Şuanda 270 konuk çevrimiçi
BugünBugün3336
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11060
Bu ayBu ay11060
ToplamToplam10479484
filistin'de paralı asker olmak PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Pazar, 17 Haziran 2012 20:25


Biliyorum. Bu yazı başlığı çoğu arkadaşları/arkadaşlarımızı rahatsız eder. Hemen belirteyim, beni de rahatsız ediyor.

Türkiyeli devrimcilerin Filistin ve Filistinli örgütlerle olan ilişkilerinin 1970’li yıllara, Deniz’lere kadar uzandığını biliyorum.

Deniz Gezmiş’in o meşhur Filistin Kurtuluş Örgütü( FKÖ) gerilla kimliğini pek çoğumuz görmüşüzdür. Bu kimlik adı geçen dönemde,78 kuşağının Filistin hayallerini süslüyor, hemen hepimizde, Filistin’e gitmek, gerilla eğitimi görmek, Filistinli gerillalarla dayanışma içerisinde olmak arzusunu kamçılıyordu.

12 Eylül 1980 Faşist askeri darbesinden önce değişik örgütlerin buraya gönderdiği kimi militanlar olmasına karşın, esas olarak bu alana gidişler 12 Eylül 80 darbesinden sonra olmuştur.

Ülke içerisinde barınma imkanı kalmayan binlerce Türkiyeli  devrimci yasa dışı yollardan sınırı geçerek Önce Suriye’ye ardından da, Lübnan’a, Filistin kamplarına geçtiler.

Devrimcilerin toplu halde buraya gelişleri, önceden belirlenmiş bir plan çerçevesinde olmadığı için bir süre sonra ciddi rahatsızlıkları da beraberinde getirmiştir.

Örgütlü yada örgütsüz geçişlerin hemen hepsinde, Suriye ve oradan da Lübnan’a gitmek üzere ülkeyi terk edenlerin çok büyük bir bölümü ilk kez yurt dışına çıkıyor ve geldikleri  ülkenin, kültürüne yabancı olmaları yanında dilini de bilmiyorlardı.  

Bu durumda, sınırı geçer geçmez karşılarına çıkan ve devrimci olduğunu söyleyen herkesi kendisi gibi sanıyor, ona güveniyor ve bir süre de olsa  birlikte olmaktan hiçbir sakınca görmüyordu.

Acilciler isminin Suriye ve Lübnan’da ciddi bir güç olarak adı geçen dönemde Türkiyeli tüm devrimciler tarafından kabul görmesinin altında yatan asıl neden burada aranmalıdır.

Bilindiği gibi, 12 Eylül’den kısa süre önce, Adana cezaevinden kaçtıktan 24 saat sonra Suriye’ye giderek Cemil Esad’ın himayesine sığınan Mihrac Ural’ın, Suriye’ye ayak basar basmaz, Suriye gizli servisi Muhabarat ile kurmuş olduğu ilişki, (ki bu ilişkinin yıllar önce kurulduğunu, Mihrac Ural’ın Türkiye’de  Acilci(!) olduğu dönem bile Suriye istihbaratı adına çalışan içimizdeki ajan olduğunu daha sonra ortaya çıkardık) sayesinde, Suriye’ye gelen herkese, yardımcı(!) olmak bahanesiyle kucak açması, ilk başlarda Türkiyeli devrimcilerin büyük sempatisine neden olmuştur.

Mihrac Ural, arkasına aldığı Muhabarat’ın olanaklarını sayesinde bu sempatiyi sonuna kadar kullanmıştır. Suriye’de Muhabarat, Lübnan’da, (Filistin kamplarında) Nebil Rahuma ve benim tarafımdan Sağmalcılar cezaevinde kaçırılan iki Filistin gerillasının kaçırılması eylemi nedeniyle Filistin örgütleri tarafından örgütümüze duyulan sempatinin rüzgarını da arkasına alan Mihrac Ural’ın, 1981 başlarından 1982 sonlarına doğru, devrimcilik adı altında gerek örgütümüz Acilciler’in, gerekse de Türkiyeli pek çok devrimcinin olanaklarını  kullanarak her türlü pis ilişkisinin üzerini kapatabilmiştir.

1982 sonları, Mihrac Ural ‘’efsanesi’’nin çöküşünün başlangıç yılları olmuştur.

1981 başlarından 1982 sonlarına doğru, Suriye’ye gelerek Lübnan’da Filistin kamplarına giden binlerce devrimciden söz ettim.. Bırakalım başka devrimci örgütleri, Örgütümüz Acilciler militanı adı altında 350-400 civarında militan, aylarca bu kamplarda bulundu.

Bu kamplarda bulunan her militana, ayda en az 200 Suriye lirası maaş veriliyordu.  (bu para adı geçen dönemde Türkiye’deki asgari ücretin çok üstündedir)  Örgütümüz militanları başta olmak üzere, Türkiyeli devrimcilerin heman tamamı önce bu parayı almak istemediler. ‘’ Filistin davasını, enternasyonalist dayanışmanın bir gereği’’ olarak görenlerin, kendilerine verilmek istenen maaş’la birlikte, ‘’paralı asker ‘’ konumuna düşecekleri kaygısıyla karşı çıktılar.

Militanların göstermiş olduğu bu tepki, Mihrac Ural ve onun gibilerinin elbette hoşlarına gitmedi. Yoldaşların ‘’ikna’’ edilmesi için büyük çabalar harcandı ve ‘’Ülke içerisinde bu paraya örgütümüzün çok ihtiyacı olduğu’’ söylenerek maaşların ‘’devrimin çıkarları’’ adına kullanılacağına ilişkin nutuklar çekildi.

