Şuanda 308 konuk çevrimiçi
BugünBugün3358
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11082
Bu ayBu ay11082
ToplamToplam10479506
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi - 25 PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazar, 15 Nisan 2012 20:21


Kaldığım yerden devam ediyorum. 1992 yılından itibaren yayın hayatına başlayan  Özgür Gündem Gazetesi ve bu geleneği devralan ardılı gazetelerin hemen tümünde hem yazarlık, hem de muhabirlik yaparak hizmet verdim, 1996 yılından sonra ise bu işlerin yanında içinde örgütlü olarak yer aldığım Kürdistan Aleviler Birliği örgütlenmesinin çıkardığı yayın organlarında yazarlık ve sonrasında Genel Yayın yönetmenliği yaptım. Almanya’da merkezi olan Kürdistanlı Aleviler Federasyonu  merkezinde  4 yılı profesyonel olmak üzere toplam 8 yıl (1996-2004)  yönetici olarak görev yaptım. 4 yıl bilfiil olarak Almanya başta olmak üzere Kürdistanlı Alevilerin örgütlü olduğu hemen her Avrupa şehrini gezdim, buralarda paneller verdim, eğitim çalışmaları yönettim, kurumların kurulması çalışmalarına katıldım. 

Kürt halkının haklı mücadelesinin bir sıra neferi olmaktan onur duydum, söz değil , sözün yanında eylemin de içinde oldum. Bu çalışmalarım sürecinde Kızılbaş Kürt Alevilerinin hem takdirini kazandım, hem de onlardan feyz aldım, toplumumu yakından tanıma şansım oldu. Artık her Alevinin, her Kürdün evi kendi evim olmuştu. Kapısını çaldığımız her evin kapısı sonuna kadar açılıyordu. Bunu yaratan Kürt Özgürlük Hareketinin haklı mücadelesiydi elbette. Bizlerde bu haklı mücadelenin kazanması için emek veren birer  emekçi idik.  40 yıllık devrimci yaşamımın son 20 yılını Özgürlük hareketinin  ekseninde sürdürdüğüm için mutluyum. Elimden geleni ikircimsiz yapmaya çalıştım ve bu devam ediyor.

Son 8 yıldır tıpkı 1984’ten sonra yaptığım gibi (konfeksiyon atölyelerinde, restoranlarda, inşatlarda çalışarak)  haftanın 6 gününü bizzat emek sürecinde yer alarak geçirmekteyim. Bundan arta kalan kısıtlı zamanımı da yazarak ve okuyarak geçiriyorum. Zaman darlığından dolayı esas okumalarımı işe gelip giderken harcadığım 3 saatlik tren yolculuğunda yapıyorum. Bir koltuğa birkaç karpuz sığdırarak yaşamaya çalışıyorum. Bundan şikayetçi de değilim, tek şikayetim, halklarımızın özgürleşme mücadelesine yeterince zaman ayıramamaktır.

 Malum zamanında örgüt olanaklarını hortumlama becerisi gösteremediğim için, emeğimle yaşamımı sürdürmek zorundayım. Başkalarının sırtına basarak sözde devrimcilik yapmak benim literatürüme aykırıdır çünkü. Bölgemizin  Tanrı ve kulları ideolojisinin devamı olarak devrimci hareketlere de bulaşmış Lider ve kulları felsefesi bana uymuyor. Bu yüzden bu anlayışı aşamamış hiç bir örgütlenmede yer almama kararım var. Tek başına bir örgüt gibi yaşamayı bu kulluk ideolojisinden yeğ sayıyorum. Bilgimi de, bilgisizliğimi de herkesle paylaşmayı seviyorum. Bildiklerimi aktarmada öğretmen, bilmediklerimi öğrenme sürecinde öğrenci olmaktan beis duymayanlardanım. Açıklığı seviyorum,

 Bu yüzden Engin Erkiner’e saygı duyuyorum. Açıklık politikası izliyor. En yakınındaki bile olsa cehaletini  yüzüne vurmaktan çekinmiyor. Varsa bir meziyeti düşmanı da olsa hakkını teslim ediyor. İşte doğru olan devrimci tutum budur. Yoksa işte yoldaşlarımı şu kadar severim, bu kadar bağlıyım diyerek duygu sömürüsü yapmak, belki başlangıçta sizi sempatik yapar ama, ipliğiniz tez pazara çıkar.

