Şuanda 63 konuk çevrimiçi
BugünBugün3221
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10945
Bu ayBu ay10945
ToplamToplam10479369
halil ibrahim özcan ve "ejderha yılları" PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Salı, 12 Haziran 2012 11:54


Halil İbrahim Özcan yoldaş’ın  ‘’nokta kitap’’da, ekim 2005 tarihinde yayınlanan romanından bahsediyorum.

Halil İbrahim, 5 Ekim 1921'de İngiliz yazar Catherine Amy Dawson Scott ile John Galsworthy ve arkadaşları tarafından Londra'da kurulan , uluslararası yazarlar birliği (PEN)nin ülkemizdeki ikinci başkanıdır.

On yıl gibi uzun bir süre THKP-C(Acilciler) davasından, örgüt üyesi ve örgütsel faaliyetleri nedeniye hapishanede yatmış bir arkadaşımızdır. Hapishaneden çıktıktan sonra da entellektüel faaliyetlerine hız veren H.ibrahim’in, sözünü ettiğim ‘’ejderha yılları’’ adlı romanından haberdar olmama  rağmen okuma fırsatım olmamıştı. Elime yeni geçti ve bir çırpıda okudum.

Dogrusunu söylemek gerekirse, böyle bir kitabın varlıgını duyduğum günden itibaren, okumaya başladığım ana kadar önyargılıydım.. Önyargımın nedeni, kitabın isminden  kaynaklanıyor olabilir mi ?  Bilemiyorum, ama mümkündür. 

H. İbrahim’in devrimci geçmişini (hapislik yılları, Orta-Doğu’da, filistin kamplarında geçen yaşamı)  azçok bildiğim için, kitapın içeriğininde, adı geçen yılların ‘’destansı bir anlatımıdır’ diye düşünmüş olabilirim.

Yanılmışım.

 ‘’…biz var ya biz, ne güzel insanlardık, dört nala koşan beyaz yeleli atlara biner, tozu dumana katar da giderdik…) içerikli ve ‘’ kaba ajitatif söylemlerle donanmış’’tır sandığım kitabı okuduktan sonra yanıldığımı fark ettim.

’Ejderha Yılları’’ adlı roman, yanyana getirilmiş bölük pörçük kurguların toplamı değil, gerçekten yaşanmış bir hayatın edebiyat diliyle duygu yoğunluklu anlatımı olarak okunmalıdır.

Kendi yaşam hikayesini içtenlikli bir betimlemeyle romanlaştırıp okuyucuya aktaran  H. İbrahim’in  bu kitabı dikkatle okundugunda, satır aralarına serpiştirilmiş  örgütsel tarihimizin kimi kırılma noktalarınanın ip uçlarını  rahatlıkla görmek mümkündür.

Bizim (Acilciler) tarihimizin tasfiyesi, benzeri örgütlerin tasfiyesi ile aynı kategori içerisinde değerlendirilemez. Bizim tarihimizin tasfiyesi/tasfiye edilişinin özel bir önemi vardır.

Tarihimiz,benzeri hareketlerin tasfiye oluşlarından farklı olarak, yabancı bir gizli servisin, Muhabarat’ın, içimize yerleştirdiği soysuz bir ajan ve ahlaksız bir hırsızın baştan sona planlı bir ihaneti neticesinde, devrimci kişiliğinden arındırılıp başkalaştırılmak suretiyle yok edilişinin tarihidir..

Hep söyledik, bu tarih içerisinde birgün bile bulunmuş olup ta, baktığını görebilme yetisine azçok sahip olan tüm arkadaşlarımızın, tarihimiz icerisine kazınmış ihanet tohumlarının farkındadır dedik.

Yanılmadığımız anlaşılıyor.

Halil İbrahim Özcan’ın kitapını okudugum zaman, yanılmadığımı daha rahat söylemek durumundayım.

Halil İbrahim,’’ejderha yılları’’da,Orta-Dogu’ya, Suriye’ye geldiği ilk gün, kendisini karşılamaya gelenleri anlatıyor, bakın ne diyor.’’…Kendilerini almaya gelen sorumlu arkadaşlarının yanında Suriyeli bir de kadın vardı. Daha sonra kadının kimliğini öğrenmişti. Cemil Esad’ın yeğeniydi bu kadın…’’(age sayfa100) Burada, Suriye devlet başkanı Hafız Esad’ın kardeşi Cemil Esad’ın yeğeni olarak bahsedilen kadının, yeğen değil, Cemil Esad’ın o zamanki sekreteri, daha sonra Mihrac Ural ile evlendirilen ve Melek yoldaş( !) olarak anılan Malak FADAL oldugunu belirtmek durumundayım.

