Şuanda 71 konuk çevrimiçi
BugünBugün3224
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10948
Bu ayBu ay10948
ToplamToplam10479372
çok kişi olmamızı istiyorum PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 01 Ekim 2012 17:22


 

Hem Suriye’deki son gelişmelere ve devrimci tutuma ilişkin, hem de “biz kaç kişiyiz”  adı altında bu sitede yürüttüğümüz tartışmaya ilişkin, İbrahim Yalçın yazdığı için aynı konularda yazmak istemiyordum. Ancak bazı şeylerin daha net anlaşılabilmesi için, ben de bir kaç noktaya değinme ihtiyacı duydum.

 Ben bu çağrıya “istenirse çok kişi olabiliriz” diyenlerdenim. Burada iradi istem ve gönüllülük esastır. Her konuda veya her politik duruşta kişi sayımız elbette değişebilir. Ancak bizim istemimiz eskiden birlikte olmuş yoldaşların, mütevazi talepler etrafında, örneğin ihtiyacı olan yoldaşların ve ailelerinin asgari ihtiyaçlarını karşılamak için gönüllü bir aidat ödemeleri, bu ödenen aidatların arkadaşlar tarafından seçilmiş  bir komitece gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ile başlanabilir dedik ve bir çok yoldaşımızdan da olumlu tepki aldık. Ancak işi pratiğe dökme anı gelip çattığında hep aynı kişilerden önderlik etme beklentisi var. Bunun aşılması gerekiyor. Kollektif bir tutum alınmalıdır. Elbette böylesi bir tutum için ve oluşmuş önyargıların  kırılabilmesi için toplantılar vasıtasıyla bir araya gelmemiz gerekiyor.

Bu bir araya gelişler sonucu eminim ki, başka konularda da ortak tutumlar alabileceğimiz görülecektir.  Her yoldaşımız bu konuda azami gayreti gösterebilirse,  hangi konularda ortaklaştığımız, hangi konularda ayrı durduğumuz da ortaya çıkacak ve birlikte yapabileceklerimizin de çerçevesi çizilmiş olacaktır.  Böylesi bir çerçeveyi belirlemek için değişik şehir ve ülkelerde toplantılar yapılabilir ve bu toplantılarda oluşan ortak irade diğer toplanma alanlarına aktarılarak nihai bir sonuca varılabilir. İbrahimin dediği gibi “ütopik istemler için değil” uygulanabilir istemler etrafında bir araya gelmek gerekiyor.

Bu konuda hala iyimserliğimi koruyorum ve korumaya devam edeceğim. Hayalci değilim, ama zorlamayı sevenlerdenim. Daha iyisini yapabilmek için eldeki olanakları en sonuna kadar zorlamak gerektiğine inanırım. Baştan kestirip atan zihniyeti sevmem. Belki biraz fazla yoruluruz ama, sonuç alırsakta, mutluluktan uçarız. Böyle yaklaşırsak bazı şeylerin üstesinden gelebiliriz. Yapılamaz gibi gördüklerimizin yapılabildiğine tanık oluruz. Devrimci imkansızı  imkanlı  hale getirendir aslında. Elbette ütopyacı değiliz ama istem çıtamız da oldukça yüksektedir.

Bir araya gelmek için aradığımız özellik, kişinin dün olduğu gibi, bugünde inancı uğruna elinden geldiği kadar  mücadele yürütüyor olmasıdır. Geçmişte  her ne hata yapmış olursa olsun, yoldaş katili olmayacak, yoldaşını düşmana satmayacak o kadar.  İşte bu özellikteki devrimcilerin bir araya gelmesiyle  “istenirse çok kişi olabiliriz”. Bu istemimizin bir amacı da, geçmişte birbiri için ve halklarımız için ölümleri göze almış,  zindan yatmış, sürgün yaşamış insanlar arasında değişik nedenlerden dolayı oluşan mesafeyi ortadan kaldırmak, onları bir araya getirerek, gelecek kuşaklara, özellikle de kendi evlatlarımıza güzel bir yoldaşlık ve dayanışma örneği sunmaktır. Bu istemimizin gerçekleşebilir bir istem olduğuna inananlardan olduğum için, ısrarla bu konuda zaman zaman yazmaya devam edeceğim.

