Şuanda 70 konuk çevrimiçi
BugünBugün3223
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10947
Bu ayBu ay10947
ToplamToplam10479371
iyi ki varsınız yoldaşlar... PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 15 Ekim 2012 21:17


 

Evet dile kolay, bundan tam 33 yıl önce daha 25’inde bir genç olarak Yurtdışına kaçmıştım, o günden bu yana bir daha ülkeme dönemedim, sevdiğim birçok yoldaşım, arkadaşım ve akrabamla görüşemedim. Dilini, kültürünü bilmediğim yaban ellerde, mesleği olmadan yaşama tutunmaya çalıştım, yanımda da bir kız evlat ve hayat ve yol arkadaşım sevgili eşimle.

Yaşamayan bilemez, bu sürgün yıllarımda nice yiğit devrimcinin düzenin çarkları arasında yitip gittiğine, nice devrimci geçinenin ise aslında hiç bir zaman devrimci olmadığına, fırsatı yakaladığında nasıl da düzenin gönüllü uşaklığına soyunduğuna tanık oldum.

Şu Avrupa’da yokluk ve yoksulluk çekmeyen hiçbir Türkiyeli devrimci tanımadım. Hepimiz sudan çıkmış balık misali idik. Bambaşka bir ortamda, ne kadar okumuşta olsak, bu okumuşluğumuzun işe yaramadığına yanarak, bir yandan yarım bırakmak zorunda kaldığımız ülke devrimci mücadelesine bulunduğumuz alanda katkı sunmaya çalışıyor, bir yandan da, yaşamı sürdürmek için en ağır işlerde çalışmak zorunda kalıyorduk. Hem de, bu işleri bulup çalışmak bir nimet sayılıyordu. Bir yoldaşımız iş bulup çalışmaya başladığında geride kalanlar bayram ediyorduk, en azından katıksız da olsa bir ekmek yiyebileceğiz diyerek.

Başlangıçta devrimciler arasında, yoldaşlar arasında bir dayanışma vardı.  12 Eylül rejimine karşı büyük bir öfke duyuluyordu. Direnmek gereğine inanılıyordu. Bu inanç yurt dışındakileri ayakta tutuyordu. Hemen her örgütün iz düşümleri kısa sürede Avrupa’da örgütlendi. Birçok örgüt dernekler çatısı altında çalışma yürüttü. 12 Eylül rejimine karşı güçlü eylemler yapıldı. İşgaller, yürüyüşler ve benzeri. Ancak ülke içinde hiç bir örgüt tarafından ciddi bir direniş sergilenemedi. 12 Eylül solun üzerinde bir silindir gibi geçmişti. Örgütlü sandıklarımızın kof örgütlenme içinde oldukları ortaya çıkmıştı. Koskoca TKP, Dev-Yol gibi örgütler adeta yok olmuşlardı.

Bunun elbette kısa süre sonra yurt dışına yansımaları da yaşandı. Örgüt kuranlar, örgüt tasfiye eder hale geldiler. Amerikalar yeniden, yeniden keşfedilmeye başlandı. Binlerce devrimci  kısa bir sürede onlarcaya düşmüştü. Örgütlü yaşam artık bir angarya olarak görülmeye başlanmıştı. Bu onlarca devrimci de en elverişsiz yaşam koşullarına inat, bir süre daha geride bırakıp geldikleri ya da mücadele içinde yitirdikleri yoldaşlarının anısına bağlılıktan dolayı direnmeye devam ettiler.

 Bu bir avuç başı dik devrimci düzenin yok edici dişlileri arasında ezilmemek için bireysel de olsa bir devrimci gibi yaşamayı ve bir devrimci gibi ölmeyi ilke edinerek yaşama tutundular.

Artık sürgünde binlerce devrimci kalmadı.  Bu sayı oldukça azaldı. Şimdi geçmişte alçaklık sayılan yaşam biçimi erdem sayılır oldu. Ama bunlara rağmen hala dik duranların varlığı da bir gerçeklik olarak ortada duruyor.

12 Eylül yenilgisini bir türlü doğru değerlendiremeyen solumuz, kendini tekrardan kurtulamadı. Kendi örgütsel ve bireysel otokritiğini yapamayan sol, kendine rakip gördüğü bir başka örgütü eleştirerek var olmaya çalıştı. Oysa eleştiriye ve özeleştiriye önce kendinden başlamalıydı, yenilgi yaşamış bir gelenekten gelen devrimci. Bunu yapamayanların geleceğe  ait bir iddiaları olamaz çünkü.

