Şuanda 132 konuk çevrimiçi
BugünBugün3261
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10985
Bu ayBu ay10985
ToplamToplam10479409
karşılaşmalar PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Cuma, 25 Mayıs 2012 19:44


Bu siteye yazmaya başladığım üç seneden biraz fazla zamandan beri ilk defa 15 gündür yazmıyorum. Doğru dürüst internete bile giremedim.

Türkiye’den Almanya’ya uluslararası bir konferans için gelen bir yoldaşımı karşılamak, sohbet etmek, Avrupa’daki eski ortak tandığımız yoldaşları ziyaret etmek üzere daha önceden anlaştığımız üzere Almanya’ya gitmiştim.

Frankfurt tren istasyonun çıkışında randevulaştığım yoldaşımla  kararlaştırdıgımız saatte buluştuk. Az sonra Engin Erkiner de randevu yerine geldi. Doğruca Engin’in evine gittik. Sohbetimiz tahmin ettiğimizden de uzun sürdü. Bir kaç saatliğine oturup İhsan Sağmen’in evinde konaklayacak, geceyi Sağmen’de geçirip İsviçre’ye Zürih’e geçecektik.

30 küsür senedir birbirlerini görmeyen, görse bile aralarında özel bir samimiyet bulunmayan insanların karşılaşması genellikle  resmi olur ve bir süre sonra da sohbete konu olan meseleler tükeneceğinden, konuşmaların seyri klasik  hale döner ve ‘’ ee daha daha nasılsın , ne yapıyorsun’’ biçiminde tekrarlanır durur. Biz de öyle olmadı elbette, konu konuyu açtı ve sohbet uzadıkça uzadı. Eski yoldaşlar, geçmiş ortak tarihimiz, 80 öncesi, 80 sonrası durum, karşılaştırmalar, eleştiriler , iyi ve eksikli yanlarımız…  sözün kısası üzerinde saatlerce değil günlerce konuşabileceğimiz yıgınla mesele bulunuyordu.

Saat akşamın dokuzuna doğru, İhsan telefon etti,’’ Yoldaşlar nerde kaldınız yemek hazır bekliyorum’’

Son çaylarımızı da ibitirmek üzereydik zaten, Engin ve eşinden müsade isteyerek, yarın sabah İhsan’ın evinde sabah kahvaltısında tekrar buluşmak üzere ayrıldık.

İhsan, her zamanki gibi tez canlılığı ile bizi dışarda, evin bahçesinde bekliyordu, Türkiye’den gelen yoldaşı ilk defa görüyordu, buna karşın sanki 40 yıllık dost gibi kucaklaştılar, doğruca eve girdik ve aynı şekilde saat sabahın üçüne kadar sohbet ettik.

Birkaç saatlik uyku dan sonra saat dokuza doğru , tam kahvaltıya oturmadan önce Engin de geldi. Akşamdan anlaşmıştık(!) İhsan’larda sabah kahvaltısının harika olacagını akşamdan söyleyen Engin, söz verdiği gibi erkenden eve geldi.

Sabah kahvaltısından hemen sonra yola çıkmayı düşünen biz, saat 15’e doğru İsviçreden telefon eden ve ‘’nerde kaldınız ?‘’ diyen Haydar Yılmaz’ın telefonu üzerine apar topar hazırlanarak yola çıktık.

5 saatlik bir araba yolculuğundan sonra Haydar’ın evindeydik. 1987 yılında Haydar Yılmaz yoldaşla aynı cezaevinde kalan yoldaş, birlikte aynı koğuşu paylaştıgı Haydar’ın hapishaneden firar etmesinden bu yana ilk kez karşılaşıyordu. Hüzün,sevinç ve memnuniyetin içiçe geçtiği bu karşılaşma anı, gerçek yoldaşlık ilişkilerinin içten olması halinde ne kadar anlamlı olduğunu göstermesi açısından görülmeye değerdi diye düşünüyorum.

