar ve ayrılıklar tarihi dedirtecek tarzdaki gelişmelere 1982 ortalarında bir yenisi eklenmiş, Orta Doğu ve Avrupa’da önemli bir ayrılık daha yaşanmıştır.” (sayfa 15-16)

Yukarda saydığım gelişmeler neden  yetmez kişiliklerin örgüt yönetimine egemen olduğunu anlatıyor, sürekli operasyon yiyen, sürekli ayrılık yaşayan bir örgütte dönem dönem hiç hak etmediği halde birçok insanı örgüt yönetimine getirmiştir. Bizde de olan budur, hak edilmiş bir merkezi yapı ve önderlik oluşmamıştır. Bu tüm niyetlerden ötedir. İdeolojik-politik donanım sahibi insanlar değil, pratikte bir iki çata-pata eylem gerçekleştirmiş insanlar  veya önder geçinene yalakalık yapan çapsızlar revaçta olmuştur. Gelişememenin, örgüt olamamanın altında yatan bu çapsızlar topluluğunun fırsatlardan yararlanarak örgütün tepesine çöreklenmesidir. Broşürden devam edelim:

“12 Eylül öncesi dönemde pratik mücadelede öne çıkan insanlar, doğal bir biçimde bölge komitesi üyesi sayılmış ve bu komitelerden oluşan bir örgüt yapısı ortaya çıkmıştır. 12 Eylül sonrası yurtdışına çıkanların bir araya gelerek kendini “merkez” ilan etmesiyle başlatılan, örgütsel yapının yeniden oluşturulma süreci, bugünkü gelinen noktanın da başlangıcı olmuştur. 1981 yılında adına “Genişletilmiş Merkez Komitesi Plenumu” dedikleri bir toplantıyla - cezaevlerinde yatan bir kaç yoldaş da  dahil edilerek -  ( Bazılarına meşruiyet kazandırmak amaçlı olarak ya yurt dışından yada cezaevinden bulunulan alana müdahale olanağı olmayan yoldaşlar “şef”in eliyle oluşturulan MK’ya seçilerek zevahir kurtarılmıştır. Benim notum) merkez komitesi, seçilmiş(!) bir organ olarak ilan edilmiştir. Bu toplantı sonrası doğal olarak birçok yoldaş tepki göstermi; hangi kıstas ve yetkilerle bu insanların kendini seçilmiş bir organ olarak ilan ettiklerini sormuştur.  Ayrılığın en büyük gerekçesi de bu tür davranışlarla kendini ortaya koyan bu mantığa karşı çıkıştır.

1984’lere dek yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, örgütümüzün 1981’de almış olduğu konferans kararları ve Anadolu Komünistlerinin birliği için Anadolu Komünist Partisi (AKP) nin kurulması kararı, diğer yandan ülkeye dönüş temelinde Filistin kamplarında eğitim yapılması ve Leninistleşme süreci gibi nedenler, gelişim dinamiklerinin olanaklılığını ifade ettiğinden, herşeye karşın örgütsel bütünlüğün yanında yer alınmasını sağlamıştır.

Ancak 1982 ayrılığının hemen arkasında ülkeye dönüşler, yerini Avrupa’ya çıkışa bıraktığı gibi, Filistin kamplarından da çekilmeyle birlikte, istem ne olursa olsun, ülkeye yönelik mücadelenin bir süre daha ertelendiğini gösteren bir yönelişe girilmiştir.

Mücadele alanlarından uzak kalış yavaş yavaş etkisini göstermeye başladığında politik üretkenlik  gerilemiş, aylık yayın organı periyodik olarak çıkarılamamış, cezaevlerindeki yığınla direngen militana dahi ilgisiz kalınmış ve giderek insanlar birbirlerine karşı politika üretir duruma gelmişlerdir. Kollektivizmi yaşama geçirmeye çalışan, organsal işleyişi savuna, kongre toplanması için örgütü zorlayanlarla “örgütümüzün yapısı kollektivizmi kaldırmıyor, bu aşamada seçimle işbaşına gelmiş organlar oluşturamayız” zihniyetiyle bireyciliği savunanlar arasında bir mücadele başlamıştır.  Bugün de egemen olan bu anlayış ile muhalefet edenler arasında süren tartışmalar, çeşitli dönemlerde örgütten ayrılan veya atılanları da kapsayarak 1988 ortalarına dek sürmüştür.

Acilciler örgütünden daha önce de birçok insan ayrıldı. Bu yoldaşlar ayrılmalarına karşın, uzun yıllar başka bir yapıya girmeden örgütü gözlemenin yanı sıra, örgütteki kimi yoldaşlarla da dirsek temaslarını eksik etmediler. Ayrılığımızdan önce de bu yoldaşlarla yaptığımız görüşmelerde onları, yeniden örgütle bütünleşmeleri yönünde ikna etmeye çalıştık. Bu yoldaşlar örgütün yapılacak kongre ile düzeleceğine inanarak hep kongreyi beklediler.