İşte biz Acilciler geleneğinden gelmiş bir avuç devrimci bunu başarmanın gururunu yaşıyoruz. Önce çuvaldızı kendimize batırdık ve içimizde yaşanan, öğrenebildiğimiz tüm olumsuzlukları bir bir kamuoyunun gözleri önüne sererek, her zaman olduğu gibi bir kez daha bir ilki başardık. İçimizde gizlenmiş ihaneti deşifre ederek,  ihaneti yaşatanları solun dışına attık. Bu tutumu tüm öteki örgüt mensuplarından da beklediğimizi söyleyerek geçelim.

Olacaksa yeni bir başlangıç, iç hesaplaşmasını gerçekleştirmiş bir devrimci gelenek bunu başaracaktır. Şark kurnazlığını terk etmeyen, puta tapar gibi bireye tapan bir mantığın özgürlükçü bir düzen vaadi de sahtedir. Bugün sol adına yola çıkanların içinde bulunduğu durum budur. Ülkemiz solu,  değiştirmek istediği sistemin değerlerini aynen kendi yapısında yaşatarak  ileri bir sistemin yaratılamayacağını hala  kavramamış bulunmaktadır. Lafta herkes diktalara karşıdır, bireyin özgürlüğünü savunur, karıncanın bile özgürlüğünü savunur ama, sıra iş yapmaya gelince kendisini yönetip, yönlendirecek  bir padişah, bir sultan arar, önderine adeta bir ilahilik atfeder. Bu kişinin ne kadar bilinçli olursa olsun beyninde asla özgürleşemediğinin göstergesidir.

İşte bu sürgün yıllarımda, hiç olmazsa kendimi bilinçlendirip, özgürleştirebildim diyebilirim. En olumsuz yaşam koşullarına rağmen, insanlığın kurtuluş ideolojisinden sapmamaya, halkıma ve yoldaşlarıma verdiğim mücadele sözünden ayrılmamaya çalıştım.  Bunu başarabildiğim için de, içimize yuvalanmış  yoldaş katili ihanetçilerden, işbirlikçilerden hesap soran eski yoldaşlarımla bir araya gelmekte tereddüt etmedim. İyi ki bu yoldaşlarımla yıllar sonra buluşmuşum, iyi ki, içinde yer aldığım  örgütün  hata ve zaaflarını açığa çıkarmada, yapılan ihanetlerden hesap sormada emek sarf etmişim. Şimdi içim dünkünden çok daha rahat, bu mücadelede yitirdiğimiz, tutsak verdiğimiz, işkencelere ve sürgünlere maruz kalmış yoldaşlarıma ve bir bütün olarak halklarımıza karşı insani görevlerimden birini yerine getirdiğim için.

Bu hafta sonu eski yoldaşlardan bir grupla bir araya geleceğiz. Bu beni oldukça heyecanlandırıyor. Bazıları ile yıllar sonra karşılaşacağım. Hasret gidereceğim. Bazıları ile geleceğe ait ortak projeleri konuşmak istiyorum. Artık bizim sözden eyleme geçme zamanımızın geldiğine inanıyorum. TDAS ile 12 Mart sonrası ilk teorik açılımı yapan  biz Acilciler, sözümüzü ilk eyleme dönüştürmüştük. Şimdi de bir ilki gerçekleştirerek, iç hesaplaşmamızı yaparak, yeni bir sol gelenek yarattık. Bunun yöntemini ortaya koyduk.  Şimdi sıra bir kez daha bir başka ortamda ve bir başka biçimde sözümüzü, eyleme geçirmenin zamanıdır diyorum. Hemen belirteyim bu sözlerden politik bir örgütlenme içine gireceğimiz anlaşılmasın, biz artık daha mütevazi(!)  örgütlülüklerin insanıyız. Bir işe soyunduk mu başarmak için soyunuruz.  Sırf ajitasyon olsun diye konuşmayız. Özümüz de ve sözümüz de birdir bizim.

Yazının başlığına geri dönüyorum ve bir kez daha  iyi ki varsınız, hesapsız kitapsız birbirine sırt vermekte tereddüt etmeyen yoldaşlarım diyorum.