Dikkat ediniz. 1981 yılı başlarındayız ve örgütümüzün militanları akın akın Suriye’ye geçmeye başlamışlardır. ‘’Aylarca dağlarda ot yiyerek aç susuz yaşadım’’ diyen Mihrac Ural, Suriye’ye ayak basar basmaz Cemil Esad’ın köyünde ve onun himayesinde olup, yeni gelen yoldaşlarımızıda onun sekreteri ile  karşılatıyor ve Kurdaha köyüne (Cemil Esad’ın köyü) ne getirtiyor.

Halil İbrahim devam ediyor.’’..lazkiye yakınlarındaki Kurdaha köyüne getirilmişler ve bir dernek binasına yerleştirilmişlerdi….Bulundukları yere bir gün sonra gelen örgüt sorumlusu, ‘ yoldaşlar,hepiniz hoşgeldiniz,faşizmin kalesinden buralara gelirken yaşadığınız ve yaşayacagınız tehlikelerin ve sorumlulukların bilincinde oldugunuzu biliyorum diye devam edip gitmşti’’ (Sayfa 100) dedikten sonra asıl önemli olan gözlemlerini yazmayı da ihmal etmiyor.

Şöyle diyor.’’…Adam konuşurken sürekli yere bakıyordu. Yere bakarak konuşan birini oldum olası sevememişti Zafer. Gözlerindeki ışığı görmeden ne konuşulursa konuşulsun…’’ Zafer yani kitapın yazarı, daha Suriye’ye adımını attığı gün, içindeki kırılmayı bu kelimelerle anlatıyor. ‘’ sorumlu yere bakıyordu sevmedim’’

Dahası var, devam ediyor. ‘’…Ama onu rahatsız eden, oturdukları odaya partinin genel sekreterinin gelişiyle birlikte herkesin ayağa kalkmış olmasıydı. Tanıştırılmak üzere Cemil Esad’ın evine gidildiğinde yapılan konuşmalar ve tanıştırılma biçimi de ona uzak gelmişti. Esad ailesi Kurdahalıydı. Koruma ordusundan sıyrılıp kocaman bir evden içeri alınmışlardı, Kendilerini karşılayan Cemil Esad’a….. Genel sekreter hepsini birer birer yeni kod adalarıyla tanıştırmaya başlamıştı, sıra ona gelince, ‘ Refik (yoldaş) Cemil, Liva İskenderunlu, kendisi Alevidir İstanbul’da yaşar, mühendis ve örgütümüzün ileri gelenlerindendir. Vur emriyle aranıyor ve cezaevi firarisidir’’ Allah allah, neden böyle söylüyorki diye düşünüyordu oturdugu yerde.. Dikkatini çeken başka bir nokta da, herkesin  Liva İskenderunlu yada Antakyalı olarak tanıştırıldığıydı, yani arap kökenli, sonraki hafta bu konuyu gündeme getirdiyse de yanıt olarak, ‘’ herşeyin bir bedeli var, adam Suriye cumhuriyetini genişletmek istiyor diye yanıt almıştı’’ (a.g.e. sayfa 101)

Cemil Esad ilişkisi, Liva iskenderunlu, alevi yada Arap kökenli olarak tanıştırılmak, sadece bu kitabın yazarını değil tüm yoldaşları rahatsız eden bir durumdu ve kitabın yazarının  ‘’allah alllah’’ diye şaşkınlıkla  soru soran herkese,’’ taktik yapıyoruz yoldaş’’(!) denilerek yalan söylenmiş ve bugün ortaya çıkan ihanetin tohumları taa o zamandan atılmıştır.

H. İbrahim Özcan’ın, Suriye’ye adımını atar atmaz sorgulayan gözlerle çevresine dikkatle baktığı anlaşılıyor. Böyle bir kişinin örgüt sorumluları yakınında elbette yeri olmamalıdır. Olmadıgı anlaşılıyor ve Halil İbrahim ve onun gibileri en kısa zamanda Lübnan’a filistin kamplarına ‘’eğitim amaçlı’’( !)  gönderiliyor.

Halil İbrahim Özcan, Filistinde bulunduğu süre içerisinde, Filistinli örgüt ve yöneticilerinin, örgütümüz militanlarına olan yakın ilgisini,’’…İstanbul’da iki Filistinli gerillanın cezaevinden kaçırılmasında Zafer’in örgütünün yardımı olmuştu ve Cephe Şabii bunu hiçbir zaman unutmamıştı’’ diye anlatıyor. Aynı sözleri, Nebil Rahuma’nın Filistinden döndükten sonra İstanbul’da bana anlattığı kelimelerle anlattığını hatırlıyorum.

