Şuanda 69 konuk çevrimiçi
BugünBugün3223
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10947
Bu ayBu ay10947
ToplamToplam10479371
açlık grevlerinde kürtler dışında herkes suskun PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Çarşamba, 24 Ekim 2012 18:11


PKK’li ve PAJK’lı tutsakların 12 Eylül’de başlattıkları açlık grevi, dalga dalga tüm cezaevlerine yayıldı. KCK tutsakları ve hapisteki seçilmiş BDP milletvekilleri de bu açlık grevinde. Milletvekili Selma Irmak 43. Günde  ölüme ilerliyor. Sayıları 1000’e varan Kürt Özgürlük Mücadelesi taraftarlarının bu büyük direniş eylemine karşı ne yazık ki, Kürtler dışındaki kesimlerde  büyük bir sessizlik ve duyarsızlık var. İlk başlayan grup artık yavaş yavaş ölüme yaklaşıyor.

Kendine insanım diyen bu duruma seyirci kalamaz. Üç temel talep var, 1-Öcalan üzerinde tecridin kaldırılması ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi 2- Anadilde savunma hakkı 3- Anadilde eğitim hakkı. Yani esasında siyasi talepler, yeni ve daha özgürlükçü, paylaşımcı bir anayasa yapmak amacıyla bir araya gelen siyasi partiler bazı ek düzenlemelerle en azından bazı taleplere çözüm getirebilirler. Örneğin anadilde savunma hakkını kabul edebilirler. Yine mevcut hükümet Öcalan üzerindeki tecride son verip, koster bozuk, hava bozuk yalanlarına sığınmadan  avukatları ve ailesiyle görüşmesine izin verebilir. Anadilde eğitim konusunda da en azından  bir  çözüm sinyali vererek olası ölümlerin önüne geçebilirler.

Ancak BDP dışında hiçbir siyasi partiden çıt yok, bazı insan hakları savunucusu sivil örgütler dışında diğer STK’lardan da ses yok. Tek hareketlilik Kürt halkının sokaklara inerek ses getirici eylemlere başlamasıdır. Umarım bundan sonra diğer sol örgütlenmeler de,  aydınlar ve sanatçılar da harekete geçerler.  Bu ölümlerin önüne geçmek, halkların bir arada yaşama istemini canlı tutmaktır. Giderek ölüm oruçlarına dönüşen bu eylem sonrası olası ölümler, birlikte yaşamın giderek imkansız hale gelmesine yol açacaktır. Artık Kürt Sorununda barışçıl çözümün yolu tıkanacaktır.

Eylemcilerin taleplerinin gerçekleşebilir olup olmadığına bakmaksızın, kendine insanım, demokratım yaşam hakkını savunuyorum diyenler bu gidişe duyarsız kalamazlar. Ayrıca talepleri gerçekleşebilir görelim, görmeyelim amaçları için yaşamlarını feda etme kararlılığı gösteren insanların özgür iradelerine saygı duymakla yükümlüyüz.  Ama bu bizim ölümleri durdurmak için çaba göstermemiz önünde engel değildir. Bize düşen kısa vadede gerçekleşebilecek taleplerin iktidarca kabul edilmesi için baskı oluşturmak ve ölümlere engel olmaktır.

Bir yandan çözüm için gerekirse İmralı ile görüşülebilir diyen bir başbakan, öte yandan BDP’yi yok sayan, BDP’ye kendini kapat Kandil’e git diyen bir başbakan, hangisi gerçek hangisi sanal insan anlamakta güçlük çekiyor. Erdoğan BDP’ye gel mecliste konuşarak sorunlara çözüm bulalım demek yerine, Kandil’e git diyerek, gidin savaşı daha da tırmandırın mı demek istiyor acaba?  Bir yandan çözüm sinyali veren, partisi aracılığıyla BDP ile görüşen, İmralı ile görüşmeye başladığı söylenen bir iktidar, öte yandan  insanların ölüme yatmasına seyirci kalan, taleplerini görmezden gelen, adeta ölürlerse ölsünler tutumu içinde olan bir iktidar, hangisi sanal hangisi gerçek?

Tam bir ikiyüzlülük içinde sadece gelecek seçimleri kazanmaya endeksli politika yapan Erdoğan ve şürekası, koşullar kendisini zorladığında ise, işte gerekirse görüşürüz vs diyerek günü kurtarmaya, toplumda sahte çözüm  umutları yaratarak  esas gündemini gizlemeye çalışmaktadır.

Erdoğan’ın gerçek yüzü, faşist yüzüdür, ırkçı yüzüdür, dinci, şeriatçı yüzüdür.  Müslüman Kardeşler örgütü üyeliği yüzüdür. Onun demokratlığı, insan hakkı savunuculuğu, darbelerden hesap sorma, darbecileri yargılama yüzü ise sanal olan yüzüdür.

Onun tek amacı bu toplumu bireye tapan, iradesiz ve onursuz bir toplum haline getirerek, uşaklık yaptığı batılı emperyalist güçlere dikensiz bir gül bahçesi yaratmaktır. Kendisinden sonra geleceklere de güvenmediği için 10 yıllığına büyük yetkilerle Çankaya’dan Türkiye’yi yönetmenin hesaplarını yapıyor.  Onun Müslümanlığı da sahtedir. Onun inancı da, namazı da niyazı da sahtedir. Bundandır ki, insanların gözleri önünde ölüme gitmesi onu ilgilendirmez. Onun için o, bunlar Zerdüşttür, Yezididir diyerek Kürtlerin Müslümanlığını da kabul etmeyen bir ırkçıdır. Oysa  bilmiyor ki, Kürtler geçmişlerinde Zerdüşt oldukları için utanmıyorlar, tam tersine bundan onur duyuyorlar.  Kürdü aşağılayarak kazanacağı oyları hesaplayan Erdoğan, Kürdün biriken öfke seli karşısında nasıl duracağını da hesaplamalıdır artık.

Bugün; 12 Eylül sonrası yaratılan apolitik, duyarsız ve idealleri olmayan bir toplumsal ortamın sonuçlarını daha iyi görüyoruz. 12 Eylül sonrası yetişen duyarsız kuşak, bugünün iktidarlarına zemin olmuştur. Bugünün egemenleri böylesi bir toplumsal atmosferin değişmesini istemezler. Bin kişinin ölüme yattığı bir ülkede politikanın dışına atılmış, günlük geçim derdi ile, köşe dönme hayali ile yaşayan toplumdan tepki elbette olmuyor. Duyarlı bazı aydınların bulunuyor olması gerçeği değiştirmiyor.

Yüzlerce insan somut talepler uğruna bedenlerini ölüme yatırmış bulunuyor. Eğer insan vicdanı bu duruma müdahale etmez ve seyirci kalırsa ölümler kaçınılmazdır. Ölümler olası çözüm sürecini de öteleyecektir. Bunun için gerek sivil kamuoyu, gerek tüm siyasi çevreler bu duruma seyirci kalmamalıdır, kalmamalıyız. Sesimizi yükseltmeli, iktidar üzerinde baskı yapmalı ve karşılanabilir taleplerin kabulü için ısrarcı olmalıyız.  Bu sessizlik ortamını bozacak bir çığlık olabilirsek, seslerini duyurmak için ölümü göze almaktan öte olanağı kalmayan bu yürekli insanların sesini duyurabilir ve taleplerin kabulüne katkı sağlayabiliriz.

 Her demokratın, devrimcinin, insan hakkı savunucusunun, kısacası kendine insanım diyen herkesin yapması gereken budur diye düşünüyorum ve sesimin ulaşabildiği her yere ulaşmaya çalışıyorum