Şuanda 260 konuk çevrimiçi
BugünBugün3329
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11053
Bu ayBu ay11053
ToplamToplam10479477
ölümler kapıda, yarın çok geç PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazar, 04 Kasım 2012 19:46


Açlık grevlerinde 55 gün, ölüme ramak kala anlamına geliyor. Egemenler hala suskun, sultan ( !) Erdoğan  bu gidişe dur emri vermekte inat ediyor. Bir ulusun ulus olmaktan dolayı sahip olması gereken hakları hala yok sayılıyor.  Insanların anadillerinde  düşünmesine, konuşmasına, rüya görmesine müsaade etmemekte inat eden Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, bin yıllık kardeşlik edebiyatına karşın, kardeşinin insan olmaktan kaynaklı istemlerini kabul etmeyeceğini haykırarak, bağırarak, gözdağı vermeye çalışarak bize ilan ediyor.

Ünlü yazarımız Yaşar Kemal başta olmak üzere, bu topraklarda kardeşliği, eşitliği, özgürce yaşamı savunan yüzlerce aydınımızın yeter artık durduralım ölümleri çığlığı da, hükümetçe duymazdan geliniyor.

Açlık grevi eylemcilerinin somut ve karşılanabilir talepleri  büyük siyasi taleplermiş gibi lanse ediliyor.  Üç temel talep var, anadilde savunma hakkı, ana dilde eğitim hakkı, 3.5 milyon  tescilli imza ile Kürt halkının ezici çoğunluğu tarafından ulusal önder olarak, ortak irade olarak Kabul edilmiş sayın Abdullah Öcalana karşı uygulanan tecrit politikasına son verilmesi. Bunların hangisi karşılanamaz taleplerdir acaba ?

İktidar ve yandaş medya tutsakların bu görkemli eylemini yok saymakta ısrar ediyor. Eylemcilerin sesi olmaya çalışan BDP yandaşlarına, milletvekillerine, irili ufaklı birçok siyasi parti, sendika ve sivil toplum kuruluşuna  gazlı, coplu saldırılarda sınır tanımayan  AKP hükümetinin uygulamaları görmezden geliniyor. Ancak bilinmektedir ki, Kürt halkı artık bir daha susmayacaktır. Evlatlarının, gelecek kuşakların özgürlüğü uğruna bedenlerini ölüme yatırma erdemliliğini unutmayacaktır.

Nasıl ki, Kemal Pirlerin « biz yaşamı ölümü göze alacak kadar seviyoruz » şiarı ile başlattıkları eylem sonrası Özgürlük Hareketi 84 Ağustos kurtuluş  atılımını gerçekleştirdiyse, bugün yüzlerce Kürt Özgürlük mahkumunun başlattığı eylem’de eğer talepler görmezden gelinir ve kabul edilmezse, halklarımız arasındaki  kopuşun başlangıç günü olacaktır.

Kürt halkı artık kendi göbeğini kendi kesecek ve bağımsızlık yoluna girecektir. Bu halkların eşit ve özgür birlikteliğini savunan biz devrimcilerin  istemi olmasa da, bugünkü gidiş değişmediği sürece zorunlu bir  durum olarak karşımızda duruyor. Bu yüzden yarın çok geç diyerek hemen şimdi, her ilericinin, devrimcinin, demokratın, kısacası kendisine insanım diyenin harekete geçme zamanıdır.

Halklarımızın, emekçilerin, tüm ezilenlerin birleşik gücü ; yıkılmak istenen kardeşlik köprüsünü yeniden onarmamıza olanak sağlar ancak. Bugün bize düşen ; ölümleri durdurmak için hemen harekete geçmek ve elimizden geleni yapmaktır. Kürt halkının ve temsilcilerinin gücüne güç katmaktır.  Kürt halkının da, tüm halklar gibi kendisini ana dilinde ifade etme hakkı vardır. Herkes gibi kendini anadilinde savunma hakkı vardır. Herkes gibi ulusal önderini sahiplenme hakkı vardır.

Ben size ne hak verirsem onunla yetinin diyen Erdoğan ve yandaşlarının sahte efelenmelerine bu halk ve temsilcileri papuç bırakmayacaktır.  Umuyorum ki, Türkiyeli diğer ilerici güçler de, bu gidişe dur diyecektir.  Geç kaldığımızda  halklarımızın arasında büyük uçurumlara yol açacak olan ölümlerin olmasını önleyemeyiz. Bizi birbirimizden koparmaya yeminli gerici iktidara inat, şimdi dünden daha fazla kenetlenmemizin zamanıdır. Akan kanı durduracak olan halklarımızın birleşik devrimci  gücüdür.  Bize düşende bu güce güç katmaktır.

