Şuanda 43 konuk çevrimiçi
BugünBugün2524
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10248
Bu ayBu ay10248
ToplamToplam10478672
suriye'yi neler bekliyor? PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Cumartesi, 22 Aralık 2012 18:55


Iki yıla yakın bir süredir kanlı iç hesaplaşmaya sahne olan Suriye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini anlamak için  bir çok şeye bakılabilir. Geçmişte zulüm örenler bugün fırtına biçiyorlar.  Esat rejimini devirmek isteyenler, yerine daha baskıcı, tek tipleştirici, şeriatçi bir ülke kurmaya çalışıyorlar. Böylesi bir Suriye’de  bırakalım azınlıklara, diğer inançlara kendilerinden farklı düşünen Müslümanlara bile yer yok.

Bunu anlamak için   bu güçlerin  kadın gazetecilere yaklaşımlarına bakmak yeterlidir. Selefi ve daha birçok  İslamcı çetelerin  kontrolündeki bölgelere adımını attıkları andan itibaren başını örtmek zorunda kalan kadın gazetecilerin durumu Suriye’nin yakın bir gelecekte etkisi altına gireceği siyasi ve toplumsal iklim hakkında önemli ipuçları veriyor.

 Hatay’ın hemen öte yakasındaki  sınır ilçelerinde başını örtmeden muhaliflerle görüşemeyen bunu da gazetelerinde açıkça yazmaktan sakınmayan yandaş kalemlerin de gösterdiği gibi Suriye için tasarlanan gelecekte  bırakalım diğer azınlıklara ve inançlara, maalesef kadınlara bile  yer yok.

 Sadece kadınlara mı? Batılı emperyalist güçlerin ve de onların stratejik müttefikliğine  soyunan AKP’nin himayesinde kurulan Suriye Ulusal Konseyi ile onun silahlı kanadı Özgür Suriye Ordusu’nun tehditlerine bakılırsa, yeni Suriye’de Kürtler başta olmak üzere diğer azınlıklara da yaşam hakkı tanınmayacak.  Selefi müslüman çeteler sözde fetvalarla özellikle gayri müslümleri ve Nusayrileri toptan imha edeceklerini beyan etmekten geri kalmıyorlar.

Aklı başında hiç   kimse silahlı  muhalif  güçlerin  ve onları her türlü askeri ve maddi destekle cesaretlendiren  karanlık emperyalist güçlerin “demokrasi ve özgürlük”  sloganlarına aldanmamalıdır.  Emperyalist destekli  işbirlikçi muhaliflerin kontrolü altındaki kentlerde göçe zorlanan Hıristiyan nüfusun trajik durumu, Alevilerin çeşitli bölgelerde toplu katledilmesi, diğer yandan Esad’ın  rejimini koruma adına  sivillere yönelik bombaları da,  yeni Suriye’yi bekleyen tehlikelerin boyutlarını gösteriyor.

Suriye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini anlamak için çok uzaklara gitmek gerekmiyor, “Arap baharı” rüzgarının estiği diğer ülkelere bakmak yeterli aslında. Tunus’tan Libya’ya, Mısır’dan Yemen’e kadar “bahar”ın vurduğu ülkelerde kadın haklarından azınlıklara, eşcinsellerden insan haklarına kadar yaşananlar Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı emperyalistlerin ve işbirlikçisi bölge ülkelerinin söylemlerinin aksine  ‘Ortaçağ karanlığı’nın beklediğini gösteriyor.

 Ortadoğu’nun en kozmopolit ülkelerinden olan Suriye, Geliştirilmiş Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında kapitalist liberalleşmeye eklemlenmeye çalışılırken,  bu sahte dönüşüm rüzgarı ülkeyi bir halklar mezarlığına çeviriyor. Esat rejiminin tüm baskılarına, dışlamalarına ve emekçi kesimleri ezen uygulamalarına karşın,  Ülkedeki azınlıkların ve etnik grupların inatla Esat rejimi etrafında  kenetlenmesinin ve hala bu kanlı  rejimi terk etmemesinin temelinde bu gerçeklik yatıyor.

