Şuanda 181 konuk çevrimiçi
BugünBugün3289
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11013
Bu ayBu ay11013
ToplamToplam10479437
türkiye'nin değerleri ve din PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Pazar, 07 Ekim 2012 13:50


Bahçeşehir Üniversitesi ve Dünya Değerler Araştırmaları yönetim kurulu üyesi Prof. Yılmaz ESMER tarafından hazırlanan ‘’dünya değerler araştırması’’nın Türkiye’ye ait sonuçları yayınlandı.

 

Sosyal bilimler alanında dünyanın en geniş kapsamlı projesi olduğu söylenen araştırmanın Türkiye’ye dair sonuçları son derece düşündürücüdür.

 

Adı geçen araştırmanın sonuçlarına bakarak Türkiye toplumunda yaşanan değerler sistemi  ve sosyal yaşamda ortaya çıkan alt-üst oluşların ipuçlarını görmek mümkün.

 

Araştırmaya katılanların ‘’yüzde 87’si eşcinsellerle, yüzde 84’ü içki içenlerle, yüzde 76’sı da AİDS hastalarıyla’’ komşu olmak istemiyormuş.

 

‘’Dinin toplum yaşamındaki yeri son derece artmış. Türkiye toplumu, Avrupa ve dünyanın en dindar toplumu haline gelmiş’’.

 

‘’Dinin esas olarak, yaşarken değil, ölümden sonraki dünyaya anlam kazandırdığını’’ söyleyen ve buna inanan( !)ların oranı yüzde 76 imiş.

 

Ararştırmaya katılanların göre,‘’Dinin özü, kurallara uymak’’, yani kurulu düzenin çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmekmiş.  Katılımcıların  yüzde 64’ü buna inanıyormuş. ‘’Türkiye toplumunun üçte biri  hem 30 gün oruç tutuyor,hem de günde beş vakit namaz kılıyormuş’’.

.

Türkiye insanının yaklaşık ‘’yüzde on’u insanlara güvenebileceğini’’ söylüyormuş,

 

Bahçeşehir ünıversitesi tarafından yapılan bu araştırmanın ortaya koyduğu verilerin nasıl anlaşılması gerektiğine ilşkin herhangi bir düşünce ifade edilmemiş.

Değerlendirmenin okuyucuya bırakıldığı anlaşılıyor.

 

Araştırmanın bu haliyle kabaca değerlendirilmesi durumumda, mevcut siyasal iktidarın, toplumun değerler sistemi ile bire bir uyum içinde hareket ettiği  sonucunu çıkartmak yanlış olmayacaktır.

 

Oysa, özellikle toplumsal değerler adına yapılan bilimsel içerikli bir çalışmada, elde edilen verilerin nedenleri ve doğuracagı sonuçlarıyla birlikte ele alınıp, sentezin bu toplam üzerinden yapılması durumunda bir anlam kazanır ki, adı geçen çalişmanın böyle bir içerikten yoksun oldugu ortadadır.

 

Bahçeşehir Üniversitesi’nin bundan once de Kürtaj ile ilgili  yaptığı bir araştırma daha vardı. Orada da, 1991 yılında kürtaja destek oranının yüzde 61 olmasına karşın, günümüzde bu desteğin yarı yarıya azaldığı,’’kürtaj cinayettir’’ (T. Erdoğan) diyebilen gerici bir zihniyetin arkasında büyük bir toplumsal destek olduğu söylenmek isteniyordu.

 

Bilimsel özerkliğini kaybetmiş ve büyük oranda siyasal iktidarların ideolojik kuşatması altında bulunan üniversiteler tarafından yapılan bu türden çalışmaların tarafsızlığını sorgulamakla birlikte, yine de, adı geçen araştırmanın nasıl okunması gerektiği konusunda çarpıcı sonuçlar çıkarmak pekala mümkündür.

 

Araştırma sonuçlarından anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye’de  dinin toplum yaşamında oynadığı rol sürekli artmaktadır.

Ama öte yandan, dünyevi değil de daha çok ölümden sonrası için dine ihtiyaç duyuldugu da ifade edilmektedir.

 

Bu durum, Cumhuriyet kazanımı laiklik’le, son yıllarda artan ve dinin siyasete alet edilmek suretiyle yürütülen devlet politikasının kafalarda yarattıgı bir çelişkinin dışa vurumu olarak geri dönmesidir.