Ancak kongre beklenene yanıt vermekten uzaktı. AKP’nin (Anadolu Komünist Partisi) kurulması beklenirken tersi olmuş, örgüt geldiği çizginin de gerisine düşmüştü. THKP-C çizgisi teorik olarak aşılmasına ve THKP-C adının bilimsel olmadığı, işçi sınıfı hareketinin sahip olduğu ideoloji doğrultusunda bilimsel bir adın alınması gerektiği düşüncesi belirtilmesine karşın yapılan kongre “THKP-C Kongresi” olarak adlandırılmıştır. Komünistlerin dağınık olduğu gerçeğinden hareketle savunulan Anadolu Komünislerinin birliği şiarı unutularak, örgüt tek komünist güç olarak gösterilmiştir. Geçmişte dışımızdaki THKP-C kökenli hareketleri sol pasifist olarak gören örgüt tek birlik çağrısını, o da THKP-C Acilciler çatısı altında olmak koşuluyla, bu yapılara yapmıştır.  Bir yanda AKP’nin kurulması önerisi ( ki bu satırların yazarı olan ben başta olmak üzere tüm ayrılan yoldaşların savunduğu ) getirenlere “bu yapımızla parti olunmaz” derken, öte yandan “tek komünist örgüt biziz ve komünistlerin birliği THKP-C Acilciler örgütünde gerçekleşecektir” kararı alınmıştır.(sayfa 16-17-18) (sevgili Ahmet Kaya’nın deyişiyle bu ne yaman çelişki anne)

bu belgelerimiz sayesinde inanıyorum ki, okuyucular neden hala üzerinden 24 yıl geçmiş bir kongrenin belgeleri, alınan kararlar, gelen mesajlar, yoldaşların raporları, öneri  ve eleştirileri yayınlanmıyor veya yayınlanamıyor anlayacaktır.  Bugün ajan ilan edilenlerin kimler tarafından MK’ya önerildikleri de  açığa çıkar, kim kiminle ne için işbirliği yaptı anlaşılır, korku bundandır.  Bugün kongre toplamakla övünenlerin aslında hiç bir zaman kongre istemedikleri ortadadır. O kongre baskı ile taban örgütlerinin baskısı ile toplanmış şekli bir toplantıdır, alınan kararlar yayınlanmadığı için Kadüktür, yani geçersiz bir kongredir. Çünkü bu kongre kararlarını uygulamaya çalışanlar o dönem 1988 yılında ayrılanlardır. Kararları  geçersiz hale getiren de bugünkü örgütsüz sekretertir. Broşüre devam ediyoruz

“tüm bunların yanısıra kongre öncesi hiçbir birimde delege seçimi yapılmamış, delegeler MK tarafından belirlenmiştir. Anti demokratik bir platformda gerçekleşen kongreye karşın son olarak ayrılan yoldaşlar kongrede alınan kararları uygulamak ve 2. Kongreyi de örgütleyebilmenin şartlarını yaratmak amacıyla, Türkiye ve tüm alanlarda çalışmalara olanca güçleriyle katıldılar.

Ancak örgüt önderliği kongrenin sonunda yayınlanması gereken “kongre karar”larını yayınlamıyor; örgüt, kongre kararlarına göre değilde “şef”in emirlerine göre yönetiliyordu. Böylece, seçimle geldiği söylenmesine karşın MK’nın hiçbir pratik işlerliği kalmadığı, anti demokratizmin yapısallaşmış olduğu görülüyordu.

Kongre öncesi feshedilen örgüt birimlerinin yerine kongre sonrası bile atama yapılmaması, örgüt organlarının kendi tüzüğünü her an yeniden çiğner duruma gelmesi gibi bir karışıklık ortamında, örgüt merkezinin görevinin örgütten insan atmak olduğu ortaya çıkıyordu. Genel sekreterlik ve bir kısım MK üyelerinden oluşan şürekasının, pek çok alanda genel sekreter aleyhine konuşulduğu gerekçesiyle, sonuçta tasfiyeciliğe dönüşen tavırlara girdikleri gözlemleniyordu.