Duygu anlamında yaklaştığımızda, Engin görünüşte en duygusuzlarımızdanmış gibi görünüyor. Her zaman renk vermeyen, soğuk, yoldaşlarının özel sorunları ile ilgilenmeyen, esprisi az bir kişi karşımızdaki.  Ama içinde insan sevgisi olduğuna inanıyorum. Ancak bana göre onun sevmediği, ilgi göstermediği hak etmemiş insandır. Bunu yazdıklarının satır aralarında görüyorum. Bu bilim insanının ortak özelliğidir aslında.

Yukarda saydığım tanrı katına çıkmış veya çıkarılmış lider tiplerinde ise abartmacılık, insan sevgisi gösterileri, örneğin çocukları, kadınları, yoksulları çok sevmek ikiyüzlülüğü hep ortak özelliktir. Oysa bu tipler yalnızca kendilerine sevdalıdır ve megalomandırlar. Etrafında topladıkları müritlerinin pohpohlamaları ise onları yalnış yollara sevk eder  ve sonları genellikle hüsrandır. Hiç birisi kendi kaderleriyle ölmezler. Büyük çoğunluğu ise onları göklere çıkaran müritleri tarafından ortadan kaldırılır. Bölgemiz bu tür trajik sonlara hiç de yabancı değildir.

Neyse işte 40 yıllık bir devrimci yaşamımda yaşadıklarımdan biraz örnekleme vermeye çalıştım, yaşadıklarımdan az da olsa ders çıkaran olursa belki gelecekteki kuşaklar bizden daha az hata yaparlar diye yazıyorum. İnanın benim yaşadıklarım deryada bir damladır. Benden daha fazla deneyimi olan binlerce devrimcinin olduğunu biliyorum. Bildiklerini kendini saklamadan, gelecek kuşaklara aktarırlarsa daha sağlam bir örgütlenmenin ortaya çıkacağı kesindir. Özellikle hepimizin diline doladığı demokrasi, özgürlük ve eşitlik söyleminin ete kemiğe bürünmesinin yolu, önce bu anlayışın bireyde, sonra örgütte ve ardından da kitlelerde içselleştirilmesiyle mümkündür. Diğeri  yakında bölgemizde yaşadığımız Arap Baharı yalanı adı altındaki traji-komik sonuçlara yol açar. Belki yarın AKP’de iktidardan gider ama demokrasiyi içselleştirememiş bir toplum gerçekliğimizden daha ileri bir devlet yapılanması beklememiz hayalcilik olur. İşte Yemen, işte Mısır, İşte Libya ve işte şimdi de Suriye’de yaşanan gelişmeler ve sonuçları ortada.

Evet artık anlatımlarımın sonuna geliyorum. Birilerinin dediği gibi bir örgütten ayrıldık diye devrimci mücadeleden, insanlığın kurtuluş mücadelesinden kopulmuyor. Tam tersine  kendim için diyebilirim ki, son 20 yılda edindiğim kazanımlar,  ilk 20 yıla göre kat be kat fazladır. Zaten tersi olsa bu sahada yaşam sürdürmek olanaklı değildir. Bugünün devrimci mücadelesinde dikiş tutturabilmek için insanda bir meziyet bulunması, bir seviye bulunması gerekiyor. 12 Mart sonrası içine girilen büyük sessizlik ortamında gerçekleştirilen çok küçük silahlı eylem ile kitleler üzerinde büyük etki yaratılabiliyordu. Ya da silahlı mücadeleyi savunan örgütlenmeler içinde gerçekleştirdiğiniz bir iki küçük eylem sizi bir anda örgüt yönetimine getirebiliyordu. Ama bugün kazın ayağı öyle değil. Devrimci kuşak büyük bir bilinçlenme yaşadı. Bu bilinçlenmeye ayak uyduranlar sahada kaldılar. Devrimciliği sadece eylem yapmak olarak görenlerin artık esamesi bile okunmuyor. Çünkü eşyanın tabiatı böyle.

