Şuanda 470 konuk çevrimiçi
BugünBugün3446
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11170
Bu ayBu ay11170
ToplamToplam10479594
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi - 22 PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazar, 26 Şubat 2012 21:31


1988 yılı sonlarında  1975 yılından itibaren içinde yer aldığım THKP-C Acilciler örgütünden resmi olarak ayrılmıştım,  iyisiyle kötüsüyle, 13 yıllık örgütlü yaşamım sona ermişti.  Şimdi yeni bir yapıda en alttan başlayarak devrimci mücadeleme kaldığım yerden devam edecektim.  25 eski yoldaş ortak bir broşür yayınlayarak bundan böyle örgütlü yaşama kendimize en yakın bulduğumuz TKEP saflarında devam edeceğimizi deklare etmiştik.  Bu kararımızın altında yatan nedenlerin başında, devrimcilerin birliği esprisi  geliyordu. Ayrılık sürecinde ayrı bir örgütlenmeye gitme düşüncesi de zaman zaman dile gelmesine karşın, bizler ısrarla solda birlik fikrini savunduk ve bu nedenle  kendimize en yakın bulduğumuz yapıda yer alma kararı aldık.

Yayınladığımız broşürde de anlaşılacağı gibi, ülkemiz solundaki bölünmenin esas olarak ideolojik ayrılıklardan kaynaklanmadığını, küçük olsun benim olsun mantığı ile hareket eden liderlik sevdalısı tiplerin bu bölünmede büyük rol oynadığını tesbit etmiştik.   Ülkemizde esas olarak devrimci sol yapılanmada üç ana akım bulunuyordu bu akımlardan ikisi  dış kaynaklı idi, birisi  Maocu çizgi, birisi Sovyet çizgisi, bir üçüncüsü de ülkemizin özgünlüğünü biraz kavramış ama bunun yanında Latin Amerika devrim deneylerinden de etkilenmiş THKP-C  çizgisi idi.  Elbette bu üç çizginin aralarında yer alan irili ufaklı örgütlenmeler de mevcuttu.  Yani ideolojik ayrılıklar ancak bu üç çizgi arasındaki ideolojik ayrılıklar olabilirdi. Bu üç akımdan birbirine katılım yok denecek kadar az olmuştur. Ancak her üç akım da kendi içinde onlarca örgütlenmeyi barındırıyordu.  Hatırlayanlar  bilir birbirinden ayrılan bu örgütlerin ilk işlerinden biri diğer yapıda öne çıkmış insanları fiziki olarak tasfiye etmek ve ardından öbüründen daha çok askeri eyleme girişmek. Hesapsız kitapsız bir şekilde yapılan eylemler sonrası yenilen darbelerle bir çok yapı tasfiye olacak aşamaya gelmiştir zaman içinde.

Böylesi bir sol gelenekten gelen bizlerin de ayrılığı elbette ideolojik değildi. Ancak birçok sol yapıda olduğu gibi örgütümüzde de artık devrimci mücadeleyi yürütecek bir inanç kalmamıştı. Kendisini lider sanan bireylerin ülke devrimi amacı yerine kendi yaşamlarını kurtarmayı koydukları ve bu uğurda kendilerine engel olarak gördüklerine fizik olarak bile yöneldikleri gerçeği iyice ortaya çıkmıştı. Bizimkisi namuslu kalmış devrimci yoldaşlarımızı bu tiplerin elinden kurtarma operasyonu idi aslında.  Kendi sefil yaşamlarını  her şeyin önüne koyan ve bu yaşamı sürdürmek için yoldaş dediklerini kullanmaktan   ve gerektiğinde ortadan kaldırmaktan çekinmeyenleri kendi yandaşları bir kaç zavallı ile başbaşa bırakarak  tasfiyecileri biz tasfiye etmiştik.

Nitekim bu tipler 23 yıl boyunca ülkede örgütlü hiç bir çalışma yürütmemiş, bulundukları sahada  örgütümüzün gasp edilmiş değerlerini kullanarak servetlerine servet katmışlardır.  Bizim ayrılığımızdan sonra yine  başını Haydar Yılmaz yoldaşın çektiği son ayrılıkla bu tipler tek başına kalmışlardır.  Biz ayrıldıktan sonra da, gerek ülkede gerekse de yurt dışında yaşayan eski yoldaşlarımız ile ilişkilerimizi kesmedik, onlara maddi ve manevi desteğimizi sürdürdük. H.Yılmaz’ın özgürlük firarına elimizden geldiğince destek verdik. Onun sağ salim yurt dışına çıkmasına en büyük desteği verdik, hemde ajan diyerek iftira attığınız İ. Yalçın ile birlikte. Umarım bu yoldaş bir gün bunları anlatır.  İnanıyorum ki, bir gün bu firarda kim nasıl rol aldı, kim destek, kim köstek oldu?  Örgütten ayrılan bizler yoldaşın hala örgütte kalma ısrarına ne dedik açığa çıkar.

