Şuanda 177 konuk çevrimiçi
BugünBugün2602
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10326
Bu ayBu ay10326
ToplamToplam10478750
"resmi tarihler" üzerine... PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Cumartesi, 01 Aralık 2012 09:30


Engin Erkiner’in ‘’resmi tarihler’’ üzerine iki gün önce yazdığı  yazıyı son derece önemli bulduğumu belirterek konuya giriyorum.

Adı geçen yazının önemi, resmi tarih yazıcılığı ve bu yazılışı reddederek alternatif tarih yazma misyonu üstlenmiş olan sosyalistlerin, kendi tarihsel sorumlulukları karşısında  takındıkları tutum açısından önemliydi.

Dünyanın neresinde olunursa olunsun, Sosyalistlerin resmi tarih tezlerine karşı, ciddi ve kendi içinde son derece tutarlı karşıt tezleri olmuştur.

Bununla birlikte, karşıt tezin, kendi içinde tutarlı ve  nesnel gerçeklikle uygunluğu, tek başına yeterli olmamaktadır.

Resmi tarih tezine cepheden kaşı çıkmak, daha da ötesi bu tezin dayandığı teorik temelleri yerle bir ederek çürütmek, hedef kitlenin ortaya attığınız  gerçekçi tezlerinizi kabullenerek buna uygun hareket tarzı belirleyip, ideolojik tutum takınacağını beklemenin çoğu zaman karşılığı  olmayabiliyor.

Doğruları söylemek tek başına yeterli değil, doğrusunu da yapmak gerekiyor.

Başkaları tarafından çarpıtılarak nesnellikle uyuşmayan yalan yazıcılığına karşı takındığınız tutum, kendi geçmişinize karşı takındığınız tutumla uygunluk arzetmiyorsa eğer, haklı olarak eleştirdiğiniz egemen tarih tezine ilişkin ortaya koyduğunuz argümanların   samimiyeti soru işaretli olacaktır.

Kendi tarihini çarpıtarak aktaranların, başkalarının tarihine söz etme hakkını taa başından kaybetmiş olurlar.

Buradan hareketle, Türkiye solculuğunun resmi tarih tezleri karşısındaki eleştirel tutumu, kendi tarihine karşı takındığı tutumla doğrudan ilgilidir.

Engin Erkiner, Türkiye solculuğunun bu anlamda başarısızlığından söz ediyor ve kendi tarihimiz karşısındaki tutumun her örgüt bazından enine boyuna sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirilerek aydınlatılması temennisinde bulunuyor.

Kolay değil. Sanıldığı kadar kolay olmadığını biliyorum. Son dört senedir kendi tarihimizle ilgili yazdıklarımızdan ve her şeyin apaçık ortada olmasına karşın hala iğneyle kuyu kazarak yol almaya çalışıyor olmamızdan biliyorum.

Son dört yıl içerisinde bu sitede, Yüzlerce tanığı bulunan, onlarca olaydan söz ettik. Sözünü ettiğimiz ihanetlerin bırakınız tamamını bir teki bile bu pisliğe bulaşanların karşı-devrimci faaliyetler içerisinde olduklarını anlatmak için yeterliyken, kendilerini devrimci sanan birtakım insanın ilgisini çekmediği gibi,bu kişileri derin bir sessizliğe de büründürdü. Yer yer rahatsız olanlar bile oldu.

Tarih yazımı, çoğu zaman,  sözü edilen döneme ilişkin siyasete meşruiyet kazandırma çabasıdır.

Çarpıtılmış tarih yazıcıları,  meşru olmayan siyasetin yalan yazıcısıdırlar. Sosyalistlerin işi, Meşru olmayan siyaseti ve bu siyasetin yazıcılarını teşhir etmekle yetinmeyip, meşru olmayan siyaset döneminde seslerini çıkartmayarak, ona, bilerek ya da bilmeyerek meşruiyet kazandıran dönemin suskun kadrolarını da deşifre etmektir.

Suskunların, sessiz kalarak gayrı meşruluğa prim verenlerinde,  deşifre edilmeleri sağlanmıyorsa eğer, biliniz ki, bunlar yada bunların izdüşümü başka suskunlar, bir gün bir başka zamanda, daha beter suçlara göz yuman ses çıkartmayanlar olarak tekrar tekrar karşımıza çıkacaklardır.

Zaman zaman yazıyoruz. Kendi tarihimizi aydınlattığımızdan söz ediyoruz. Genel olarak doğrudur. Büyük oranda aydınlattığımızı söylesek bile tamamen aydınlattığımızdan söz etmenin henüz erken olduğu kanısındayım. Aydınlanmaya muhtaç o kadar çok şey var ki, saymakla bitmez...

Ali Fuat meselesi bizce biliniyor olsa da aydınlanmamıştır.

Cezaevinde olduğu dönem, Amasya cezaevine beni ziyarete geldi? Nasıl geldi? Kim gönderdi? Neden gönderdi? Ayrıntılar bilinmiyor.

Yusuf neden öldürüldü?  Kim tarafından öldürüldüğü biliniyor ama asıl neden neydi? Bilinmeyenleri var.

Sami konusunda da aynı şeyi söyleyebiliriz. Mihrac Ural tarafından öldürüldü. Neden...? Tam olarak bilinmiyor.

