Şuanda 386 konuk çevrimiçi
BugünBugün3400
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11124
Bu ayBu ay11124
ToplamToplam10479548
acilciler tarihi - mihrac ural'ın ihaneti ve gerçekler PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Çarşamba, 30 Mayıs 2012 18:07


Bundan bir önceki ‘’karşılaşmalar’’adlı yazının son paragrafını aynen şu cümlelerle bitirmiştim.

‘’THKP-C ACİLCİLER tarihi anlatılırken Mihrac Ural’ın bu tarih içersindeki yerinin yerli yerine konulması için dikkatli davranılması geregini düşünüyorum. İster 1974 ve 82 dönemi olsun, ister 1982 ve sonrası dönem olsun, her ikisinde de Mihrac Ural adlı pislik adam ile bu örgüte emek vermiş militanların yanyana konulmaması gerektiğine inanıyorum. 1982 sonrası dönemde de olsa, bazı kişilerin Mihrac Ural çetesi etrafında gözüküyor olmaları ile, bu kişilerin Mihrac Ural , Muhabarat ve Suriye üçgeni içerisinde değerlendirilmemesi gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Bunu neden söylüyorum. Nedenlerini bir sonraki yazıda anlatmaya çalışacağım…’’ demiştim.

Devam ediyorum.

Devam etmeden önce birkaç noktanın altını özellikle çizmek gerektiğini düşünüyorum.

Acilciler örgütünün 1980 öncesi dönemde ülke çapında yaygın bir örgütlenmesi olmasına karşın bu yaygınlıga uygun düşen merkezi örgütlülüğü bulunmuyordu. Zaman zaman bu konuda yürütülen çabalara karşın ardarda gelen darbeler bu çabaya engel oldu.

Öyle ki, kimi bölgelerde Acilciler taraftarları olduğu, kendilerini ‘’Acilci’’ olarak tanımlayan kişi ve gurupların bulunduğu duyumlarına karşın adı geçen bölgelerde ne merkezi bir kadro ne de merkezi bir hiyareşi bulunmuyordu.

Örgütün, özellikle İstanbul merkezli askeri eylemlerinin basındaki yansımalarından etkilenen kimi devrimciler kendilerini Acilci olarak tanımlamaya başlamışlardı. Bu durum, 1975 başlarında bir başka biçimde İstanbul'da da yaşanmıştı.

THKP-C taraftarı oldugunu söyleyen devrimciler arasında elden ele dolaşan ve savunulan TDAS'a karşın, TDAS'ı gerçek anlamda savunan militanın bulunmaması gibi...

Ülke genelindeki yaygınlıgımıza karşın gerçek anlamda ne merkezi bir hiyareşi, nede adı geçen bölgeler bazında kitlesellik yoktu.

O dönemi yaşayanlar iyi bilirler, bazı devrimci örgütlerin belli bir alanda yogunlaştığı, örnegin Fatsa denildiğinde DY’nin, Tunceli denildiğinde TİKKO'nun, Samsun dendiğinde de akla Kurtuluş’un vb . geldiği bir ortamda, silahlı mücadele örgütü olarak kitlesel örgütlenmeyede önem veriyor olmamızın somut göstergesi olması açısından o dönem itibarıyle Acilciler denildiğinde de akıllara bir şehrin gelmesi bizim açımızdan önemli idi ve bu alana duyulan ihtiyac Hatay ile giderildi.

Oysa, bilenler iyi bilirler, Hatay ilinde açık ara bir etkinliğimizin olmasına karşın bu bölgede ciddi bir askeri eylem kesinlikle söz konusu olmamıştır. Hatay üzerine yapılan tüm ''güzellemeler'' Mihrac Ural’ın kişisel çabaları nın bir sonucu gibi gösterilmiş ,örgüt içerisinde böylece propaganda edilmiş ve bu duruma genelde ciddi bir tepki de sözkonusu olmamıştır.

Tepki göstermek mi gerekiyordu ? Elbette gerekmiyordu. Samimiyet,içtenlik ve devrimci sorumlulukla hareket edildiği sürece bu tür abartılı güzellemelerin zararından çok diğer bölgelerdeki çalışmaların ivmesini arttırıcı bir rol oynayabilecegi nedeniyle gerekliydi bile denilebilir.

Zaman ilerledikce, Hatay'ın örgütlenmedeki konumu öylesine abartıldı ki, Hatay gerçegini birebir yaşayan yoldaşlar bile bir süre sonra bu sahte güzellemelere, ya ses çıkartamaz oldular yada kendileri bile inanır oldu.