İddia ediyorum, tek başına Avrupa’da yaptığım çalışmalar birçok kendine örgüt diyen yapılanmaların çalışmalarından daha kalıcı sonuçlara yol açmıştır. Arkasında beş-on kişi olduğunda kendini örgüt sananlara şunu söyleyeyim. Ben bugün yeniden aktif  çalışmalara dönsem ardımda yüzlerce insan olur. Bir örnek vereyim, acaba kendisini örgüt lideri sayan kaç kişi Avrupa’da binlerin katıldığı kaç gece, yürüyüş tertipleyebilmiş, kaç dernek açabilmiş, kaç dergi çıkarabilmiştir. Ben birey olarak, elbette kolektif bir çalışmanın eseri olarak 4-5 kişi ile birlikte bu denilenlerin daha büyüklerini de yaptığımızı söyleyeyim, isteyen, merak eden araştırsın.

Biz Kürdistan Aleviler Birliği içindeki küçük bir grup olarak  Alevilik İslam içi değildir , kökleri İslam öncesidir dediğimizde, kendi  örgütümüz de dahil tüm Alevi örgütlenmelerinin tepkisini çektik. Ama bu tutumumuzu ısrarla sürdürdük ve bugün Alevilerin en etkin örgütlenmelerinin büyük bir kesimi bu görüşü, kendi görüşü olarak savunuyor.  İşte emek vermenin sonucu.   Bu elbette sadece bizim eserimiz değil, ama bir durum tespiti için söylüyorum. İlk olmak zordur, ama ilk olmak; zorluğun yanında başarmanın da ilk adamıdır. Biz Acilciler geleneğinden geliyoruz ve ilk olmayı seviyoruz. İlk olmak içinde riski de barındırır. Ancak risk almadan başarmak mümkün değildir. Risk almazsan hep “koşulların olgunlaşmasını” beklersin. 40 yıl “partileşme süreci yaşarsın”, hep “parti İnşa Örgütü” olarak kalırsın. Türkiye’de devrimci hareketlerin büyük kesimi hep sıfır risk ile siyaset yapmak istedği için aslında hiç siyaset yapamadı.  Bazıları hala risksiz ortamı beklemekle meşgul. Bazıları ise devrimciliği kendi yaşamlarını idame ettirmenin aracı haline getirdiler. Devrimci söylem sürdürmek onlar için sadece kendi özel yaşamlarını sürdürmektir. Çünkü lider olarak o hep en iyisini yaşamaya layıktır. Müritleri çalışmalı, halktan kampanya almalı lidere getirmeli, lider ise hep “hazırlanıyoruz, savaşacağız, ha başladık, ha başlatacağız” diyerek müritlere hep gaz verecek arada bir iki bildiri, bir dergi, ve en hızlıları da arada bir iki çata pata eylem yaparak durumu idare etmeli. İşte yaşanan budur. Bir de onların çocuklarına bakın, bayrağı devretmeleri gereken evlatlarına bakın ne yapıyorlar? Neredeler? Bu soruların cevapları kişinin devrimci gibi düşünüp, devrimci gibi yaşayıp, yaşamadığının  cevapları olacaktır. Sözümüz ile özümüz bir değilse, sözümüz ile eylemimiz uyuşmuyorsa, söylediklerimize uygun bir yaşam sürdürmüyorsak, devrimci değil, sahtekarız demektir. Bunun başkaca hiçbir izahı yoktur. Bunun için hepimizin büyük bir özeleştiriye ve iç hesaplaşmaya ihtiyacı var.

Artık sıradan devrimci kadro soru sorabilmelidir. Neden devrimci hareket bu kadar parçalıdır? Neden mevcut gerici, kapitalist –faşist iktidarlara karşı ortak bir eylem cephesi kuramıyoruz? Neyi paylaşamıyoruz? Bu soruları sormalı ve o liderlerinden  cevap istemelidir. Bu yapılabilirse küçük olsun benim olsun diyen anlayış yıkılacak ve büyük olsun, güçlü olsun, hepimizin olsun anlayışı egemen olacaktır. İşte dünya gericiliğine karşı başarının ilk adımı ancak böyle atılabilir.  İşte ancak bu sorulara verilecek doğru cevaplar bizi başarıya götürebilir.