Şuanda 403 konuk çevrimiçi
BugünBugün3408
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11132
Bu ayBu ay11132
ToplamToplam10479556
nasıl sosyalist olunmaz? PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Cumartesi, 27 Ekim 2012 19:34


Türkiye solculuğunun tipik özellikleri bulunuyor.

 

1980 sonrası iyice yaygılaşan en önemli  özelliği’nin ilk sırasında, ‘’sosyalist’’ gözükerek, sosyalist mücadeleden uzak durma başarısı(!)dır.

 

Tekrarlamaya gerek yok.

 

‘74-‘80 arası dönemde, kitleselleşen devrimciliğin nedenleri genel olarak bilinmektedir.

 

Bir değil, birden çok unsurun neden olduğu devrimci kabarış döneminin sürükleyici etkenleri arasında, Mahir Çayan’lardan Deniz’lere, Deniz’lerden İbo’lara ve onların yürüttüğü mücadele çizgisine duyulan sempatinin, devrimci kabarışa olan ciddi etkisi biliniyor.

 

Bu dönem, kırlardan kentlere doğru akan yoğun iş gücünün, kentlerin varoşlarında öfkeye dönüştüğü, öfkenin solculukla buluştuğu da biliniyor.

 

Fabrika işçilerinin, tekelleşen ekonomik yapı altında, her geçen gün artan alım güçlerindeki düşüşün, yaşamı  çekilmez kılan sıkıntıları ve bu sıkıntıların sol damarda yogunlaştıgıda biliniyor.

 

Bütün bunlar ve  ötesinde, daha pek çok neden, bireyin,  beğenmediği düzene tepki duyarak başkaldırma girişiminde tek bir alternatifi vardı. 

 

Alternatifin adı, sosyalizmdi.

 

Kişi bu nedenle “sosyalistim” diyebiliyordu.

 

Sosyalizmin ne olduğunu bilmese bile, sosyalist olduğunu söyleyebiliyordu.

 

Sosyalist olmak, kişilik bulmak demekti. İnsiyatifi elinden alınmış bireyin, ayrıcalık kazanmak istemesi, en azından bunu arzu etmesi onu sosyalist olmaya zorluyordu.

 

Ayrıcalıklı olmak, güvenle doğrudan ilişkilidir.

 

Sosyalizm, kişiyi ayrıcalıklı kılıyor, öz güveni arttırarak başkalaştırıyordu.

 

12 Eylül 1980 öncesi dönemde, bugün yoktu, gelecek vardı. İdealler esastı. İnsanlar, günlük hedefler için değil, gelecek güzel günlerin hayaliyle yaşıyordu. Bir bütün olarak değilse bile genellikle durum böyleydi.

 

12 Eylül sonrası yaşananlar, bu ve benzeri umutları tam tersine çevirdi. Gelecek güzel günlerin sanıldıgı kadar yakın olmadıgı anlaşılmıştı. Umut umutsuzluğa, güven güvensizliğe dönüverdi.

 

Geleceği değil de, günü kurtarmak önemli olmaya başladı.

 

Günün bile, gelecek kadar uzak olduğunu düşünenler, an’ların peşine düştüler.

An’ı kurtarbilme telaşına kapıldılar.  Bunların önemli bir bölümü ilk başlarda yeni döneme hızla uyum sağlamaya çalışsa bile, yeni yönelimlerini belli bir süre belli etmeme  ‘’başarısı’’nı da gösterdiler.

 

Sosyalist olduklarını, sosyalizmin ideallerinden ödün vermeyerek yollarına devam ettiklerini söyleyebildier. (Bugün bile söyleyenleri var)

 

Bu yazının konusu olan önemli bir kesim var ki, 1980 öncesi devrimci kabarış döneminin anılarıyla yaşıyorlar. O dönemin mücadelesine sahip çıktıklarını söylüyorlar.

 

Aynı şeylerin günümüzde tekrarının olmayacagını, olamayacagını bildiklerinden olsa gerek, adı geçen döneme ilişkin hiç bir eleştiriye sözüm ona tahammül bile etmiyorlar.