Hatay’da yapılan tüm örgütsel etkınlıklerin, Mihrac Ural’ın hanesine yazılmasına ses çıkartmayarak bu sahte propagandaların savunucusu ve yaygınlaştırıcısı rolünü bile üstlenen Hatay'lı yoldaşların, hiç hak etmediği halde, bu kişinin örgüt içersinde hızla yükselmesinde de ister istemez sıçrama tahtası rölünü de üstlenmiş oldular.

Hatay'da bulunan ve bolge örgütlenmesinin bel kemiğini oluşturan yoldaşların bu konudaki seszliğinin birden çok nedenleri oldugunu söylemek pekala mümkün diye düşünüyorum.

''Bİz bir örgütüz ve hepimiz bir ailenin fertleriyiz'' anlayışından hareketle, ard niyetsiz samimi devrimci düşünce anlayışının buradaki rolü belirleyicidir.

Başkalarını bilemem ama benim açımdan böyle oldugu kanaatini taşıdıgımı belirtiiyorum. Kimilerine göre, bu durum Mihrac Ural hırsının ne anlama geldiğini görememe beceriksizliği yada öngürü yoksunluğu olarak yorumlanabilir . Bu tespiti bugunden yapmak zor olmasa gerek, oysa adı geçen dönemde bunu farketmek, içinde bulunulan dönemin özgünlüğünde elbette kolay değildi. İnsanların koşar adım ve kişisel hiçbir çıkar düşünmeksizin mücadele ettiği bir ortamda, yoldaş bildiği kimi sahte devrimciler tarafından arkalarından kuyu kazılarak, hesaplar yapıldıgını düşünebilmeleri neredeyse imkansızdı diye düşünüyorum.

İsmi gazete manşetlerinde düşmeyen, sadece kendi eylemleriyle değil, başka örgütlerin yaptığı eylemleri bile ‘’acilciler’’ yapmıştır diye manşetlere taşınan, yarattığı etki, kendisinden kat kat üstün olmuş bir örgütün militan ve sempatizanları olarak, ülke çapında ‘’ bu şehir de bizden sorulur’’ diyebileceğimiz bir bölgeye ihtiyaç duyduğumuzu az önce belirtmiştim. Bu ıhtıyacın illa yazılı yada sözlü olması gerekmiyordu elbette.

Dediğim ğibi, buna pisıkolojik ve moral üstünlük açısından da ihtiyac duyuyorduk dersem kesinlikle yanlış söylemiş olmayacagım kanaatindeyim.

Sonuç olarak, Hatay özerine yapılan propagandalar ve buradan hareketle Mihrac Ural adına yapılan tüm güzellemeler sadece adı geçen bölge ile sınırlı kalmadı zamanla tüm bölgelerde, sorgulamadan oldugu gibi kabul edidi.

Bu durum, Mihrac Ural tarafından gizli emelleri adına son derece iyi kullanılmış yada bir takım çevreler tarafından ıyı kullandırılmıştır.

Mihrac Ural, 1977 Ağustos operasyonunun yarattıgı boşlugu da fırsat bilerek. Hiç ama hiçbir şekilde hak etmediği halde, kendi proagandasını yaptırtdıgı insanları ülke çapında uzababildiği tüm alanlara sorumludur dıye atamaya da zaten bu tarihten sonra başlamıştır.

Bu tarijh, aynı zamanda, Acilciler örgütünün tasfıyesinin de başlaması tarihidir.

Örgüt içerisinde örgüt yaratma, yoldaşlara karşı açık olmama, yalan söyleyerek kumpas kurma bu tarihten itibaren ve Mihrac Ural 'ın ortaya çıkışı ile başlamıştır.

Ağustos 1977 os darbesinin hemen akabinde, Acilciler içerisinde sirayet etmiş yada ettirilmiş olan kötü tohumun serpilip yeşermesi 1980 tarihine kadardır. 1981 ve 83 dönemi, Kahramanlık destanları adı altında yürütülen yogun tasfıyecılık ve ıhanetin örgüt üzerine topyökün çöküşü dönemidir.

Adı geçen dönemde, Mihrac Ural’ın , başta Hatay olmak üzere, Adana, Mersin, Ankara, Samsun, Kayseri ve İstanbul'a sorumlu'dur diye atadıgı ve büyük çoğunlugu Hatay’lı olan hemşehrilerini tek tek değerlendırmek bile bu ıhanetin iç yüzünü anlatmaya yeter de artar bıle, Bu çete’nin uzanamadıgı tek il Kars olmuştur.

Adana, Mersin, Ankara, İstanbul, Samsun, Kayseri ve Bursa’ya dıkkat edınız.

1978 yılının Mart ayına dikkat edınız.

