Şuanda 425 konuk çevrimiçi
BugünBugün3422
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11146
Bu ayBu ay11146
ToplamToplam10479570
ah kadınlar, kadınlar ya da elmanın kurdu PDF Yazdır e-Posta
Bihterin Okan tarafından yazıldı   
Pazartesi, 19 Mart 2012 07:42


Trendeyim. Memleketime, Köln'e doğru yol alan tren yolculuğu her zamanki gibi yazılması gereken yazı için iyi bir olanak. Kadın konulu geçen yazımın ardından yazmam gereken bölümü yetiştirmem gerekiyor.

Köln'e  kadın arkadaşlarımla toplanmak üzere gidiyorum. Hemen her biri geçmiş sol, sosyalist deneyimlerden gelmiş, bedel ödemiş bu kadınlarla kadın olmanın dışında ortak noktam, ortak düşünce platformlarında buluşuyor olmamız, benzer duyarlılıklarla yeryüzü sorunsalı insanlık üzerinde farklı zamanlarda farklı ortamlarda bir araya gelişlerimiz.

 

Fakat gelin görün ki bunca sol, sosyalist geçmiş deneyimler, kadın sorunsalı üzerine her biri kendince sürekli düşünce üreten bu kadınları kadın meselesinde ortak bir örgütlenme çatısı altında bir araya getiremiyor.

 

Neden?

 

Hormonları ile başı belada bir cins olan kadınının en önemli sorunu kendisini anlamak ve anlatabilmek. Adet olmaya başlaması ile birlikte fiziksel yolu tümüyle ayrılıyor erkekten. Ah şu hormonlar. Bırakın kendisini başkasına anlatmayı, kadın  kendisini anlayamaz ki.   Hırçındır bu yüzden. Çabuk mutsuz olur, kırılgandır. Kırar da. Kimseyi kırmayanı da varsa, bakın,  en çok kendini mahvedeni odur aynı zamanda. Kadın kendisini erkeğe anlatma çabası ile geçirdiği binlerce yıl boyunca diğer eli ile hemcinsini iter, küçümser. Endazesi erkektir çünkü, kadın (kendisinin dışındaki kadın) sorundur, evet söylemek gerek, kadın diğer kadını kıskanır. Öyle ya, erkek efendiye kendine kabul için geçirilen yıllar boyunca diğer kadın da kim oluyordur. Kendisi, hemen hemen efendiye yakındır, geride kalan aşağıda olandır.

 

Kadın kadını sevmiyor.

 

Erkekleşmiş kadın ise ''Demir Lady'' olarak çıkar karşımıza. Kadındır ama, ERKEK kadındır. Tansu Çiller buna iyi bir örnektir. Bir erkek gibi soyadını vermiştir kocasına. Türkiye halkına, kadın ve anne olma kutsallığının kendisine kattıkları ile gitmemiştir Tansu Çiller. Bir cinayet şebekesinin başı olan bir gangsterdir ve oyunu erkek egemen siyasetine uygun oynamıştır. Çünkü annelik ve yaşama hakkının kutsallığını bünyesine alamayacak kadar kadın hassasiyetinden ve kırılganlığından nasibini alamamıştır.

 

Kadının hep kendisini vuran hassasiyeti ve kırılganlığı yenilgisinin de başlangıcıdır. Kaybedendir, bu katı erkek dünyasında ve hemcinsi ile kavgalıdır ve bu kavganın sonu da yoktur. Kocasından dayak yiyen bir kadına sahip çıkmayan bir anneyi ya da kız kardeşi anlayabilmek mümkün müdür? Bu dayağı yiyererek hayatını geçirmiş kadın, kendi çocuğu, kocası ile benzer şeyler yaşadığında ona itidal öğütler. İstisnalar kadideyi güçlendiriyor!

 