Bilenler var. Adı geçen yoldaşların öldürülmesi sırasında olay yerinde bizzat bulunanlar var. Onlar, bugün Katil’in (Mihrac Ural) yanında değiller. Kaçmış saklanıyorlar. Konuşmuyorlar. Suç ortaklarıdırlar. Suç’lular konuşmazlar... Ne zamana kadar konuşmayacaklar? O da bilinmiyor...

Tarihimizin polis operasyonları biliniyor mu? Kabaca biliniyor. Detaylarını bugün bile tam anlamıyla bilemiyoruz.

1978 yılı Mart ayında aynı anda başlayan ve yüz’e yakın yoldaşın yakalandığı Samsun, Ankara, Bursa,İzmir ve İstanbul  operasyonu örneğin. Ayrıntılar biliniyor mu? Bilinmiyor. Bu operasyonda yakalananlar dahi nasıl ve kim tarafından yakalandıklarını bilmiyorlar. Susmakla yetiniyorlar. Neden susuyorlar? Susmaya hakları var mı?

Kendi tarihinin aydınlatılması söz konusu olduğunda susmakla yetinenler, resmi tarihin çarpıtılmış, yalanlar ve entrikalar üzerine inşa edilmiş olduğu gerçeğini söyleme yetkisine sahip  olabilir mi? Olsalar bile, ne kadar ikna edici ya da ne kadar samimi ve de inandırıcı olurlar?

Günay Karaca’nın Mihrac Ural tarafından öldürtülmek istendiğini bir kaç defa yazdık. Doğru yazdık. Tanıklar var. Günay Karaca’yı öldürmesi için görevlendirilen kişinin itirafları var.. Günay Karaca’nın kendisinin, bizzat en yakınına, Mihrac Ural tarafından öldürtülmek istendiğini söylediği de biliniyor. Neden öldürtülmek istendiği tam olarak bilinmiyor ama. Bilenler var, konuşmuyorlar. El yordamıyla nedenlerini öğrenmeye çalışıyoruz.

Sadece bizimle ilgili değil elbette, Örneğin Dev-Sol, MLSPB, PKK ve diğerleri, kısaca sol’un geneli açısından da durum hemen hemen aynı değil mi?

Örnek olsun, MLSPB’ni ele alınız. Hüseyin Şakül olayını soruşturabilirler mi? Fehmi Gökçek olayını izah edebilirler mi?

Böyle bir sol ya da solculuk anlayışının ‘’Darbecilerden hesap sorulsun, faili meçhul cinayetler aydınlatılsın’’ demeye hakkı olabilir mi?

Adama demezler mi peki, Önce sen kendi içindeki faili belli cinayetlerini anlat bakalım demezler mi? Bu  ve benzeri soruya muhatap olan ve susan bir ‘’sol’’un samimiyeti sorgulanmaz mı? Devrimciliği ciddiye alınır mı?

Kendimizden biliyorum. Susma konusunda ‘’uzmanlaşmış’’ ‘’meşhur’’ kadrolarımız var. Geçmişlerini yiyerek yaşayan meşhur kadrolarımız(!) Her yere koşuyor, her toplantıya katılıyorlar.  Dilleri uzundur. Konuştukları zaman mangalda kül de bırakmıyorlar.  Risk olmadığını bildikleri, sosyal medya aracılığı ile adlarından söz edilebilecek her yerde görülmeye gayret ediyorlar.  Darbecilerden, Ergenekoncular’dan faili meçhullerden bile söz ediyor, ‘’Hesap sorulsun’’ istiyorlar.

Kendilerden hesap sorulmasını istemiyorlar ama...

Söz dönüp dolaşıp kendilerine gelmeye başladığında,  paniğe kapılıyor, ‘’tarihimize sahip çıkalım, tarihimizin kirletilmesine meydan vermeyelim’’ diyebiliyorlar. Bunları biliyoruz. Bunların sahip çıkılmasını istedikleri tarih bizim tarihimiz değil. Yalanlar ve abartılar üzerine kurulmuş kendi tarihleridir. Bunlarda deşifre edilmelidir.

Devam ediyorum.

Ali Çakmaklı’yı kim öldürttü? Yüz tane Acilci’ye sorun 99 tanesi Mihrac URAL diyecektir. ‘’Ortaya çıkın sesli konuşun’’ derseniz susarlar. Konuşmaz, konuşamazlar.

Kendilerini bugün bile  sol camia içerisinde tanımlayan bu ve benzeri kişilerin çoğunlukta olduğu bir sol’un,  ‘’Biz neden marjinalleştik’’ diye soru sorup, cevap aramaya kalkması samimiyetle izah edilebilir mi?

Tarih yazımı, ciddiyet ister,samimiyet ister, objektif olmayı gerektirir. Resmi tarih yazımına meydan okumayı göze alanların, kendi tarihleri söz konusu olduğunda sessiz kalmayı tercih ettikleri sürece samimiyet testinden geçemeyerek sınıfta kalacaklarını söylemeye gerek var mı?

Bildiğini saklayan, kendisini saklıyor demektir. Saklananları bulup ortaya çıkartmak için, daha yolun başındayız....