Bu yazıyı yazmayacaktım. Engin Erkiner’in Acilciler tarihi yazı dizisinin ikincisinıde okuyunca yazmaya karar verdim. Nedenini daha sonra anlatacagım.

Haydar Yılmaz, biz henüz gelmeden, geleceğimiz saati tahmin ederek akşam sofrasını hazırlamıştı bile..

Hem Haydar, hem de Türkiye’den gelen yoldaş şarap içmesini seviyorlar, (oysa ben bir türlü içkiye alışamadım, bir bardak şarap’la kafayı bulur ikinci bardak’la sarhoş olurum, üçüncü’de ısrar eden olurda içersem eğer ya ağlarım yada sesim soluğum kesilir, susar kalırım)

Paris’den aldığım bir kasa şarabın iki tanesini Engin’e, iki tanesini İhsan’a vermiş, son kalan iki şişeyi de Haydar’a getirmiştim. Haydar’a getirdiğim şarabı değil de Haydarın kendi evindeki daha kaliteli (!) olanı içiyorduk.

O geceyi Zürih’te Haydar’ın evinde geçirdik, Haydar sabah erkenden işe gidiyor öğleden sonra geliyordu. O gelinceye kadar sabah kahvaltısının hemen ardından yoldaşımla sokağa çıktım Zurih gölü civarında bir süre dolaşarak Haydar’ın işten gelmesini bekliyorduk. Bu arada sabah erkenden eve bizi ziyarete gelen Haydar’ın küçük kardeşi Halis Yılmaz bize eşlik ediyordu. Halis Yılmaz, 1977 yılında, henüz 13 yaşında iken, Haydar o dönemde hapishanede olduğu için benim Paşabahçe’deki evime gelir  giderdi. Ağabeyisi Haydar’dan bana emanetti. 1977 Ağustos ayında , yani yakalandığım günün akşamı yine evime gelmişti. Aynı gece evi basan polisler tarafından Halis de göz altına alındı. O günün gazetelerini hatırlayanlar bilirler. Tüm gazetelerin birinci sayfalarında ‘’ İŞTE KURYE ÇOCUK, örgüt üyeleri arasında kuryelık yaparken yakalandı ‘’ diye büyük boy resimleri çıkmış, gözaltı sonrası serbest kalmıştı. Halis Yılmaz, daha sonra 1980 lı yıllarda yeniden yakalandı ve bir süre hapis yattı. Genç dinamik ve kararlı bir yoldaşımız oldu. Hani Mihrac Ural hep yazıyor ya, 1977 operasyonu ile çok büyük darbe yedik falan diye… 1978 yılında kendisininde arasında bulundugu operasyonu gizlemek için yapıyor bunu. !977 yılında İstanbul’da yediğimiz darbede toplam yakalanan kişi sayısı 21’dir. Bunların içerisinde tutuklanan kişi sayısı 9’dur. Diğerleri sokakta  bizimle ilgisi olmayan kişilerdir.Tutuklanan 9 kişi içerisinde kısa süre sonra içerde kalan sadece 4 kişidir. ( Engin, ben ve A. Sönmez, Muharrem)

Her neyse.. yeniden konuya dönüyorum.

Türkiye’den gelen yoldaş, hemşehrisi ve yoldaşı, yoldaşımız Kemal Yıldırım’ı görmek istiyordu. Kemal Yıldırım, Acilciler örgütümüzün Kayseri bölgesi militanlarından, Ayhan Yavuz yoldaş vurulduğunda yanında bulunan  yoldaşımızdır. 1980 yılında Ankara’da faşistlerin arkadan sıktığı kurşunlarla o tarihten bu yana tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda kalan bir yoldaşımızdır. Halis Yılmaz’ın evinde telefon ettik, ziyaretine gelmek istediğimizi söyledik. Bekliyorum, dedi.

Kemal Yıldırım, tekerleklı sandalyede bizi bekliyordu. Çok sıcak karşılandık. Haydar, ben, Türkiye’den gelen yoldaş, Kemal ve hanımı her zamanki gıbı eski günleri yadederek saatlerce sohbet ettik.