Yazıma burada nokta koyarken okuyucularımızı  Ahmet Altan’ın 2 Kasım tarihinde  Taraf gazetesinde çıkan cezaevlerindeki açlık grevlerine ilişkin insanlık çığlığına bırakıyorum.

« Karanlık bir kapı ölüm.
O kapıyı geçtikten sonra geriye dönülmüyor.
Ve, o kapıya yaklaştılar.
Bir adım sonra, onları
sevenler, anneleri, babaları, kardeşleri, sevgilileri bir daha onların yüzünü göremeyecek, bir daha onların yüzlerine dokunamayacak, seslerini, gülüşlerini, şakalaşmalarını duyamayacak.
Onların evlerinde bir daha onların sevdikleri yemekler pişmeyecek.
Annelerinin yüzünde bir daha asla silinmeyecek bir kederin gölgesi
kalacak.
Babaları
gizlice ağlayacak onların.
Sevgilileri, eşleri, nişanlıları, ömür boyu bir yası, alınlarına bağladıkları kara bir yazma gibi taşıyacaklar ruhlarında.
Kürt çocukları, doğduklarında annelerinden duydukları ilk kelimelerin ait olduğu dili yaşatmak için ölüme yürüyor.
Yalın bir istek onlarınki...
Berrak, açık, temiz ve haklı bir istek.
Annelerinin dilini istiyorlar.
Annelerinin konuştuğu dili istiyorlar.
Annelerinin onları daha ufacık bir bebekken kucağına alıp okşadığında okuduğu ninninin dilini istiyorlar.
Bir halkın dilini yasaklamak, ona “sen çocuğuna bu dilde ninni söyleyebilirsin ama çocuğunu o dilde eğitemezsin” demek nasıl korkunç bir zorbalık, nasıl bir insafsızlık.
Bir dili yok saymak, bir halkı yok saymaktır.
“Biz varız” demek için ölüyorlar.“Biz varız, biz buradayız, biz insanız, herkesin sahip olduğu haklar bizim de hakkımız.”
Bir halkın dilinde yapılacak eğitim hakkını, bir başka halkın verecek olması bile
yeterince aşağılayıcı, öfkelendirici, isyan ettirici değil mi?
“Neden biz Kürtlerin hakkını vermiyoruz” demiyorum. “Neden biz o hakkı verme yetkisine sahibiz” diye
soruyorum.
Ben doğduğumda kulağıma fısıldanan ilk sesin konuştuğu dilde okudum bütün kitaplarımı.
Neden Kürt çocukları benim sahip olduğum hakka sahip değil?
Neden
Kürtçe okuyamıyorlar?
Okulda onlara verdikleri kitapları annelerine okuduklarında, anneleri o kitapta yazılanları anlayamayacak.
Çocuğu kitapla ilgili bir soru sorsa cevaplayamayacak.
Issız bir mezra düşünün, karlı yollardan üşümüş bir hâlde odun ateşi kokan evine dönen küçük bir
çocuk düşünün, o çocuğun annesinin o kitapları karıştırdığını, anlamadığını düşünün, annenin yüzünden bir anlığına da olsa geçen o mahcubiyeti düşünün.
O çocukla annesi arasına diktiğiniz o duvarı düşünün.
Kimin hakkı var buna?
Kimin hakkı
olabilir?
Kim bir halkın diline karışabilir?
Kim bir halkın dili hakkında karar verebilir?
O çocuklar, anneleriyle konuştukları dili okullarda konuştuklarında dayak yiyerek büyüdüler.
Şimdi çocukluklarında yaşadıklarını başka çocuklar yaşamasın diye ölüme gidiyorlar.
Hapishaneleri ziyaret eden
CHP heyeti, “bir adım sonrası ölüm” diyor.
Ölüm.
Karanlık bir sonsuzluk.
O kapıdan geçtiğinde dönüşü yok, büyük bir kayboluşa karışıyorsun.
Işığı görmüyorsun bir daha, sevdiklerini görmüyorsun, sevdiklerin seni görmüyor.
Ölüme yaklaştılar. »