1988  ortalarında Batı Avrupa’da bulunan sınırlı sayıda örgüt üyesi yoldaşların zorlamasıyla yapılan toplantıda seçilen örgüt sorumluları, genel sekreter dışındaki tüm MK üyelerinin de hazır bulunarak onayı olmasına karşın, aynı gün genel sekreterin bu durumu onaylamadığını öne süren ve “genel sekreterin sözleri emirdir” diyerek kararından vaz geçen iki MK üyesinin Avrupa örgütünü tasfiye etmekteki çabaları dikkate alınırsa sorunun boyutlarının daha kolay kavranacağı ortadadır. Batı Almanya ve Hollanda örgüt birimleri tamamen, Fransa örgüt birimi ise  büyük oranda bu gerekçe ile bitirilmiş, herşeye karşın direnerek ayrılmayan yoldaşların kişilikleriyle oynanır olmuştur. Bu durum karşısında olması gerekeni, tüzüksel işleyişi öne çıkaranlar örgüt düşmanı ilan edilerek örgütten uzaklaştırlmış, sekretere yapılan her uyarı ve eleştiri ise örgüte küfür olarak kabul edilip, bu eleştirileri getirenler etkisiz kılınmaya çalışılmıştır.

Tüm bu yaşananlara karşın,örgütsel bütünlüğü koruyarak olumlu dönüşümleri gerçekleştirme umudunu yitirmeyen bizlerin, olumsuzluğu dönüştürme kanallarını saptayarak düşüncenin, yönelişin mihenk taşlarını oluşturacak önerileri sürdü. Örgüt MK’sına sunulan bu öneriler; MK çoğunluğunun ülkeye aktarılması, örgüt maliyesinin MK kontrolüne devredilerek Türkiye’deki çalışmaların ölçü alınması yönünde kullanımının sağlanması, cezaevlerinde bulunan yoldaşlarla maddi-manevi dayanışmanın gerçekleştirilmesi, legal bir yayın organının zaman geçirilmeden çıkarılarak çalışmalara hız verilmesi, haksız olarak MK’dan atılan bir yoldaşın yeniden MK’ne alınması ve tüm Avrupa ülkelerinde bulunan, haksız yere örgütten tasfiye edilen yoldaşların yeniden örgüte katılmaları yönünde resmi bir çağrı yayınlanması, açıklık politikasının benimsenmesi ve ayrı düşüncelerin örgüt yayınlarında dile getirlmesi şeklindeydi.

Ancak her türlü yapıcı yaklaşım ve öneri “pazarlık yapıyorsunuz” gerekçeleri ile geri çevrilmiş,  “sesinizi çıkarmayın, ayrılın” denerek oluşturulmaya çalışılan tüm birlik noktaları anlamsızlaştırılmıştır.  Görüldüğü gibi THKP-C Acilciler merkezi, tarihinde kollektif işleyişi yaşama geçirememiş, keyfilik, şeflik ilişkileri ilke edinilerek örgüt kişiler tekkesine çevrilmiştir.

Birçok defalar örgüt üyelikleri keyfi kararlarla feshedilmiş, örgütün kuruluşundan bu yana örgütte çalışan yoldaşlara defalarca örgüt üyelik fişleri doldurtulmuştur. Bugün “üyesin” denilenlere yarın “sen hiç üye olmadın” denilebilmiştir. Kongrenin üzerinden iki yıl geçmesine karşın kongre kararlarının yayınlanması bir yana, basıldığı söylenen devrim programına MK yedek üyelerinin bile sahip olması mümkün olmamıştır. Aynı şekilde tüzükte üyelerin eline geçmemiştir.

“Demokrasiyi yaşamamış bir ülkenin devrimcileriyiz” diyen genel sekreter, bu düşüncesine parelel tutum ve davranışlarıyla örgüt içi demokrasinin yaşamasının önünde engel oluşturarak hep örgüt içinde örgüt gibi davranmış, hiçbir organı ciddiye almamış, her istediğini organlara danışmadan hayata geçirmenin koşullarını yaratmayı kendisi açısından yaşamsal bir görev saymıştır.

Örgüt içerisinde ortaya çıkan bu şef örgütlenmesinin, ideolojik-politik alanda sergilediği ise tam bir makyavelizm olmuştur.... 1981’de komünistlerin birliği için ittifak kurduğu (ittifakı bozmanın bir namus meselesi olduğu yeminiyle) TKEP ile, hiçbir ideolojik gerekçe göstermediği, 1982’de ayrılanların bu örgüte gitmesi üzerine ittifakı bozmuş ve ulusal sorunda görüşlerinden de etkilendiği TKEP’i demokrat olmamakla suçlayabilmiştir. Dün programlarının birçok konuda çakıştığını söylediği TKEP’i, bugün yok olmaya mahkum bir ara akım olarak ilan edebilmiştir.

