Şuanda 422 konuk çevrimiçi
BugünBugün3421
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11145
Bu ayBu ay11145
ToplamToplam10479569
sol ayağım daha uzun! PDF Yazdır e-Posta
Aycan Özkan tarafından yazıldı   
Salı, 24 Nisan 2012 18:05


           Ah bayılabilsem...! Evet öyle düşünmüştü. 

           Mersin E Tipi cezaevinde koğuşlar arası gidip gelen notlardan biri ele geçmiş. Notu taşıyan çaycı notu kendisinden aldığını söylemişti. Tabi yediği bir yığın falaka ve infazının yakılma tehdidi sonrası. Kendisini ve notu götürdüğü kişinin adını söyleyen çaycı yüzleştirme esnasında bundan almadım diyor. Ola ki, "Siyasi"lerin kendilerine huhuki sorunlarında yaptıkları teknik yardım ve idare karşısında onları da koruyucu tavırlar aklına gelmiş ve utanma belası daha önce ki ifadesini geri almıştır. Bunun yanısıra söylediği kiş,ye yapılmaya başlanan işkenceye rağmen direnip notu kabul etmemesi de etken olmuştur. Ancak tekrar falakaya yatırılınca son noktayı koydu; Kusura bakmayın ben sizin gibi değilim. Artık dayak yemek istemiyorum diyerek gardiyanlara döndü; Evet ben notu bundan aldım diğerine götürüyordum.

        Seninle tekrar görüşeceğiz diyerek onu hücreye kapattılar. Notu gönderenle notu alacak kişi ortaya alındılar. Tumturaklı bir meydan dayağından sonra notun ulaşmadığı kişi bir kaç sözcükle kurtardı; Benim nottan haberim yok, ben kimseden not almadım. El Hak doğru! Not ona ulaşmadığı için bir fasıl falaka sonrası onuda hücrelerden birine atıp diğerine döndüler.

         Evet anlat bakalım, direniş komiteniz kimlerden oluşuyor. Hangi koğuşta kimler komite üyesi. Ve direnişe ne zaman başlayacaksınız?

        Onun verecek bir tek yanıtı vardı; Nottan haberim yok(notu kabul ettiği an arkası gelecekti. Tek düşüncesi olayı iki kişiyle sınırlı tutmaktı) 

         Önce ellerine vurmaya başladılar. Sopalar sürekli inip kalkıyordu. Sonu gelmez bir biçimde inip kalkıyordu-inip kalkıyordu. Taki elleri şişip kolunu kaldıramaz hale gelinceye değin. Ardından falaka başladı. İki gardiyan kollarını tutmuş, birisi de göğsüne bastırıyordu. Hareket etmek ne mümkün. Sopalar karşılıklı ayaklarına iniyordu. Bir ritim tutturulmuştu sanki. Her sopa sonrası; söyle söyle. Her söyleden ve inen sopalar sonrası; Söyleyecek bir şeyim yok. Not benim değil, diyordu. Ama artık sesi hırıltıyla çıkıyordu. Biteviye inen sopaların yarattığı fiziki acı tarifsizdi artık. 

      Yirmi iki gün yirmi iki gece ve günde yirmi iki saat süren polislerin yaptığı işkencede bile böyle acı duyduğunu hatırlamıyordu. Ayak bileklerine dolanan ip bir sopaya bağlıydı. Sopayı iki ucundan tutup kaldırdılar. İp ayak bileğinin neresine oturduysa korkunç bir acı sonrası sol bacağında hiç bir duygu hissetmez olmuştu. 

         Bu arada koğuşlarda ne olursa olsun direniş kararı somutlanmış. Eğer baskınlar yapılırsa, kolay teslim alınamayacakları biçimde direniş ortaya konulacaktı. Kolları güçlü olanlar koğuştan koğuşa ekmek içine yerleştirdikleri notları fırlatıp bu direniş kararını her koğuşa iletmişlerdi. Çünkü notun içeriği ve direniş komitesi bilinirse, etkisizleştirmek için büyük operasyonlar yapılabilir ve direniş başlamadan önüne geçilmiş olurdu. 