Bir kaç kere bu konuyu yazdığımı hatırlıyorum. Acilciler örgütünün Filistin’de, filistinli örgütler içerisindeki itibarının, 1978 yılının sonları ve 79 başlarına uzandığını, Sağmalcılar cezaevinde iki Filistinli gerillanın kaçırılarak özgürleştirilmesi eyleminin,  bu konudaki katkısını anlattım.

Mihrac Ural’ın, Orta-doğu’da oynadıgı ‘yalancı pehlivan’’lığın temelinde bizim emeğimizin bulundugunu söyledim. Mihrac Ural’ın her konuda olduğu gibi,bu konudaki örgütsel çabamızı da kullanarak  tüm bu çabalarımızı kişisel sermayeye dönüştürmenin bir aracı olarak kullandığını yazdım.

Halil İbrahim, tam da bunu söylemektedir.

‘’Ejderha Yılları’’nın sonlarına doğru, adı geçen dönem’de (1982 yılları)  örgüt içersinde başgösteren, kuşku ve güvensizligin arttıgına ilişkin ip uçlarını görüyoruz. Örgüt sorumlusu kişilere karşı örgüt militanları arasında derin hayal kırıklıgı vardır. Örgüt militanları, kendilerini savaşcı değil’de paralı asker gibi görmeye başlamışlardır.

‘’Paralı asker’…Roman kahramanı Zafer’in de aralarında oldugu örgüt militanlarının, filistin eğitim  kampında yaptıkları bir toplantı anlatılıyor.  Paralı asker sözü bu toplantı sırasında Beşir’in ağzından şu sözlerle anlatılıyor. ‘’.. ‘’ Bu cehennemde ne arıyoruz ki biz ?  Bütün arkadaşlar susmuş, gözlerini Beşire dikmişlerdi. Beşir ise, yüzüne kilitlenen bakışlara aldırmadan konuşmayı sürdürüyordu. ‘’Daha geçen toplantıda merkez komitesi,’’ biz burada herkesi besleyemeyiz, isteyen istediğini yapsın diye karar belirtmemiş miydi ? Benim zoruma gidiyor arkadaşlar, ne hayallerle geldik buralara, bak ne durumlara düştük. Düpedüz bizim yaptıgımız paralı askerlik ve paramıza da örgüt el koyuyor. Yalan diyen konuşsun o zaman.’’(a.g.e sayfa 153)

Fazla söze gerek yok sanırım. Roman yazarının sözünü ettiği  paralı askerlik meselesinin daha net anlaşılması için biraz açılması gerektiğine inanıyorum. ‘’Ejderha Yılları’’ sayfa 119-120-121’de, gerillalara verilen maaşlardan sözediyor.. ‘’…Filistin Kurtuluş Örgütü kendilerine maaş da veriyordu. Türkiye’deki bir memurun iki aylık maaşından fazlaydı bu para. Ikiyüz Lübnan lirası maaş alıyordu…..aldıkları maaşları örgütten gelen sorumluya veriyorlardı….Günler geçtikce aralarındaki tartışmalar da giderek şiddetlenir olmuştu.Birbirlerini suçlayıcı tartışmalar, günden güne dozunu arttırıyordu. Üstüne üstlük Suriyeden gelen genel sekreter yardımcısı, Avrupa’dan söz eder olmuştu. Bir gün Zafer kaldıkları çadırın arkasında, sorumluyu bir elinde cımbızla yüzündeki kılları alırken gördüğünde oldukca şaşırmıştı. Aybaşıydı ve sorumlu Filistinli’lerin ödediği maaşları almaya gelmişti. Oldukça şık giyimliydi. Maaşlarını almaya gelen sorumlunun halini, onların aylarca yıkanmadan toz, toprak ve ölüm korkusu içinde yaşadıklarıyla karşılaştırıldıgında yüreğine ağır bir taş gibi oturmuştu.’’

Çok ilginç, ilk defa duyuyorum. Burada sözü edilen sorumlu, şık giyimli, yüzünün kıllarını cımbızla temizleyen(!) genel sekreter yardımcısı zat-ı muhterem’in Ali SÖNMEZ olduğu çok açık anlaşılıyor. Genel sekreter yardımcısı olduğunu ilk defa burada duyuyorum. Örgütümüzde, genel sekreter yardımcısı diye bir kurum hiçbir zaman olmamıştır. Buna karşın Ali Sönmez’in yoldaşlara bu biçimde tanıtılması gerçekten çok ilğinç. Öyle sanıyorumki, yoldaşlardan maaşlarını daha rahat alabilmek için yeni bir taktik(!) olarak sahneye konmuştur.