PKK’nın 1984 atılımı sonrası, Acilcilerin yazmış olduğu yazılarda, PKK savaşçıları “Paris Komünarları”na benzetilerek, bu mücadele biçimiyle başarıya ulaşmanın olanaksızlığı belirtilmiştir. Ancak bugün elde edilen başarılar karşısında kuru övgüden başka bir şey söylenmemektedir.” (sayfa 18-19-20-21-22)

Evet broşür böyle devam edip gidiyor, yeni insanı, sosyalist insanı tarif ediyor ve özelde Acilciler örgütünü, genelde tüm devrimci hareketi yeni insanı oluşturmaya davet ediyor. Çağdaş olunmadan, yenilikçi olunmadan, paylaşımcı olmadan, tepen emirlerle insanları yönetmenin miadının dolduğuna işaret  işaret ediyor. Bundan 24 yıl önce bunları söyledik,  dışarıdan devrim modelleri ithal edilerek devrimin olmadığını, geçmişine sahip çıkılmadan, tarihi kendisinden başlatarak başarılı olunamayacağını, nitekim olunamadığını söyledik.  Ülkemiz solunun bir yenilenmeye ihtiyacı olduğunu söyledik, yenilenmeye örgütlerin tepelerinde başlanması gerektiği gerçeğini dile getirdik. Ayrılıkların altında yatan gerçeğin ideolojik olmadığını, daha çok yeni ile eskinin mücadelesi olduğunu, despot ile demokratın kavgası olduğunu vurguladık. Şimdi dönüp baktığımızda, başarılı olanların kendisini yenileyenler olduğunu görüyoruz, eskide inat edenlerin tahin tozlu raflarına kalktığını görüyoruz.

Bu yazı ile birlikte benim için artık bazıları dünde kalmıştır.  İsimlerini anmak bile benim için züldür. Onlar devrimci mücadele tarihimize suçlu olarak kaydedilmiştir. Ne kadar tahrik etselerde adları anılmayacaktır artık. Sadece kızılbaş Kürt Alevilerinin değer yargılarına göre yol düşkünleri olarak anılacaklardır. Bundan böyle  isimleri yol düşkünleridir ve kapılarına el verilmiş bir Alevi Piri olarak benim tarafımdan taş dikilmiştir, düşkün ile birlikte yol yürüyenler, selam verenler de düşkün olurlar. Korkmasınlar  inancımızda düşkün kaldırma cemleri vardır,  bugüne kadar komisyon çağrısı yaptık gelmediler, bari mensubu oldukları inancın Cemine  gelsinler,  Aleviler affedicidir, Alevilikte insan öldürme yoktur,   Alevilikte en büyük ceza düşkün ilan ederek toplumdan dışlamaktır. Biz de bunları yol düşkünü ilan ettik. Kalkmak isterlerse bu yolun sürdürücülerine baş vururlar ve ayağa kalkarlar. Bizden yol ereni olarak uyarı yapmak bu kadardır. Bundan ötesi onlara kalıyor.  Artık bu tartışmanın içinde  bireyleri hedef alan yazılarla olmayacağım, anlayışları değerlendireceğim, belgeler yayınlayacağım, daha çok güncel politika ile ilgileneceğim. Sadece kendi yazdıklarımdan sorumluyum. Ama haksızlığa uğrayanların her zaman yanında olmayı insan olmanın gereği sayarım.

Önüne geleni, Aptal, Joker, Kılçık, Ajan, Muhbir olarak sıfatlandıran, “ayaklarının altına alıp bir sigara gibi ezen”  psikopat kişiliklerle  tartışma yürütmenin kimseye faydası yok artık, ipliği pazara çıkmıştır, kaderi ile baş başa bırakılmalıdır.  Adını anmak gündemde tutuyor. Oysa o artık yoktur.  Çılgınca hakareti bundandır.  Engin ile İbo tek bırakılsaydı çok sevinecekti. Ancak tek kalan kendisi oldu.  Sormazlar mı?  Sen Haydarların gölgesi bile olabilir misin?  Yüreğin yeter mi onlara  yaklaşmaya,  örgüt tarihimiz  kimin yürekli, kimin ödlek olduğunun belgeleri ile doludur. Buldukça yayınlayacağız.  Kim aptal kim zeki, kim joker, kim gerçek aktör öğrenildi, öğrenilecek. Kim devrimin içine salınmış kılçık, kim devrim için bedel ödemiş ortaya çıktı, daha da çıkarılacak. Yol düşkünleri susuncaya kadar peşleri bırakılmayacak. Ama yine söylüyorum artık tarafımdan bunların ismi anılmayacaktır.  Gelecek yazımdan itibaren Acilcilerden ayrılığım sonrası yaşamımı kaleme alacağım, bakalım kim devrimcilik yapmış, kim halkına hizmet etmiş, kim yan gelip yatmış birlikte göreceğiz.