Şuanda 120 konuk çevrimiçi
BugünBugün3252
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10976
Bu ayBu ay10976
ToplamToplam10479400
çiçek mi olalım, insan mı? (1) PDF Yazdır e-Posta
Bihterin Okan tarafından yazıldı   
Çarşamba, 07 Mart 2012 18:31


Bu yazı,

 

dünyanın dağlarındaki bütün gerilla kadınlar için

cezaevlerindeki bütün kadın mahkumlar için,

şehit düşmüş devrimci kadınlar için,

Cumartesi Anneleri için ve

Mine Bademci anısına yazılmıştır.

Saygı ile…

 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününe beş kala, aynı söylemlerle yazılan klişe yazılarından hiç birini okumuyorum. Aslında kadın meselesinde farkli zamanlarda yazdığım yazılar dışında 8 Mart özelinde yazı yazmaktan da bugüne kadar uzak durdum. Bu kez de farklı bir şey yapmıyorum, sadece zamanlama olarak bir denk geliş söz konusu.

 

Geçenlerde kadınlar üzerine sohbet ettiğim bir Alman arkadaş, ağdalı Hessen aksanı ile ''kadınlar çiçektir'' demişti. Avrupa'nın bu köylü adamı bunu söylerken samimi idi. Karısına nasıl özen gösterdiğini, karısının hayatını kolaylaştırmak için neler yaptığını anlatmıştı.

 

Tabii ben ona, her gün, Türkiye ve Kürdistan'da kaç kadının aile içi şiddet ya da toplumsal şiddet nedeni ile katledildiklerinden söz etmedim. Kadının insan seviyesinde görülmediği bu zihniyeti, Alman köylüsünün anlayabilmesini beklemiyordum.

 

Alman köylüsünün,  Batılı ukalalığını o gün çekecek ruh halinde de değildim. Kadın ve nebat arasında bağlantı kurmuştu adam. Bütün kibarlık budalası erkekler bunu yaparlar. Genellikle de içtenlerdir bunu yaparken. Şaşırmamıştım. Ama onun kurduğu ''kadın-nebat'' bağlantısından sonra, benim aklımdan bir anda şöyle bir gelip geçiveren  erkek-nebat bağlantısını sesli olarak ifade etmedim. Gülümsemem ise  bu bağlantı ile sessizce halleş olmamdandı. O bunu anlamadı, o başka. Aklımdan geçeni dillendirmedim bile. Kibar bir kadın böyle şeytani sorular sormaz. Çiçek olmanın nesini beğenmiyorsunuz hem? 

 

Almanya'da bir süre önce yüksek öğrenim kurumlarında çalışanların cinsiyetlere göre aldıkları maaşların istatistikleri yayınlanmıştı. Rakamlar kadın öğretim görevlilerinin erkek meslekdaşlarına göre düşük ücretle çalıştırıldıklarını gösteriyor. İskandinavya hariç gelişmiş Batı ülkelerinde erkek ve kadının birebir ekonomik gelirlerinde denklikten  söz edilemez. Bu ülkelerde kürtaj konusunda yeri göğü kaplayan protestolara rağmen, Vatikan ağırlığını koyduğunda akan sular hala ve şıp diye  duruyor. Kilise, kapitalni ve yatırımların güçlü kurumudur.  Bu konuda fikir sahibi olmak için, Alman Borsası'na, Alman arazilerinin kimlere, hangi kurumlara ait olduğunu şöyle bir göz atmanız yeterlidir. Gerçek kutsal kitaptakinden her zaman daha somuttur. Din ticareti her yerde, bizde olduğu gibi borazanla, çerçi salaşlığında yapılmıyor, bunun çok daha ince, sarraf ustalığında yapıldığı yerler vardır, Hristiyan dünyası ya da Yahudi dünyası örneklerinde olduğu gibi.

 

Kadının anne olmak gibi bir handikapı var. Annelik gün gelir, kadının kendisine yaptığı yatırımın  kaybıdır aynı zamanda. Bu sürenin, sağlıklı bir çocuk eğitiminde çocuk 3 yaşına basıncaya kadar, pedagojik tanımlama ile güvenilen ve örnek alınan kişi anlamına gelen (Bezugsperson, ki bu kişi yüzde 99 annedir)  her bir çocuk için 7/24 ve üç yıl olduğu düşünüldüğünde, kadının iş hayatındaki kayıp yılları ortaya çıkar.

 

Okul öncesi ve çocuğun okul hayatı boyunca daha çok anne tarafından üstlenilen ebeveyn-okul ilişkileri kadının iş hayatında olması gerekenin yarısı potansiyelle çalışabilmesi anlamına gelir. Bunlar somut olarak kadının Batı iş dünyasında yaşadığı handikaplardan bir kaçı.  