 

Dinsel ihtiyacın yaşarken değil de öldükten sonrası için daha çok rağbet görüyor olmasının bir başka açıdan anlamı, toplumsal ahlak anlayışı ve kültürel değerler sisteminin hızla değiştiği ve bireyselleşme eğiliminin artarak ben merkezciliğe dogru hızlı bir kaçışın da ifadesidir.

 

İçki içen bir komşunun istenmemesi, hasta bir apartman sakını ile aynı çatı altında bulunmamak eğilinin yüzde 80’ler civarında seyrettiği bir topumda,  başkalarının tercihine tahammülsüzlük ve yardıma mutaç olan bireyeden uzak durma anlayışı ile, bugüne kadar hep söylenilen, ‘’Türk insanının yardımsever, vefakar ve bonkör’’lüğüne ilişkin tekerlemelerin gerçeği yansıtmadığı anlaşılıyor.

 

Müslümanlıgın aynı zamanda bir hoşgürü dini oldugu söylemlerını  bir değil birden çok duymuş olmamıza karşın, dinin artan etkinliğine parelel olarak artan hoşgörüsüzlüğün de artıyor olmasına özellikle dikkat edilmesi gerekiyor.

 

İnsanların birbirlerine karşı tahammüsüzlüğü ve hoşgörüsüzlügünün, dinsel tercihlerin artma eğilimine göre yükseliyor olmasını, araştırma içerisindeki bir başka önemli veri ile izah etmek de mümkündür. Bu da, dinsel  tercihin, yaşarken değil de daha ziyade öldükten sonrasına ilişkin duyulan ihtiyaçtan kaynaklandıgının söylenmesidir.

 

Hal böyle olunca, dinin, birey üzerindeki etkisi, kişinin öz güvenini yitimesi,  içersinde yaşadığı topluma karşı güven bunalıma düşmesi ve sonuçta da görülmeyen ‘’tanrı’’ kavramının ilahi gücüne sığınarak, gününü olmasa bile geleceğini kotarma çaresizliği ile hareket ettiği sonucunu çıkartmak  yanlış olmasa gerek.

 

Yapılan araştırmaya göre, Türkiye toplumunda insanların birbirine olan güveni. Yüzde 10 civarındadır. Yüzde doksanının birbirine güven duymadığı bir toplumda, sağlıklı bir demokratik işleyiş ve sosyal yada siyasal bir istikrar ortamı beklemek elbette olası görülmemelidir.

 

Dine yöneliş ve dinsel tercihlerin hızla artıyor olmasını, Öz güvenini yitirmiş,başta kendisi olmak üzere kimsenin kimseye güvenmediği,hoşgörüsüz ve tahammülsüz bir  bir toplumda asosyalleşen bireyin, ilahi bir gücün buyruna sıgınarak ruhsal rahatlama ihtiyacını giderilme çabasıdır da diyebiliriz.

 

Din, kimilerinin sandığı gibi insanları kötülükler’den uzaklaştırmıyor, tam tersine, kurulu düzenin doğal sonucu kötülüğe bulaşmış insanların kendilerini rahatlatacak bir kaçış aracı olarak kullanılıyor olması açısından kötülüğün bir aracı da olabiliyor…

 

Kültür seviyesi düşük, öz güven yoksunu ve bu anlamıyla da çaresizlikler içerisinde kıvranan kesimler tarafından kurtuluşun güvencesi olarak görülerek biat edilen din kültürünün yaygın oldugu bölgelerdeki suç oranlarının daha yüksek olmasının başka bir izahı mümkün değildir.

 

Din, tercih edilen değil tercih edilmesi için çaresizleştirilerek, istenmeden sürüklenilen bir zorunlu tercih alanıdır.

Din, kurulu düzeni kendi çıkarları adına değiştirme bilinciden yoksun bırakılarak, edilgen ve alternatifsiz bırakılmış toplumsal katmanların sığınma evidir.

Din, kurulu düzenin sürdürücüleri elinde, kul’laştırılmış bir halkın uyku ilacıdır…

 

Dinin, tek başına dinsizliği propağanda ederek değil, dinsel tercihlerle kazanım elde edebileceğini sanan halkın demokratik kazanımlar adına örgütlenerek siyasal güç oldugunun farkına varması suretiyle uzaklaşabileceği bir alan olarak görülüp buna uygun hareke edilmek suretiyle toplumsal yapı üzerindeki etkinlik alanı daraltılarak etkisizleştirilir