Köln Üniversitesine başladığımı yıllarda, henüz  çok genç anne ve genç bir üniversite öğrencisi kadınken, benim yaşlarımdaki bir çok genç gibi memleketin içinde bulunduğu ağır anti demokratik koşullardan kaçmak ve yeni bir hayat kurmak için gelmiştim  şimdiki şehrime. Okulda farklı fakültelerden bir çok Türkiyeli kadın-kız vardı. Kız sözcüğü üzerinde feminist ortamlarda yapılan tartışmalardan haberdarım. Bu sözcüğü, henüz evlenmemiş ve ailesi ile birlikte yaşayan, kadın anlamında kullandığımı söylemem gerekiyor. Türkiye'den çok daha gerilerde yaşayan ailelerin çocukları olan bu genç kadınlar başarmışlardı, anne-babalarının ağır koşullarda geçen hayatlarında ''anahtar çocuklar'' * olarak büyümüş bu genç insanlar Alman toplumun en alt kesimindeki bu ''Ötekiler'', Alman eğitim sisteminde başarılı olmuş, Abitur **yapabilmişlerdi. Üniversiteye gidiyorlardı.  Evdeki hayatları ise aynen sürüyordu. Akşam eve döndüklerinde masum kız çocukları idiler anne ve babalarının gözünde. Okullarını bitirecekler, geleneksel yapı içerisinde hayırlı bir evlilik yapacak, düğün salonlarında, sayıları binleri bulan,  çoğu kez aşan memleketlileri konukların önünde, çığırtkan şekilde sunumları yapılan takı törenleri ile evleneceklerdi.

 

Türkiye'den gelen ben ve (benim gibi bir kaç arkadaşım da) buradaki durumun vehametini ve ''kadın'' meselesinde  hep savunduğum pratikten teoriye gidilmesi konusunda en elverişli ortamı  da fark etmiştim. Hemen, 20 kişilik kadın grubu ile seminer programını hazırladık. Grup içerinden iki kadının içeriğini kendi insiyatifleri ile hazırlayıp, sunacakları konuları dağıttık ve her hafta yüzlerce kadının ve erkeğin katıldığı hararetli tartışmaların yaşandığı ''KADIN ÇALIŞMASINI'' hayata geçirdik. Konu kadındı. Kadına dair her şey. Kadına dair her şey, insana dair de değil midir?

 

Çalışmalarımız bir yıl yani  iki sömestr boyunca sürdü ve o dönem, kadın çalışmasında en keyif aldığım dönem olarak belleğimde kaldı.  O zaman, çelişkiler yumağı içerisindeki sayısız genç kadın öğrenci, çelişkiler yumağı hayatlarında birer uç yakalama şansı elde edebildiler, ailelerine rağmen daha özgür ve  daha sağlıklı hayata bakabilen kadınlar olarak bugün avukat, doktor, ekonomist, dil bilimci ya da politolog ya da başka bir meslek grubunda çalışıyorlar, ruh sağlığı yerinde  kız ve erkek çocuklar büyütüyorlar.

 

Bir çok yerde süren kadın çalışmaları daha sonra yavaş yavaş söndü, sanki sosyalist hareketin geri düşüşü gibi kadın çalışmasında yer alanlar  da, hem sosyalist çalışmalardan hem de kadın çalışmalarından tabir yerinde ise ellerini eteklerini çektiler. Yorulmuşlardı kadınlar.

 

Sorunlar ise değişmemiş hatta farklı boyutlarda çığ gibi katlanarak sürmekte idi. Bunun için şiddetin yeryüzünde ulaştığı noktaya şöyle bir bakmak bile yeterli değil mi?

Kadın sorununu hiç bir zaman insanlığın ortak sorunlarından ayrı görmedim, ancak

tarihin ilerleyen süreçlerinde ikinci cins konumuna düşürülen kadın için elbetteki insanlık sorunları içinde

 

- farklı bir başlık açılarak yürünmesi,

-tartışılması,

 -konuşulması,

-davranılması

-mücadele edilmesi gerekiyor.

 

Feminist hareketleri, feminist oluşumları kabul edemeyen,  ayrı bir kadın hareketi örgütlenmesini hazmedemeyen erkek dostlarımı ve siyasi örgütleri de, bu nedenle hiç bir zaman anlamadım, anlamam da mümkün değil.

 

Nasıl bir kadın örgütlenmesi?

 

Sivil toplum örgütlenmelerinin yaygın olduğu Avrupa'da Türkiyeli göçmen derneklerine gidip br bakın. Hemen hepsinin ''Kadın çalışmaları'' vardır. Kadın çalışmaları başlığı altında neler yapılmaktadır, asıl olarak ise ona bakın. Bunlar genellikle 8 Mart kutlaması- 8 Mart seminerleridir. Bunun dışında başlıklar varsa gerçekten bilmek isterim. Kadın sorununda bir şey üreten, üyeleri kadınlar ile bizzat evde, günlük hayatta ve çalışma hayatında yaşadıkları üzerine aktuel çalışma yapan, bu sorunların çözümü konusunda aktif çalışan kadın çalışma grupları var mıdır, bilen varsa lütfen bana da bildirsin.