Evet artık bizler ayrı bir yapıda devrimci yürüyüşümüze devam ediyorduk, bir yıla yakın bulunduğum Fransa alanında TKEP’li yoldaşlarla sınırlı da olsa ilişki sürdürdüm, bazı faaliyetlere katıldım. Ancak bir taraftar konumundan  öteye geçecek bir çaba da göstermedim  ve süreç içinde hiçbir şey belirtmeden fiilen bu örgütten de ayrıldım.  Ayrılışımın altında yatan gerekçe bu süreçte Kürdistan’da yürütülen özgürlük mücadelesine kendimi yakın bulmamdı.  TKEP ise bu mücadeleyi olumlu bulmakla birlikte eleştiriyordu. Ben ise ta başından beri mensubu olduğum Kürt ulusunun PKK önderlikli yürütülen özgürlük mücadelesine hep sempati ile yaklaşmıştım. Acilciler saflarında bulunduğum dönemde bile bu hep böyle idi.  Zaten Acilciler belki de Türkiye sol hareketi içinde PKK ile ne ideolojik, ne de fiziki çatışmaya girmeyen tek örgüttü.  TKEP’li yoldaşlar ise 12 eylül öncesi özellikle Antep ve Adıyaman da bu örgüt ile çatışmışlardı ve doğal olarak tepkili idiler.

Ancak 1984 Ağustos atılımını Paris Komünarlarının  kahramanca direnişi olarak adlandıran Acilciler şefi ile de aynı düşünmüyordum ve nitekim tarih beni haklı çıkardı. PKK’nin sonu Paris Komünarlarının sonu gibi olmadı.  Kürt halkı dört parçada kahramanca bir mücadele yürüten PKK savaşçılarını bağrına bastı, bu hareketin saflarına evlatlarını şenlikler yaparak gönderdi. Kürt halkı kurtuluşunu bu hareketin başarısında gördü.  İşte böylesi bir ruh halinde olarak hep yeni bir arayışın içinde oldum.  Temel düşüncem, Kürt özgürlük hareketi ile ittifak yaparak  ülke devrimini omuzlayacak yeni bir örgütlenmenin içinde yer almaktı.  1990 yılına kadar bu arayışım sürdü.

1990 yılından itibaren ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)  merkez yayın organı olan Berxwedan gazetesinden arkadaşlar  aylık çıkan gazetelerinde makale yazmamı önerdiler, ben bu dergi kapatılana kadar düzenli olarak her ay yazdım. Yine bunun yanında  Türkiye’de yayın hayatına başlayan Toplumsal Kurtuluş çevresi ile eski yoldaşım  Heybetli vasıtasıyla ilişkiye girdim ve bu dergide de makalelerim yayınlandı. Bu çevreyi çok  önemsedim hemen her örgütlenmeden hala devrime inançlı onlarca kişi bu çevrede bulunuyordu ve herkesin ortak düşüncesi yep yeni bir örgüt yaratarak,  devrimci hareketin diri kalmış militanlarını bir araya toplayarak, Kürt Hareketi ile eylem birliği içinde aktif bir mücadele başlatmaktı.  Nitekim bir süre sonra Acilcilerden ayrılan H. Yılmaz yoldaşla aramıza katılmıştı.  Yine HDÖ’den birkaç yoldaş, THKO çevresinden, TKP’den, İşçinin sesinden, Dev-Yol’dan, TKEP’ten,    Aydınlık çevresi hariç hemen her örgütten insanlar dönem dönem bir araya gelip tartışma yürütüyorduk, bu tartışmalarımızı bazen yatılı olarak günlerce yürüttük.  Yine aynı dönemde solda birlik tartışmalarının yürütüldüğü, Engin Erkiner’in geçen yazılarında belirttiği toplantılara da katılıyordum.  Bu tartışmalarımıza Türkiye’den gelen birçok insan da katılıyordu.