Bir de gelelim Suriye’deki gelişmelerle ilgili konulara. Bu konuda bugüne kadar birkaç yazı yazdım. Engin’in “BM Barış Gücü müdahale etsin” önerisine de karşı çıktım. Devrimcilerin böyle bir istemde bulunmaması gerektiğine inanıyorum. Bir ülkede iktidar karşıtı bir isyan varsa bu işin dış müdahale olmadan çözülmesi gerektiğine inanıyorum. Emperyalist müdahaleye karşıyım. Yine bölgedeki değişimleri bir Arap Baharı olarak görmüyorum. Elbette Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da, Yemen’de, Birleşik Arap Emirlikleri’nde ve en sonda Suriye’de  yaşanan halk ayaklanmaları sadece dış güçlerin oyunu olarak görülemez, ancak bu ülkelerde güçlü devrimci, sosyalist örgütlenmelerin olmaması ve işbirlikçi yapıların etkinliğinden dolayı Emperyalist güçler belirleyici oldular. Gelen iktidarlar adeta gidenleri aratır oldu. Bundan dolayı Suriye’de de Esat diktatörlüğünün gitmesinin bir şeyi değiştirmeyeceğini, ve iktidar olacak bir Sünni İslam iktidarının, ülkedeki azınlıkları ve Nüsayri Alevileri katledeceğine inanıyorum.

Bir devrimci olarak elbette gerici, zorba diktatörlüklerin yıkılmasından yanayım. Ancak giden kadar gelenlerin de tehlikeli olduğunu belirtmekte benim görevim. Bugüne kadar yazılarımda bunlara vurgu yapmaya çalıştım. Alevi kökenli olmam dolayısıyla zaman zaman duygusal da davranarak, Suriye yönetiminin herşeye karşın Türkiye’deki Alevilerce de gizli de olsa destekleneceğine vurgu yaptım.

Dış güçlerin müdahalesini yazılarımda ön plana çıkararak, iç dinamiği görmezden geldim. Oysa Suriye’de Baas Partisi ve Vatan Cephesi adı altında bir dikta rejimi var ve toplumun büyük bir kesimi de bu zalim dikta tarafından ezilmektedir. Müslüman  Kardeşlerin her isyan girişimi kanla bastırılmıştır. En ufak bir muhalefet girişimi süresiz zindanda yatmayı getiriyor. Elbette bunları toplumuna reva gören bir rejime karşı büyük bir öfke de oluşacaktır. Ancak devrimci, sosyalist örgütlenmelerden mahrum olunan bölgede muhaliflikte, yine bir başka dikta  ve şeriat özlemcisi akımlara kalıyor. Yani değneğin iki ucu da boklu ve biz devrimciler bu değneğin bir tarafından tutmak zorunda değiliz.

Peki ortada bir devrimci örgütlenme yokken, savaşan her iki tarafta hiçbir savaş kuralına uymazken, ülkede tam bir boğazlaşma yaşanırken, hergün yüzlerce insan iki tarafça katledilirken, nasıl bir tutum alacağız? Emperyalistler gelmesin, biz işgale karşıyız, muhalifler iktidara gelirse eski rejim savunucularını katleder v.b gerekçelere sığınarak, Esat rejiminin sürmesini mi savunacağız?  Ya da Esat gitsin de ne olursa olsun deyip Batılı güçlerin peşine, dolayısıyla AKP’nin peşine mi takılacağız? Şimdiden duyar gibi oluyorum “ne münasebet” diyenler çok ama bu kan deryasına son verecek, bu ölümleri durduracak bir çözümü olan yok. 

İstesek te, istemesek te,  akıl ile hareket eden herkes sonuçta dönüp dolaşıp Engin’in “BM Barış Gücü müdahil olarak bölgeye girmelidir” önerisine gelecektir. Ben de üzerinde günlerce kafa yorduktan sonra, duygusallıktan kendimi arındırarak, ve gerçekten Suriye halklarının  görünürde en çıkarına  önerinin bu olduğuna kanaat getirdim. Bu böyle olmasını istediğim için değil, ama bölgedeki insan boğazlaşmasına son verebilecek uygulanabilir bir seçenek olduğu içindir.