 

Bir şeyi eleştirmenin tek başına hiçbir anlamı elbette bulunmuyor,  eskiyi  eleştirmek, eleştiri konusu olan  olguya ilişkin yeni bir yaklaşım tarzı sunmakla anlamlı olacagından, eleştiremiyorlar, ‘’keskin dinazorlar’’ görüntüsüne bürünmüş,  ‘’yorgun ve bıkkın savaşcı’’ olduklarını gizlemeye çalışıyorlar.

 

Eskiye ilişkin herşeye sahip çıkarken, yeni dönem’de en çok Kürt özgürlük hareketinin ‘’inat ve ısrar’’ına öfke duyuyorlar.

 

Eskiye ilişkin herşeye sahip çıkarken, eski yoldaşlarının hemen hiçbirine güvenmiyorlar.

 

‘’Ya hep beraber yada hiç birimiz’’ derlerdi, değiştiler,her koyunun kendi bacagından asılması gerektiğini vaaz ediyorlar. Dost  sohbetlerinde, bar ve meyhanelerin yüksek sesli ‘’içelim ayılalım’’ lı  nostalji kokulu alemlerlerinde  bir araya gelerek geçmiş döneme ilişkin  anılarını meze yaparak sarhoş oluyorlar.

 

Ne yapabilirizi konuşmuyor, ‘’ne yaptık’’larını tekrar tekrar anlatarak  avunuyorlar.

 

Dünün sıkı sosyalisti idiler. Bugün bile bir çokları için aynı şeyi söylemek mümkün. ‘’Sosyalist’ olduklarını söyledikleri için mümkün….

 

Oysa, gerçek olanla görülür olan arasındaki açı farkının derınliğine yakndan bakarsak yanıldığımızı anlamamız kolaylaşıyor.

 

Dünün bir çok sosyalisti, sosyalist olmanın gereklerini hala yerine getirmeye çalışırken, hala sosyalist kaldığını söyleyelerin pek çoğu da, bırakınız sosyalist olmanın gereklerini,  bulundukları her yerde sosyalistlerin önüne kurulmak istenen barikatların tuğla’sı  konumundadırlar.

 

Gittikleri her yerde, bulundukları her alanda, sosyal yaşam ve  ilişki bağlamında,  sosyalizme ve sosyaliste duyulan güven vede inancı  sarsmanın misyonerleri gibiler

 

Nasıl sosyalist olunur’un örnekleri değil ama, objektif konumları itibarıyla nasıl sosyalist olunmazın parmakla gösterilen ‘’militanı’’ rolündedirler.

 

Sırası geldiğinde ‘’geçmişimle gurur duyuyorum’’ demeyi ihmal etmeselar de, kendi çocuklarını, ‘’gurur’’ duydukları geçmişlerinden uzak tutmak için her çareye de başvururlar.

İç hesaplaşma konusunda son derece titizdirler, ‘’geçmişlerinin karalandığını’’ iddia ederek iç hesaplaşmalardan uzak durmaya özel itina gösterirler.

İçki masalarında ‘’meze ‘’ ettikleri geçmişlerine ilişkin iç hesaplaşma konusu söz konusu olduğunda, sıranın kendilerine de gelebileceği endişesi ile tedirgindirler. Bu tür hesaplaşmaların başlamadan bitirilmesi, yada bir an evvel bitirilmesi için her yönteme başvurmaktan çekinmezler.

Her 6 ayda, bir kaç satır yazı yazarak, çoktandır  kaybettikleri sosyalizm idealinin vazgeçilmezleri arasındaki yerlerini ‘’ne olur ne olmaz’’kaygısıyla yedekte tutmaya özellikle özen de gösterirler.

Toplantılara bile giderler, ‘’bir şeylerin yapılması gerektığı’’konusunda ahkam bile keserler, ama yapmazlar.

Bunlar, nasıl sosyalist olunmaz konusunun ‘’tarih tezi’’dirler.