Engin Erkiner
Bolivya ve uzun ikili iktidar (263) | |
Diğer Yazıları |
En yeni yazılar
Bugün | 3237 | |
Dün | 3402 | |
Bu hafta | 10961 | |
Bu ay | 10961 | |
Toplam | 10479385 |
Konuk Yazılar
Sürgünde mücadeleci kadın olmak | |
Bütün Yazılar |
"insan insanın kurdu" mu, yoldaşı mı olmalı? |
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı |
Perşembe, 12 Temmuz 2012 18:40 |
Homo Homani Lupus, ‘’insan insanın kurdudur’’ sözü, 15.yy İngiliz siyaset felsefecii filozof Thomas HOBBES’e ait.
T. Hobbes'a göre, ‘’ insanlar dünyaya eşit gelirler ve bu eşitlik,onların amaçlarına erişme umudunun da eşitliğini sağlar’’ Bu durum, aynı zamanda İnsanlar arasındaki çatışmanın da başlangış nedenidir. Çatışma : ‘’Aynı anda sahip olunamayacak bir şeyin karşılıklı istenmesinden doğmaktadır. Aynı anda sahip olunamayacak bir şeyin sahiplenilmesi adına çatışan bireyin eylemi, kendi varlıgını korumak için karşı tarafı baskı altına alma veya yok etmeyi doğuracaktır. Thomas Hobbes, buradan hareketle,’’kişi kendi varlığını korumak için gerekli gördüğü her şeyi yapacaktır’’ demekte ve ‘’ insan doğasında üç temel savaç nedeni mevcuttur : rekabet, güvensizlik ve şan şeref… Birincisi kazanç için, ikincisi güvenlik, üçüncüsü ise toplumsal statü için mücadele etmeye iter’’
Bundan tam 350- 400 yıl önce, kendi varlığını korumak isteyen kişinin doğasında var olan üç temel savaş nedeninden birincisinin rekabet oldugunu söyleyen filozof Hobbes, rekabetin kazanç için yapıldıgını ve rekabet eden kişinin kazanmak, kazanç sağlamak adına çevresindeki fiziki ve sosyal unsurları egemenliği altına almak için şiddete başvurduğunu belirtiyor. Herkesin herkesle ‘’savaş’’ halinde oldugu bir rekabet ortamında, doğaldırki adı geçen topluma yaygın bir güvensizlik ortamı hakim olacaktır.
Kapitalizmin serbest rekabetci dönemine özgü bu karğaşa, bu savaş ve tüm bunların yarattığı güvensizlik ortamının aşılması için Modern Devlet teorisini ortaya atan dönemin filozoflarından bir tanesi olan Hobbes’un, gereksinim duydugu ve önerdiği devlet biçiminin o anki beklentilerine cevap verip vermediğini elbette bilemeyiz. Önerilen ve mutlaka gereksinim duyulan modern devlet tezinin,‘’ hem insanların isteklerini frenleyecek, hem güvenli bir ortam oluşturacak, hem de kişisel savaşları önleyecektir.’’ Iddialarına verilecek en güzel cevap, günümüz dünyasındaki devlet(ler) yapılanmalarının ne olup olmadıgı, neye ve kime hizmet edip etmediklerine bakarak cevap vermenin daha sağlıklı olacagını söylemekle yetineceğim. Bu yazının amacı, ‘’Homo Homani Lupus’’ diyen Thomas Hobbes’i anlatmak değil elbette. Bu yazının amacı, ‘’insan insanın kurdudur’’ diyen T.Hobbes’e karşın, ‘’insanı insanın yoldaşı’’ gören ve modern devlet örgütlenmesi tezlerine karşın ‘’devletin sönmesi’’ mücadelesini veren marksist ideolojinin teorik kurumları ( örgüt ve partiler) içerisine sızarak, nihai hedefte sönmesi için mücadele edilen devletin güçlenmesine hizmet ederek amaçı kirletip gözden düşüren, düşürmeye çalışan sözüm ona ‘’marksist’’lerdir. Kurumsal bir örnek vermek gerekirse, 