Yıllar sonra, Mihrac Ural tarafından, polise bilgi veren kalın kafalı bir muhbir  ve yıllarca ‘’sırtımda’’ taşıdığım aramızdaki  oblamov’du ‘’ diye tu kaka yapılan Ali SÖNMEZ’in neden konuşmadığı, örgütten ihrac edilmeden önce ‘’elimde belgeler var açıklayacağım’’ diye basbas bağırmasına karşın, birden bire suspus olup  sırra kadem basması  şimdi çok daha net  anlaşılıyor.

Aybaşı oldu mu Suriye’den Lübnan’a geliyor ve yoldaşların maaşlarını toplayıp Genel Sekreter adlı hırsıza götürüyor.Mihrac Ural adlı hırsız sahtekarın bu günkü sermaye birikiminin ilk  tahsilatçısı olarak görev yapıyor..

Yüzlerce yoldaşın sırf bu para nedeniyle Lübnan’a gönderildiğini,  adı geçen dönem itibarıyla yoldaşların  bilmeleri elbette mümkün değildi. Onlar, askeri eğitim yapmak,bir süre yurt dışında kaldıktan sonra tekrar ülkeye dönüp mücadele etmek için orada olduklarını sanıyorlardı. Öyle olmadığının farkına varanlar, örgüt içinde seslerini yükseltmeye başladılar. Roman yazar, Beşir’i konuşturarak bu sahtekarlıgı açık ediyor. İyi de yapıyor..

Örgüt içerisindeki tartışmalar bununla sınırlı değildi. Militanlar’ın örgüte olan güvenleri iyiden iyiye sarsılmış oldugundan herşey tartışılır, herşeye kuşkuyla bakılır olmuştu. Yıl 1982 olmasına karşın, 1981 yılının Nisan ayı sonlarına doğru Suriye’den Avrupa’ya çıkan Engin Erkiner’in İsviçre’de yakalanarak bir ay hapsedilmesi , örgüt militanları tarafından Suriye’deki örgüt sorumlularına karşı yapılan eleştirilerin bir diğer yanını oluşturuyordu. 

Aralarında Ali Sönmez’in’de bulundugu, başını Mihrac Ural’ın çektiği komplocu zihniyetin Engin Erkiner’in Avrupa’ya gidişi sırasında, kendisine verilen pasaportun bilinçli olarak farkedilecek biçimde kötü yapılması ve E. Erkiner’in yakalanmasına neden olunduğunu, ‘’Ejderha Yılları’’nda okuyoruz. Romam yazarı, yeni bir tarışma toplantısında yaşananları şu sözlerle anlatıyor.

’’.. Gerek örgüt içinde yaşananlar, gerekse aralarındaki ilişkiler iyice gerginleşmişti.Örgütün ilk lider kadrosundan geriye yalnızca Kemal kalmıştı. Ortaklaşa yazılan broşürü birlikte kaleme aldıgı arkadaşlarından hayatta kimse kalmamıştı. Broşürün asıl onun emeğinin ürünü olduğu biliniyordu, ama diğer arkadaşlarının görüşlerini de aldığından ortak kitap diyordu etrafta. Sol içi tartışmalarda, örgütün adı x olarak geçiyordu o zamanlar. Kemal’in örgüt kuruluşu ve gelişmesinde büyük katkısının oldugunu biliyordu. Kemal’i görür görmez sevmişti. Suriye’nin Basit burnundaki evde. Kemal, 1980 yılında 17’si siyasi, 5’i adli tutukluyla birlikte Sağmalcılar cezaevinden firar etmişti.Örgütün kurucuları arasında yer alan üç kişi, Malatya Beylerderesinde öldürüldüklerinde 1976 ocak ayıydı. Ülke genelindeki operasyonlarda iyice dağılan örgüt. Kemal ve arkadaşlarının çalışmasıyla yeniden taraftar toplamayı başarmıştı. 1981 Nisan ayında Avrupa’ya geçmesi için Kemal’e sağlanan pasaport, yeni genel sekreter tarafından uygun düzenlenmemiş ve Avrupa kapılarında binbir zorluk çıkmıştı .Bu durum tartışmaların odak noktasını oluşturuyordu’’(a.g.e.sayfa 121. Burada, Kemal olarak bahsedilen roman kahramanının E. Erkiner oldugunu belirtmeye gerek olmadığı kanısındayım)