 

Bu derneklerin mutfak kısımlarınına geçin. Orada kimlerin çalıştığına bakın. Yönetimlerindeki kadınlara bakın. Yönetimlerindeki kadınların yönetimdeki etkinliklerine bakın. Ben bugüne kadar kadın ve erkeklerin bir arada yer aldıkları ve kadının erkeklerin aldıkları kararları onaylama pozisyonu dışında, genel sorunlar üzerine düşünce üreten konumda insanlar olduklarını görmedim.

 

İstisnalar kaideyi güçlendirir.

 

Kadınlar uyumsuz mudur? Kadın kompleksli midir? Kadın kadını sevmez mi?

Türk türkü ne kadar sevmektedir? Alevi aleviyi ne kadar sever? Alman almanı ne kadar sever? Solcular birbirlerinini ne kadar severler?

 

Aynı platformlarda mücadele eden ya da aynı kazanın içinde olan insanlar,  topluluk olmanın verdiği beraberliğin yüce coşkusunun yanı sıra, tek tek birey ve insan olmanın verdiği, insani  de olan, ancak ilkel duygular olarak da tanımlanabilecek hırs, ihtiras, kompleks, kıskançlık duygularını bir arada barındırıyorlar. Bundan kaçış çok zor. Bir aşramda bile sürekli dar mekanda bulunan insan bütün ruhani yaşam biçimine karşı, içten içe yıkıcı duyguları  bir yandan kendisi ile çatışma içindedir, diğer yandan ise aşram üyeleri ile gerektiğinde cengaverce çatışır, ya da siner ve kendini çeker, içine konuşlanır. 

 

Bir süre önce öğrencilerimin arasında Asya'nın uzak ülkelerinden gelen bir çift vardı. 40 yaşları civarındaki bu erkek ve kadın sınıfımın en düzenli ve disiplinli öğrenciler idiler. Almanca gibi zor bir dili ikisi de süratle öğreniyor, öğrendikçe sıkılgan fakat kendilerinden emin tavırları ile ülkelerine, geleneklerine, kültürlerine dair konularda abartıya kaçmadan ama onları da yaşayan kişiler olarak anlatıyorlardı kendilerini. Kadın da, erkek de üniversite mezunu idi. Doktoralarını da yapmışlardı.  En az erkek kadar bilgili, birikimli ve zeki olan geleneksel kıyafetleri ile derse gelen kadın, bilerek ve isteyerek erkeğinin gerisinde tutuyordu kendisini. Sorduğum sorulara bile önce erkeğin onayını almak isteyen bakışını ona fırlattıktan sonra cevap veriyordu. 

 

İslamın ağırlığına ve kadın ve erkek arasında çizdiği keskin çizgiye yormuştum bu durumu o zamanlar.

 

Sonra öğrencilerim İtalyan Leone ile Jean Lucas çiftini gözlemledim.  20'li yaşlarının sonlarında idiler. Üniversiteye gitmek üzere gelmişlerdi Almanya'ya. Almanca öğrenmeleri gerekiyordu. Leone bütün gürültüsü ve şamatası ile ne kadar bir İtalyan kadını idiyse, Jean Lucas o kadar az konuşan, fakat ne dediğini bilen, bakışları ile ''hop dedik'' diyen ve Leone'nin coşkusuna bir hamlede, bu şekilde ''durduran'' bir ERKEK'ti..

 

Leone de Asya'lı kadından farklı değildi ki. Sadece Leone'nin sesi daha gürültülü  ve daha çok duyuluyordu. Ama otorite olarak kendinden önce tanıdığı kişi erkeği idi.

 

Endaze erkek olunca durum da bu oluyordu. Biri müslüman, diğeri Hristiyan, İki başka dünya ama kadın ''Kadın'', erkek ''Erkek''ti.  Erkeğin binlerce yıl önce eline aldığı, bırakmaya da pek niyetli olmadığı bu durumda  kadının hemcinsi ile kavgalılık durumu onun yenilgisinin de başlangıcıdır. BU konudaki kişisel özelliklerin dışında kişisel bilinci yükselterek, ısrarla bu kavgadan kaçınmak ve bu tür kavgalara prim vermemek duyarlılığını da geliştirmesi gereken kişiler yine biz kadınlardan başkası değil.

 

Ya da itişmeye,  çekişmeye, elmanın kurdu olmaya devam mı etmek isteniyor? O vakit TEK YOL  YENİLGİ, BAŞKA YOL YOK.

 

*Abitur;  Üniversiteye giriş için gerekli olan lise diploması

 

** ''Anahtar çocuklar '' Çalışan anne babaların çocuklarına verilen genel ad. Bu çocukların boyunlarında asılı olan kordonda evin anahtarı vardır.