1968’lı yıllarda Marksizm adına yola çıkan ve başını Doğu PERİNÇEK’in çektiği, bugün ‘’İşçi Partisi’’olarak yoluna devam eden parti ve onun görsel yayın organı ‘’Ulusal Kanal’’ adlı tv’ye bakmak yeterlidir. Sadece Kurumsal örnekler değil, bireysel örneklerde vermek mümkün. Devletin, amaç değil araç oldugunu ve nihayetinde sönmesi gerektiği tezinden hareketle yola çıkanların içlerine sızarak, bu mücadele içerisinde vurulup ölenler yada hayatının en güzel yıllarını zindanlarda geçirenlerin yanıbaşında gözükmelerine karşın, içten içe onlara pusu kurup,tertemiz ideallerini kirleterek gözden düşürüp sırtlarından rant elde etmek için çırpınıp duranları saymakla bitiremeyiz. Genellikle En ‘’keskin’’ geçinirler oysa korkaktırlar. En ‘’dürüst’’ olduklarını idda ederler, sahtekardırlar. Ölüleri çok sevmelerine karşın, doğrudan söyleyemezler ama dirilerden nefret edenler. Genel tanımlamanın aksine, Marksizmin en büyük ve en tehlikeli düşmanı, ona doğrudan cephe almış açık mücadele veren karşı-devrimci değil, devrimci mücadelenin içerisine sızmış, onun jargonlarını kullanarak ondanmış gibi gözüken bu tür sızıntılardır. İki gurup altında toplanırlar. Birincisi: Baştan beri ihanet amaçlı mücadeleye katılanlar, Ikincisi: Tövbekar olup yarı yoldan dönenlerdir. İster birinci, isterse ikinci gurup altında toplanmış olsunlar, kimileri kısa vadede kendiliginden, kimileri ise daha uzun vadede açıga çıkartılırlar. Kendiliğinden açığa çıkanlar, yarı yolda dönenlerdir. Bunlar da kendi içlerinde ikiye ayrılırlar. Bir kısmı döner ve kendi köşesine çekilir. Örnekleri çoktur. Terketmişler ve kendi köşelerine çekilmişlerdir. Söylenecek fazla söz yoktur. Bir diğeri,dönmüştür ve döndüğüyle kalmamış karşı tarafa geçmiştir. Şemsi Özkan bu kesimin en bilinen isimlerindendir. Ta başından itibaren bir sızıntı olarak ‘’ görev’’li sıfatıyla devrimci hareket içerisine yerleştirilenler için verilecek en belirğin örnek isim de Mihrac URAL’dır. Şemsi ÖZKAN ve Mihrac URAL katagorisine girenler sol’un ve sosyalist mücadelenin en büyük ve en azılı düşmanlarıdır. En büyük çabaları, herkesin kendileri gibi olması ve böylelikle kendi ihanetlerinin göz ardı edilmesidir. devrimciliği bırakmış ve karşı cepheye geçmiş olan bu eski ‘’devrimci’’ ve ta başından itibaren bir sızıntı olarak devrimci saflara girerek ondan’’olmayı’’başarmış( !) olanların izlerine 12 eylül sonrası Türkiyesinde sıkca rastladıgımız bilinmektedir. ‘’İnsanı ınsanın kurdu’’ değil de yoldaşı olması için art niyetsiz mücadele edenlerin safları içerisinde çıkarak, onun gölğesinde bu ideolojiyi içten çürütmeye çalışan ‘’yoldaş’’ları birbirlerine karşı kullanarak, kendi konumlarını korumak,güçlendirmek ve kazanç saglamak, elde ettiği kazancı güvence altına almak için her yolu mübah sayan bu ve benzeri tiplere meydan vermemek, tez elden önlerini kesmek, buğünün Türkiye solu açısından her zamankinden daha çok önemlidir. Bizler, kendi adımıza son dört senedir bunun mücadelesini verdik. Başarılı da olduk kanısındayım. Umarım, başarılı olmamızın yanında ciddi bir emsal de olmuşuzdur.
|