Bu tarih, Mihrac ural’ın yakalandıgı tarihtir. Ugradıgı her il’in tepeden tırnaga deşifre oldugu, bir süre sonra da çöktüğü, polisin örgütün bir ucundan girip diğer ucundan çıktığı tarihtir.

Bu tarih aynı zamanda, HDÖ -Acil ayrılığının temellerinin atıldıgı tarihtir.

Ağustos 77 darbesinin hemen arkasında İstanbul'a gelen Mihrac Ural'ın bu bölgede yaptıklarına bakmamız yeterlidir. Agustos darbesiden hemen sonra, İstanbul’da deneyimli örgüt militanları dururken, tecrubeli ve bölge militanı yoldaşlara itibar edilmeyerek ,bunlardan habersiz ve bölge ile uzaktan yakından hiç bir ilgisi olmayan , o güne kadar hiç kimse tarafından tanınmayan sıradan insanlar, sırf Hatay'lı yada kendisine körü körüne biat edecek insiyatifsiz kişilerin bölgeye sorumludur diye getirilmesi elbette tesadüf değildir.

Örgütün temel kadrolarını bir yana savurarak, örgüt içerisinde örgüt yaratma, bölüp parçalayarak kendi kirli emellerine hizmet edebilecegine inandıgı kişilerle örgüt içerisine nifak tohumları saçarak yoldaşın yoldaşa kuşku ıle baktıgı, kimsenin kimseye güven ve saygı duymadıgı bir ortam bu tarihten itibaren yaratılmış ve HDÖ ayrılıgına da böylece zemin hazırlanmıştır.

HDÖ-Acil ayrılığının bilinçli ve hazırlıkları daha önce yapılmış bir tasfiyecilik oldugunu bu nedenle rahatlıkla söylemek mümkündür. Ayrılık döneminin ayrıntıları ve buna neden olan gelişmeleri, birebir yaşayan yoldaşların anlatımlarıyla biliyoruz. Umarım, adı geçen yoldaşlar bu dönemin ayrıntılarını tüm detaylarıyla yazarlar...

Mihrac Ural'ın Acilciler örgütü içerisine sızdırılması ve örgütün tasfiye edilmesindeki rölünü ortaya koyarken özellikle dikkat edilmesi gereken bir hususu belirtmek isterim. Son derece dikkat çekici, son derece önemlidir.

Silahlı mücadele veren bir örgütte lider olma,kendisini lider olarak tanıtma gayreti , 77-78'li yıllarda kimin aklına gelirdi ? Bu kişi Mihrac Ural’dan başkası degıl.

Bugün bizler, bu adamın taa o zamandan beri Muhabarat tarafından içimize sızdırılmış eski bir URUBA militanının oğlu olduğunu ıddıa ettiğimiz Mıhrac Ural konusunda yanılıyor muyuz ? Elbette yanılmıyoruz. 1978 yılından ıtıbaren ‘’ben liderim’ (!) dıye ortaya çıkan 22 yaşındaki bir velet’in yönlendirilmiş olduğunu söylüyoruz. Hem yönlendirilmiş hem kullanılmıştır.

Muhabarat tarafından yönlendirilmiş,

MİT tarafından kullanılmıştır.

Mihrac Ural, bugün çok açık oynuyor,kendisini ''yeni kuşak URUBA''cı olarak tanıtıyor ve ''benim kapsama alanım Hatay ile sınırlıdır'' diyor.

Mihrac Ural bunları şimdi açık açık söylüyor. 1977-78'li yıllarda, hatta 1987 yıllına kadar , onun agzından URUBA'cılık yada ''kapsama alanının Hatay'' oldugunu duyan olmamıştır.

1977 Agustos darbesinden sonra Muhabarat tarafından örgütü ele geçirmek ve Muhabarat'ın ülke içerisindeki 5. kolu yapmakla görevlendirilen bu zat, 1987'den itibaren bu sürecin tamamlandığından hareketle agzındaki baklayı çıkartarak gerçek misyonunu kendisi deşifre etmeye başlamıştır.

Mihrac Ural'ın Suriye gizli servisi MUHABARAT tarafından yönlendirilmiş oldugunu, sürecin baştan sona değerlendirilmesi ve bugün gelinen noktayla karşılaştırarak ortaya çıkan somut durumun tahlilinden anlamak için kahin olmaya gerek yok. Herşey açık seçik gözler önündedir.

Mihrac Ural'ın, Muhabarat'ın yönlendirmesi ile hareket etmesi onun MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLAT (MİT) tarafından kullanılmasını da doğurmuştur.