         Bir kaç gün öncede görüşüne kızkardeşi gelmişti. Her zaman neşelendirmek için espriler gülücükler dağıtan 15 yaşındaki kızın ağzını bıçak açmıyor, ağlamaklı bir ifadeyle bakıyordu. 

         Neyin var canım, diye sorduğunda; Bir şeyim yok, iyiyim demişti. 

         Sen bu değilsin demişti. Evde bir şey mi oldu? Cevap hayırdı.

         Annem iyi mi? İyi.

        Ne oldu güzelim, demişti. Bir sorunun var da söylemezsen bir daha gelme. O sözlerin üzerine ağlayarak; Abi beni okula göndermiyorlar ya, sözleri dükülmüştü ağzından. Ardından annem gelmişti. Anneme; Bu kız okumak istediği sürece okuyacak. Ve lütfen kayıtlar bitmeden kızın kaydını yaptırın.

        Annesi; Peki oğlum demişti. Madem ki sen istiyorsun, kim karşı çıkarsa çıksın göndereceğim okula. Abi de, kim karşı çıkıyor diye üstelememişti..

======================

        Ah... Bayılabilsem. Tek düşüncesi buydu. Buradan ya ölüm çıkar yada notun içeriğini, cezaevi komitesini anlatırsın. Ölüsünün çıkmasına razıydı. Ayrıca her örgüt kendi seçimini yaptığı için kim var kim yok bilemezdi. En fazla tahmin ederdi. Ama tahmin de etmedi. Saatlerce süren işkenceler ve üzerinde tepinmeler sonrası onu koridordan geçirip, cezaevi girişine göre sol taraftaki hücrelerden birine kapattılar. (daha sonra uzun süreliğine mekanı olacaktı) Üstündekiler parçalanmış, kol ve bacaklarından kan akıyordu. Ağzı burnu berbat haldeydi. Daha sonra diğer arkadaşını da getirip yan hücreye koydular. 

       Sırtını demir parmaklığa dayayıp ayaklarını uzattı. Her kıpırdanışında acı çekiyordu. Ancak kendine garip gelen bir görüntüyle de karşılaşmıştı, ne olduğunu çözemediği. Namussuz ağrıda yaralar soğudukça kendini daha belirgin gösteriyordu. Hemen o anda garip görüntünün ne olduğunu anlamıştı. Ve o anda kahkahayı basmıştı. Böyle bir durumda, böylesine bir şey için kahkaha atmak hangi psikolojinin hangi dalına girer bilmiyorum. Zira o hücrede, o şartlar altında bunca işkenceye maruz kalıpta, aradan bunca yıl geçmesine rağmen tanımlayamadığı bir kahkahayı atmak yadırganabilir. Ama atmıştı o kahkahayı. Siz hiç zemberekten boşalan, ağırlık bağlanmış zincir gördünüz mü? Ağırlık dibe vurana kadar zincir nasıl durmazsa, onun kahkahası da durmadı. 

         Nice sonra, arkadaşının ağlamaklı sesini duydu. Kendine gel diye sesleniyordu arkadaşı. 

- Ne oldu neden ağlamaklısın? Diye sordu arkadaşına.

- Asıl sana ne oldu? Neyin gülmesidir bu?

- Ha o mu? Kafayı yemedim merak etme.

- Niye gülüyorsun o zaman?

-Sol ayağım sağ ayağımdan bir santim uzunda. Ona gülüyorum.

- Bir daha öyle yapma lütfen. Beni çok kötü korkuttun.

       Sonraları; Hücrede günleri geçirirken. Kafasında sadece kızkardeşinin okula kaydının yapılıp yapılmadığı düşüncesi olacaktı.

          

          Neyse ki; Kayıt yapılmış  ve kızkardeşi okuluna devam edebilmişti.