Şuanda 305 konuk çevrimiçi
BugünBugün3357
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11081
Bu ayBu ay11081
ToplamToplam10479505
darbeler mi yoksa darbeciler mi yargılanıyor? PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 11 Haziran 2012 12:37


Kendisi de TC tarihindeki  en büyük darbe 12 Eylül rejiminin ürünü olan AKP iktidarı  darbelerden hesap sorma şampiyonluğu yapıyor, ancak dikkatli bir göz onların yargıladıklarının darbeler ve yarattığı rejim değil, artık ipliği iyice pazara çıkmış kimi darbecilerin sözde yargılanmasıdır. Bir dönemin darbe yöneticilerini yargılayan AKP bu darbecilerin yarattığı darbe kurumlarına hiç dokunmuyor. Adı değiştirilen DGM’lere dokunmuyor, YÖK’e dokunmuyor, MGK’ye dokunmuyor ama darbeler ile yüzleştiğini söylüyor.

28 Şubat post-modern darbesini ve darbeleri yapanları yargıladıklarını söylüyorlar, bu darbeyi canı gönülden destekleyen, darbe sonrası darbeci orduya teşekkür eden Fettullah Gülen  ve cemaati ile birlikte iktidar olunuyor. Oysa biliniyor ki, Erdoğan ve ekibine de iktidar yolunu açan Erbakan’ı  iktidardan uzaklaştıran 28 şubat darbecileridir. Yani bu iktidarın darbelerle ve darbeler sonucu oluşan kurumlarla bir sorunu yok, tam tersine bu kurumlar aracılığıyla muhaliflerini eziyor, hak gaspı yapıyor, toplumu dönüştürücü  güçleri  devreden çıkarmaya çalışıyor.

Bugün Türkiye’de  birçok devlet yetkilisi hakkında fezleke hazırlayan, tutuklamalar yapan, davalar açan, hatta Genel Kurmay başkanlarını dahi tutuklayan savcılar, her nedense 28 şubat darbesini basın ve yayın yolu dahil her yöntemle destekleyen, darbecileri açıktan öven ve onlara teşekkür eden Fettullah hakkında bir söz söyleyemiyorlar. Çünkü biliyorlar ki, devletin bir çok kurumunun ipleri hocanın elindedir.

Darbe ile yüzleşilse demokrasi mevzi kazanır, ancak sadece teşhir olmuş birkaç darbeci ile yapılan hesaplaşma mevcut iktidarı güçlendirir. Bu iktidarın demokrasicilik oyunlarına gerekçe olur, kitleleri aldatmanın araçları olur. Erdoğan’ın da yapmak istediği darbelerle hesaplaşmak değildir. Çünkü kendisi de bu darbelerin bir ürünüdür. Onun amacı olabildiğince iktidarda kalmaktır. Bunun için de geçmişle görüntüde de olsa bir sözde hesaplaşma yapması gerekir. Sözde demokratik adımlar atması gerekir, sözde yeni anayasa hazırlama oyunu oynaması gerekir.

Darbelerle derinlemesine bir yüzleşmeden korkan, darbelerin yarattığı kurumlar vasıtasıyla iktidarını kökleştiren Erdoğan ve ekibi, hep medyatik gösterilerle ilerici olduğu yalanını yaymaya çalıştı. Darbe rejimlerinin yarattığı kurumların ortadan kaldırılması gerekir dendiğinde hep ipe un serdi MGK, YÖK, DGM gibi kurumlar ortadan kaldırılmalıdır dendiğinde karşı durdu. Biçimsel değişimlerle yetindi.  Devlet laik olmalıdır dolayısıyla zorunlu din dersleri kaldırılmalı, Diyanet İşleri Başkanlığı devlet kurumu olmaktan çıkarılmalıdır dendiğinde duymazdan geldi. Oysa 12 Eylülle hesaplaştığını söyleyen iktidar biliyor ki, din derslerini zorunlu hale getiren Evren ve ekibidir. Hesaplaşma Evren’le değil yarattığı rejimle, çıkardığı yasalarla olmalıdır.

Yine Partiler yasasını yapan, seçim barajı getiren ve bu vasıtayla toplumun  büyük bir kesimini sistemden dışlayan  rejim de 12 Eylül rejimidir. Bugün ilericilik, devrimcilik, değişimcilik ve dönüştürücülük şampiyonluğuna soyunmuş görünen Erdoğan;  saydığımız bu darbe kurumlarına ve yasalarına sesini çıkarmıyor. Bu yasalar kalkmadan, bu gerici kurumlar lağvedilmeden, ne yeni anayasa olur, ne de toplumsal sorunlarımız çözülebilir. 

Din dersleri ve Diyanet sorunu çözülmeden Alevilerin sorunu çözülemez. Partiler yasası, yerel yönetimler yasası değiştirilmeden, seçim barajı sorunu çözülmeden   demokratik  bir anayasa yapılamaz, eşit vatandaşlık hakkı tanınmadan, her toplumsal kesiminin kendine özgü  kimliğini tanımayan  tek din, tek dil, tek millet, tek devlet mantığını değiştirmeyen hiç bir anayasa yeni olamaz. Toplumun kanayan yarası Kürt sorununu çözemez.

Vatandaşlar arasında gerçek eşitliği tanıyan,  herkese anadilinde eğitim hakkı tanıyan, bölgeler arası gelir eşitsizliğini gideren , sivil toplum kurumların faaliyetleri önündeki engelleri kaldıran, cins ayırımcılığına son veren,  dikta heveslilerine fırsat tanıyan yasaları değiştiren yeni bir anayasa ancak tüm toplumun anayasası olabilir.

Eğer anayasa tüm toplumun üzerinde uzlaştığı ortak yaşam reçetesi olacaksa, toplumun tüm kesimlerinin haklarını güvenceye almalı, tek bir bireyin dahi hakkını görmezden gelmemelidir. Ancak yukarda görüldüğü gibi mevcut iktidarın böyle bir projesi bulunmamaktadır. Tek proje AKP ekibi ile 2023 e kadar iktidarda kalmaktır. Bu amaca hizmet eden adımlar atılmak isteniyor ve anayasa için de, kendi hazırladıkları taslağı referanduma götürerek kabul ettirmektir.

Yani toplumun yarısının onaylamayacağı bir anayasa kabul ettirilecektir. Bunun adı çoğunluk diktatörlüğü olacak. Yarıdan bir fazlanın istediği her şeyin meşru görüldüğü bir sistem eşitlikçi bir sistem olamaz. Gerçek anlamda demokratik bir sistemde tek bir bireyin dahi hakları güvence altındadır. Yükümlülükleri de yasalarca belirlenmiştir. Bunun dışındaki her sistem adı ne olursa olsun  dikta rejimidir. Bugün Türkiye rejimi de bir dikta rejimidir. Hem de  ta TC’nin kuruluşundan bu yana bu böyledir. Ve esasında tek kişinin belirleyici olduğu gerici-faşist bir rejimdir.

Bugün hesaplaşılması gereken bu gerici rejimin yarattığı kurumlardır. Yoksa tek tek bireyleri yargılayarak  sistemle hesaplaşılamaz. Bu sistemin yarattıklarının öncülüğünde de sistemle hesaplaşılamaz. Görev bu sitemi kökten değiştirecek devrimci bir dinamiğin yaratılmasıdır. Bunun dışı yapılacak her tartışma sistem koruyucularının ekmeğine yağ sürmekten öte sonuçlara yol açmaz.

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 11 Haziran 2012 21:52