’Ejderha yılları’’ okurken dikkatimi çeken bir hususu belirtmek durumundayım. Kitap yazarı, Mihrac Ural’dan isim verilmeksizin iki yerden sözediyor. Birincisinde, Cemil Esad’ın evinde Yoldaşları Cemil Esad’a tanıştırırken yalan söylediğini, ikincisinde ise, Engin Erkiner’e bilinçli olarak kötü bir pasaport yapılmasındaki sorumluluğundan sözediyor.Kitapta, Mihrac Ural yalan söyleyen ve yoldaşına komplo kuran bir adam olarak tanıtılıyor. Yerinde bir tespit olduğunu belirtmek durumundayım.

Roman yazarı Halil İbrahim Özcan arkadaşımızın,, 188 sayfa ile sınırlı tuttugu ‘’ejderha yılları’’nın geçtiği dönemde, Müntecep Kesici öldürülmemişti. Lübnan’da filistinlilerin kendi aralarındaki çatışmalarda suriye yanlısı örgüt saflarında Filistin kurtuluş örgütü(FKÖ) ye karşı savaştırılan yoldaşlarımız da henüz öldürülmemişlerdi. Zihni ALAN( yusuf) ve Gökhan SAÇ( sami) yoldaşlar da yaşıyorlardı ve Mihrac Ural tarafından öldürülecekleri hanüz akıllarının uçlarından bile geçmiyordu.  Ölümün büyük kuşkusu Ahmet ÇOLAK’ın üzerindeydi. Ahmet ÇOLAK yoldaş, Mihrac Ural ihanetini görerek örgütten ayrılmış ve Ülkeye dönmek istemişti. Sınırı geçtikten sonra jandarmalar tarafından ‘’öldürüldüğü’’haberi gelmiş ve bu durum Orta-Dogu’daki yoldaşlar arasında kuşku ile karşılanmıştı. Ahmet Çolak yoldaş’ın, Mihrac Ural çetesi tarafından öldürüldüğü konuşuluyordu. ‘’ Ejderha yılları’’ında bu kuşkuları da bulmak mümkün.Roman yazarının bu kuşkuyu roman kahramanlarından İsa’yı konuşturarak dillendirdiğine tanık oluyoruz. Ahmet Çolak yoldaşın ölüm olayı, 4 kişilik bir militan toplantısında tartışılıyor ve İsa konuşturuluyor.’’…İsa’nın tedirğinliği her halinden belli oluyordu. ‘’ yoldaşlar, yaşanılanları hepiniz biliyorsunuz, Kemal hoca’nın eline tutuşturulan pasaportla sanki yakalanması istenmişti.Sınırda çatışmada öldürüldüğü söylenen arkadaşımızın akibetine de hala inamıyorum’’ Malik isa’ya müdahale etmişti. ‘’ sen doğrudan örgütü suçluyorsun ‘’ ortada suç varsa elbette konuşacagım. Geçen gün bir yazımı dergiye bile koymadılar eleştirdiğim için. Hadi soruyorum sizlere, sizler kimsiniz ?

-Anadolulu devrimcileriz.

Peki o zaman, hepimiz Arap ve alevi miyiz ?

Bunu söylerken Zafer’in yüzüne bakıyordu. Çünkü, Kurdaha ‘da ilk tepkiyi veren o idi.’’( a.g.e.sayfa 142-143)

Sözü uzatmayacağım. Bilmeyenler için bir hususu belirtip bitirecegim.

‘’Peki o zaman, hepimiz arap ve alevimiyiz*’ diye soru soran İsa’nın, bir süre sonra Mihrac Ural tarafından tutuklanarak işkence edildiğini, Müntecep Kesici yoldaşın İsa’yi Mihrac Ural çetesinin elinden almak için Basit’e geldiği esnada vurularak öldürüldüğünü bilenlerinizin oldugunu biliyorum. Bilmeyenlerinizin öğrenmesi için tekrarlıyorum.

Son söz yerine bir cümle daha yazıyorum.

‘’ İsa bunu söylerken Zafer’in yüzüne bakıyordu. Çünkü, Kurdaha’da ilk tepkiyi veren o idi’’ diye bahsedilen Zafer kim ?

Zafer’in, ‘’Ejdeha Yılları’’nın yazarı Halil İbrahim Özcan olduğunu kitapı okurken rahatlıkla anlayabilirsiniz.

 

Son Güncelleme: Salı, 12 Haziran 2012 11:58