Yüzlerce yoldaşımız adına her aybaşı Suriye’den Lübnan’a gelen bir ‘’sorumlu’’ bu paraları Mihrac Ural’a götürdü.

Türkiye’de örgüt faaliyetleri adına tek bir kuruş gönderilmedi.

1981-82 döneminde Başta Almanya olmak üzere, Hollanda ve Fransa’dan Suriye’ye gönderilen on binlerce mark ,frank ve gulden’in yanı sıra, Libya’dan yollanan yüz binlerce  dolar,  Lübnan’da toplanan on binlerce gerilla aylığında olduğu gibi tek bir merkeze, Mihrac Ural ve Malak Fadal’ın kasasına aktarıldı.

26 Ocak 1978 tarihinde, Samandağ Ziraat Bankası’nın kamulaştırılması eyleminden sonra kaybolan paralardan 300 bin liranın daha sonra Adnan Demir’in kardeşinden alınarak Suriye’ye aktarıldığını saymıyorum. 1979 Kayseri yakalanmasından hemen sonra Kayseri’de kalan 200 bin tl’in, Zafer kanalıyla Suriye’ye aktarılmasını da  saymıyorum. 1980 darbesinden hemen önce yurt dışına kaçan  Mihrac Ural’ın, Suriye’ye gelir gelmez, Adana bölgesinde kamulaştırılan bir kuyumcudan elde edilen altınların olduğu gibi kendisine gönderildiğinden bile bahsetmiyorum.

Avrupa’dan, Ülke’den, Lübnan ve Libya’dan Suriye’ye aktarılan yüzbinlerce mark,frank, gulden lira ve dolar’dan tek bir kuruş’un, ülkedeki devrimci mücadele için kullanıldığına tanıklık edebilecek bir kişi çıkmaz. Kesinlikle çıkmamıştır. Hep söz vermiştir, büyük vaatlerde bulunmuştur ama her zaman yalan söylemiş, insanları aldatmış ve Ülkeye gönderdiği militanlarımız yakalanıncaya kadar oyalanmıştır.

 ‘’Mihrac Ural adlı hırsız’’ derken elbette rastgele konuşmuyorum.

Bir kez daha soruyorum. Bütün bu paralar nereye gitti. Türkiye’ye bir kuruş gönderilmediğine göre nereye gitti?

Lübnan’da İsrail işgalinin yaşandığı ve herkesin can telaşına düştüğü bir sırada, Filistinlilerden çalınan silahları Lübnan’da kaçakçılara satarken yakalanan militanlarımıza bu pis ilişkiyi yaptıran Mihrac Uıral’a hırsız derken haksızlık mı etmiş oluyorum. Can Yücel’in dediği gibi.’’ O. çocuğuna o. çocuğu denmez de ne denir?

Halil İbrahim Özcan’ın ‘’Ejderha Yılları’’ romanını okurken, yazarın, roman kahramanlarından Beşir’i konuştururken sarf ettiği, ‘’Benim zoruma gidiyor arkadaşlar, ne hayallerle geldik buralara, bak ne durumlara düştük. Düpedüz bizim yaptığımız paralı askerlik ve paramıza da örgüt el koyuyor. Yalan diyen konuşsun o zaman.’’(a.g.e sayfa 153) bu sözler ve Kemal’in ( roman yazarı)  ‘’…Filistin Kurtuluş Örgütü kendilerine maaş da veriyordu. Türkiye’deki bir memurun iki aylık maaşından fazlaydı bu para. İki yüz Lübnan lirası maaş alıyordu….. Aldıkları maaşları örgütten gelen sorumluya veriyorlardı….Günler geçtikçe aralarındaki tartışmalar da giderek şiddetlenir olmuştu.Birbirlerini suçlayıcı tartışmalar, günden güne dozunu arttırıyordu. Üstüne üstlük Suriye’den gelen genel sekreter yardımcısı, Avrupa’dan söz eder olmuştu. Bir gün zafer kaldıkları çadırın arkasında, sorumluyu bir elinde cımbızla yüzündeki kılları alırken gördüğünde oldukça şaşırmıştı. Aybaşıydı ve sorumlu Filistinlilerin ödediği maaşları almaya gelmişti. Oldukça şık giyimliydi. Maaşlarını almaya gelen sorumlunun halini, onların aylarca yıkanmadan toz,toprak ve ölüm korkusu içinde yaşadıklarıyla karşılaştırıldığında yüreğine ağır bir taş gibi oturmuştu.’’

Diye anlatımı, bu yazıyı yazmama vesile oldu.

Yalan söyleyerek sahte kahramanlık edebiyatı yapmaya devam eden ahlaksız sözde ‘’sorumlu’’ların, ‘’Lübnan’da Filistin kamplarında tepemize bombalar yağarken, şahadet şerbetini içmişim yoldaşlarıma komuta ediyorken Bedrettin Mahir ismini orada aldım’’ diye palavra attıklarına bakmayın. Onlar, takım elbiseler içinde, her aybaşı oralara gelip kan parası toplayıp burunlarının kıllarını cımbızla temizlerken, bu örgütün militanları devrimcilik yapıyorlardı. Yalan söyleyerek hırsızlık yapanlar ve yüzündeki kılları cımbızlayanlar şimdi nerdeler dersiniz ? haberi olan var mı ?