Nitekim bu tartışmalar sonucunda Toplumsal Kurtuluş Dergisi etrafında örgütlenen arkadaşlar olarak Viyana  da yapılan  bir toplantıyla örgütlenmenin ilk adımı atılarak bir merkezi yönetim oluşturuldu. Bu yönetim ve sonrasındaki gelişmeleri gelecek yazımda dile getireceğimi belirterek bu konuya şimdilik nokta koyayım.

 Anlatmak istediğim, bazılarının ısrarla  tekrar tekrar söylediği, benim  ve benim gibi birçok eski yoldaşımın 23 yıldır örgütsüz olduğu, devrimci mücadele yürütmediği, birden bire “çok büyük bir mücadele yürüten”(!)  birilerini karalamak için sahneye çıktığıdır. Oysa durum tam tersinedir. Bizler kendi çapımızın da bilincinde olarak kendi gücümüzce devrimci yaşamımıza aralıksız devam ettik. Son yıllarda ülkemizde çokça kullanılan bir deyimle  yetim hakkı yemedik, servet sahibi olmadık, yani sınıf değiştirmedik,  dün ne idiysek bugün de oyuz, elbette çağın gelişimine ayak uydurmaya çalıştık, ancak çağın vebası haline gelen köşe dönmek için babamı bile keserim aşağılık burjuva  davranışına karşı hep direndik ve direnmeye devam edeceğiz. Bu bizim insan olmaktan doğan görevimizdir,  bu uğurda hayatlarını feda etmekten kaçınmayan yoldaşlarımıza olan borcumuzun gereğidir.  Bir tek şeyin bilinmesini isterim, burjuva gibi yaşayıp, devrimci gibi düşünemezsiniz. Devrimci iseniz tercih yapmak zorundasınız, bırakalım örgütün olanaklarını gasp etmenizi,  haydi kendi emeğinizle bir servet sahibi olduğunuzu var sayalım, eğer  devrime  en ufak bir inancınız varsa bu serveti devrim mücadelesinin emrine vermekten bir an bile tereddüt etmezsiniz.  İşte turnosol kağıdı budur. Yoksa ağzım iyi laf yapar ben yine kandıracak birkaç cahil bulurum anlayışı ile hareket ederek  bırakalım bir devrim örgütünün lideri olmayı, bir mahallenin muhtarı bile olamazsınız. Ne yazık ki, devrimci örgütlerimizin bir çoğunun yönetimlerinde bu tipler çokça bulunmaktadır.  Hesaplaşılması gereken bu çarpık  anlayışı teşhir ederek, hak edilmemiş önderlikleri yıkmak ve emek sahiplerinin yönetimine kavuşturulmuş devrimci örgütlenmeler yaratmaktır.

Ülkemizin soluna bakınız, hala üç beş kişiyi bir araya getiren bazı tipler hemen bir örgüt olduğunu ilan ederek, bir  yerlere gelmenin hesabını yapıyorlar. Devrimci örgütlenme hala kendi iç hesaplaşmasını 30 yıl sonra bile yapmaktan aciz, biz hep doğruyduk aslında, diğerleri önümüze engel olmasaydı biz devrimi yapmıştık ukalalığını aşacak bir yaklaşımın sahibi olamadılar.  30 yıldır hala partileşme süreci yaşayan örgütler,  hala tüzüğü programı olmadan, seçilmiş yönetimi olmadan örgüt yöneten liderlikler var. Bunların olduğu bir sol ne kadar halklarımızın somut yaşamsal taleplerine cevap olabilir. 

Elbette bunların yanında aklı başında olan devrimciler de var ve bunlar  ülke solunu ortak bir çatı yapılanması etrafında bir araya getirmeye çalışıyor, geceli gündüzlü bir emek veriyor.  Ama onların yoluna da bu sahte önderler tarafından taşlar döşenmeye devam ediliyor.  Benim temennim böylesi bir devrimci çatı partisi etrafında ülkemiz solunun  önemli kesiminin bir araya gelmesidir. Böylesi bir örgütlenme ancak bugünkü AKP sivil dinci dikta rejimine alternatif olabilir, eğer niyetimiz üzüm yemek ise devrimci olarak böylesi bir ortak muhalefetin yaratılması için  azami çaba sahibi olmak gerekir.

 

Son Güncelleme: Pazar, 26 Şubat 2012 21:36