 

Kuşkusuz , efsanevi 68 hareketi ile, ''Emanzipation- Kadın özgürlüğü''  konusunda yeniden yapılandırılan kadın hakları, bireysel özgürlükler, cinsel özgürlük gibi ana başlıklarla  sağlanan  kazanımlar sayesinde toplumsal radikal dönüşümler  oldu.

 

Bugün, bir erkeğin kadına el kaldırması, en basitinden asosyallik olarak değerlendiriliyor, yasalarla cezalandırılıyor, toplumsal duyarlılık da  oldukça gelişkin. Buna rağmen şiddet, buna rağmen işyerlerinde kadına yönelik sözlü taciz ''Mobbing'' olayları gündemde yer işgal ediyor, ancak bunlar münferit olaylar olarak görülüyor.

 

Bir de suyun öte yanına, hatta daha ötelere bakalım.  Suyun öte yanında ''Şiddet'' hava durumunun her gün  verilmesi kadar olağanlaşmış, kanıksanmış durumda. ''Pozantı''  başlığı altında, çocuk mahkumlara yönelik sapık cezaevi yönetimleri düzeyinde uygulanmış olan alçaklığa duyarlı bir kamuoyunun sınırlı ve marjinal kalması korkum hala sürüyor. Eşcinsel eğilimlileri aşağılayan, ama gelin görün ki, ''oğlanlara türküler'' yakan  bir ahlak mekanizması  en basit  tanımlamayla ikiyüzlü ahlaktır.  ''Doppelmoral'' 

 

Transseksüelleri aşağılayan, jilet atan pala bıyıklı erkekler, gelin görün ki, bu beden işçileri ile birlikte olan pala bıyıklı erkeklerdir aynı zamanda. 

 

Henüz daha adet görmemiş körpe bedenli çocuğu gelin eden imanlı erkek,  cemaat nezdinde  imanlı olabilir, gerçekte ise sübyancıdan başka bir şey değildir.

 

Bütün kapalı toplumların kapalılıkları ile gayet mutlu mesut yaşamasının altında bu ikiyüzlü ahlak anlayışının kendilerine sağladığı imtiyazlar yatmıyor mu? Pakistan'ın Kandahar kendi aynı zamanda ''oğlanlara'' olan düşkünlüğü ile de nam yapmış bir yer. Orada her erkeğin, maddi durumuna göre evinde en az bir kadını, bir de "oğlanı'' olduğu söyleniyor.

 

500 bin Pakistanlı kadının 'Kadın Hakları'' şiarı ile Karaçi meydanlarını doldurduğu görüntüler bundan iki hafta önce haber kanallarında yerlerini aldı. Pakistan İslam Cumhuriyeti'nde kadınlar, ağır töre baskılarını protesto etmek  ve ileri hak talepleri ile sokaklara döküldüler. Her kesimden kadının katıldığı bu eylem, sadece Pakistan değil, dünyanın hemen hiç bir yerinde bugüne kadar görülmemiş bir katılımla kadın hareketi tarihine geçti. Henüz Pakistanlı kadının hayatında gözle görülür bir değişiklik olduğunu sanmıyorum ancak kadınların böylesi kitlesel biraraya gelişleri, erkek egemen Pakistan İslam Cumhuriyeti siyasetçilerinin şapkayı önlerine koyup düşünmelerine bile neden olmuş olsa  önemli bir kilometre taşıdır.

 

500 bin kadının (dile kolay yarım milyon kadın) 

 

kadın cinayetlerine karşı, Pozantı ve diğer cezaevlerinde çocuklara yönelik cinsel saldırılara karşı,  çocukları gelin etmek sapkınlılarına karşı bir araya geldiği ve  öteki coğrafyanın anadili için açlık grevi yapan, düşünce suçlusu çocuğu için açlık grevine yatan, faili meçhulde kaybedilmiş çocuğunun hesabını soran, başına gecenin ve gündüzün herhangi bir vaktinde düşecek bombaya alışkın, acısı dilindeki zılgıtında gizli kadınları için

 

ONLARLA BİRLİKTE VE YANYANA,

 

diğer bütün hak talepleri için,  

 

İstanbul meydanlarını, İzmir, Ankara, Diyarbakır meydanlarını ve bütün sathı doldurarak, siyasi mekanizmaları sarsacak, karanlığa giden bu gidişe dur diyecek, dişilik gücünü, kadın olmak, anne olmak, abla olmak, eş olmak, kardeş olmak, insan olmak ve en önemlisi odun beyinli erkek egemen siyaset arenasında ÇİÇEK falan değil,

 

aklı ve yüreği ile insan olmanın kendisine verdiği onur ve cesaretle, yumruğu masaya vuracak ve önüne örülmüş seti, gözüne çekilmiş mili kendi elleri ile yok edebilecek gücü ortaya çıkarması,

 

Mümkün mü sizce?

 

Umut var, Umur Olmalı Her Zaman...

 

P.C: Gelecek hafta bu konuda yazmayı sürdüreceğim.