Daha önce Engin Erkiner yazdı. Doğru bir tespitti. Resmi olarak 13 mart 1978 tarihinde Ankara'da yakalanan Mihrac URAL'ın bu tarihten itibaren Polis'le anlaşarak , kendi tabiriyle ''ACİLCİLERİ EHLİLEŞTİRME'' sözü verdiği gine ilişkin elimizde yüzlerce kanıt bulunuyıor. Tüm gelişmeler, görgü tanıklarının anlatımları, o dönemde yapılan operasyonların başlangıç, seyir ve bitiş tarihleri bunu gösteriyor.

Yakalandığı zaman ifade vermediğini söyleyen adam'ın polis'te ''konuş'' diye yoldaşına bağırdığı, yarım sayfa ifadem var dıyen adam'la bırlıkte yakalanan yoldaşların, ''hayır bizim gördüğümüz ifadesi daha fazlaydı'' dediklerini biliyoruz. Polis'te işkence gördüm, her tarafım parça parçaydı diyen bu kişini, yanında bulunan başka örgütten insanların, ''yalan söylüyor Mihrac Ural tek bir fiske dahi yediğini görmedik'' dediklerini biliyoruz.

Yakalandığında polis tarafından20 gün şehir şehir dolaştırıldıgını söyleyen Mihrac Ural'ın sorgu için Hatay'a bile götürülmediği ortaya çıktı. Neden götürülmediğini sorduk, ''Hatay'da deşifre degildim'' diye çok inandırıcı(!) bir cevapla karşılaştık. Bursa'ya gitmediğini söylüyordu, yalan söylediği anlaşıldı. Fotoğrafları ortaya çıktı. Samsun yakalanması ve İstanbul'da Nebil Rahuma'nın ikinci kez yakalanması/yakalatılmasının altında yine Mihrac Ural çıktı.

On'larca tanık, olayların gelişim seyri, kendi çelişkil ıtırafları ve çetleşmelerindeki samimi anlatımlarından hareketle, Mıhrac Ural'ın MİT tarafından kullanılmış bir eleman oldugu çok açıktır.

Bu kullanımın sonuçları da ortada, Ali Çakmaklı'nın öldürülüş gerekcesi, Nebil Rahuma'nın yakalanışlarındaki rolü ortadadır. Sadece bu kadar mı ? Hayır. Suriye olayları, Müntecep Kesici'nin katledilmesi, Yusuf ve Sami yoldaşların cinayetleri...Örgüt içi hırsızlıklar, Filistinli örgütlerden alınan silahların kaçakcılara satılırken suç üstü yapılınması vb.vb. Tüm bu olaylar ve bunların gerekcelerı anlatılırken söylenen akıl almaz yalanlar, Mihrac Ural'ın basit bir eleman olduğu gerçeğini ortaya koyan delillerdir.

Acilciler tarihi anlatılırken, Mihrac Ural'ın konumu dikkatle ele alındıgı zaman, bir zamanlar bu adamın çevresinde bulunmuş olan yoldaşların konumları ile bu kişi arasındaki ilişkilerin titizlikle değerlendirilmesi, bu örgüte emek vermiş yoldaşlara haksızlık yapılmaması açısından önemlidir. Engin Erkiner'in Acilciler tarihi olarak yazmaya başladığı bu tarih yazımı başlangıcında aklıma ilk gelen bunlar oldu.

Mihrac Ural'ın anlatılacak hiç bir yönü kalmadı. Herşey açık seçik ortadadır.Defalarca söylediğimiz gibi çırılçıplak olmuştur, İhaneti orta yerdedır. Biliniyor. Şu anki konumuyla bile fazla söze gerek olmadığı ortadadır.

Soru şu, Mihrac Ural ihanetininin şu veya bu şekilde er yada geç te olsa farkına varıp ayrılan, kendi köşesine çekilen pek çok yoldaş bulunuyor. Bu yoldaşların birçoğu konuşmuyor. Neden ?

Nedenlerin doğru anlaşılması, bu temel üzerinde yapılacak olan tespitleri de saglıklı kılacaktır diye düşünüyorum.

Yıllarını bu örgütün hizmetine sunmuş yoldaşlarımızın bugünkü sessizliğini, Mihrac Ural ihanetine bulaşmış olarak görüp degerlendirmek başka, bu ihanetlere bilinçli olarak bulaşmış olarak görüp öyle değerlendirmek bambaşkadır.

Sessizliğin birden fazla nedenleri bulunuyor. Anlaşılır nedenler oldugu kadar anlaşılmazları da olduğunu belirterek burada bitirmek ve bir sonraki yazıda nedenler üzerine görüşlerimi belirtmekle yetineceğim..

 

Son Güncelleme: Çarşamba, 30 Mayıs 2012 18:09