Kemal yıldırım ve hanımı bizlere Suriye’yi ve orada yaşadıklarını anlattı.  İkisininde söylediği  ortak bir söz vardı. ‘’ Suriye’de bizlere yaşatılanları, düşman bile yaşatmamıştır. Dışarda düşmanınız bellidir. Biliyorsun ki bu senin düşmanındır, ne yaparsa yapsın zoruna gitmez, Oysa yoldaş bildiğin, yoldaşım dediğin insanların düşmanca tavırları insanı kahrediyor’’ dıyorlardı.

Kemal yıldırım ve eşi, Türkiye’den gelen yoldaşa bunları anlatırken, anlatılanları dinleyen yoldaşın şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Kemal Yıldırım, Suriye’de insanları çırılçıplak soyarak haftalarca aç susuz bırakan ve her gün işkence yapan Mihrac Ural ve çetesini  anlatırlken, gözlerimizle gördük, kaldığımız odanın heman bitişiğinde tanımadığımız bir lişiyi çırılçıplak soyuyp bır hafta işkence yaptılar, bu kişi geceleri bize yalvarıyor sigara istiyordu ama bizim de sigaramız yoktu diye öfkesini belli ederek anlatıyordu.  Engin Erkiner sitesini takip edip etmediğini sordum. Bir sure takip ettiğini sonar bıraktıgını söyledi. Nedenini sordum. ‘’ Mihrac Ural’ın adını duyduğum zaman hasta oluyorum, bu adamın adını bile duymak istemiyorum’’ diye cevap Verdi.

Özelikle, hanımı ile birlikte tekrar ettikleri bir şey dikkatimi çekti. ‘’oligarşinin zindanında yatmayı, Suriye’de Mihrac Ural denilen adamın yanına bulunmaya tercih edeceklerini söylüyorlardı.

Kemal Yıldırım yoldaş, tekrar tekrar ve üstüne basarak anlatıyor. ‘’ Ben sigara tiryakisiyim, bize sigara vermiyorlardı, bir gün hemşehrim olan Hasan’dan sigara istedim vermedi, yok dedi, ama aynı akşam yan odayı karıştırdım dolapta kartonlarla sigara vardı’’ diye anlatıyor. Masraf oluyor dıye bizleri aç bırakıyorlardı, diye anlatıyor.

Ne garip değil mi,  Yıllarca bu örgüte militanlık yapmış, işkenceler görmüş, faşist kurşunlara hedef olmuş ve 30 küsur senedir tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş bir militan yoldaş bunları anlatıyor. Kemal Yıldırım bu mumamelere sessiz kalmıyor elbette, itiraz edecek oluyor. Susturulmak isteniyor. Hem de en yakın tanıdıkları tarafından, ‘’sesini çıkartma, boş ver sus’’ diyenleri anlatıyor. En çok da onlara kızıyor.

Engin Erkiner’in THKP-C ACİLCİLER tariki diye başladığı yazı dizisini okuduktan sonar bunları yazma ihtiyacı duydum.

THKP-C ACİLCİLER tarihi anlatılırken Mihrac Ural’ın bu tarih içersindeki yerinin yerli yerine konulması için dikkatli davranılması geregini  düşünüyorum. İster 1974 ve 82 dönemi olsun, ister 1982 ve sonrası dönem olsun, her ikisinde de Mihrac Ural adlı pislik adam ile bu örgüte emek vermiş militanların yanyana konulmaması gerektiğine inanıyorum. 1982 sonrası dönemde de olsa, bazı kişilerin Mihrac Ural çetesi etrafında gözüküyor olmaları ile, bu kişilerin Mihrac Ural , Muhabarat ve Suriye üçgeni içerisinde değerlendirilmemesi gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Bunu neden söylüyorum. Nedenlerini bir sonraki yazıda anlatmaya çalışacağım…