 Bu durumu anlamak için  Müslüman-Arap olmayan azınlık grupların kaleme aldıkları ortak bildirilere bakmak yeterlidir. farkındalığın sözde özgürlükçü, özde ise halkların kanı ile beslenen  batıyla uyumlu bir ‘ılımlı İslamcı’ dönüşümün diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi Suriye’ye de kan ve gözyaşıdan başka bir şey vaat etmediğinin bilincindeler.  Bundan dolayıdır ki. Esat bu azınlıkların verdiği destekle hala ayakta kalabilmektedir.

Gerek Esadı destekleyen Sunni burjuvazisinin, gerekse de tüm öteki ulusal ve dini azınlıkların bu farkındalığı ,  demokrasi havarisi kesilen  batılı güçlerin umurlarında değil. Onların derdi öteki arap ülkelerinde olduğu gibi Suriye’de de baskıcı rejimden bunalan halk kesimlerinin ayaklanmasını yönlendirerek, Suriye’nin küresel emperyalist çıkarlar doğrultusunda dönüştürülmesi ve buradan devam ederek, İran rejimini de düşürekerek, bölgeyi kendileri için dikensiz bir gül bahçesine çevirmektir.

 Suriye’de yaşanacak  dönüşümde Halep kilit bir önemde bulunuyor. Ülkenin en kozmopolit kentlerinden olan Halep aynı zamanda ticaret ve sanayinin de merkezi. Silahlı grupların çatışmaları son olarak bu kente yayması bir tesadüften ibaret değil,  bu tercihi ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın “Halep Türkiye’nin kırmızı çizgisidir” söyleminde aramak gerekiyor.

 Suriye’de krizin nasıl çözüleceğinin Ortadoğu'nun yeni düzeni ve İran'ın geleceğiyle doğrudan bir ilişkisi var. Çünkü Suriye demek İran demek, Lübnan demek. Elbette bunun yanında Çin ve Rusya’nın da tutumları belirleyici nitelikte olacaktır. Nitekim son günlerde Çin ve  Rusya artık Esat rejiminin vazgeçilmez olmadığını dillendirmeye başladılar. Özellikle Rusya, içinde Esat yanlılarının yer alacağı ama Esat’ın kendisinin devre dışı bırakılabileceği senaryolara sıcak baktığını açıkça söylemeye başlamıştır.

 “Asıl hedefin Esad değil  İran” olduğunu söyleyen Robert Fisk’in  ifadeleriyle söylersek, “Şimdiye dek ikiyüzlülüğün bu denli yaşandığı bir Ortadoğu savaşı hiç olmuş muydu? Korkaklığın bu kadar bulunduğu, etiğin bir o kadar eksik, sahte söylemler ve aşağılamanın bu denli görüldüğü bir savaşa yaşanmış mıydı?” Bu sorulara evet demek pek mümkün görünmüyor.  Irak’ta yaşadığı yenilgiden ders çıkaran ABD ve ortakları artık doğrudan müdahale değil, içerdeki işbirlikçileri eliyle müdahaleyi daha uygun buluyorlar. Bunu Libya’da yaptılar ve iktidarı aldılar, şimdi de Suriye’de deniyorlar.

Bu tutumlarıyla değişimi kendilerinin değil, rejimden zarar gören halkın istediği yalanını da yayarak meşruiyet kazanmaktalar.elbette rejimden zarar gören kesimlerin memnuyetsizliği v var. Onlar  halkın bu öfkesini işbirlikçileri eliyle örgütleyerek sonuç alıyorlar.

Geldiğimiz noktada  artık Suriye’yi Esat’sız bir gelecek bekliyor. Şimdi bölgenin devrimci, ilerici güçlerinin yapması gereken ivedi görevler var. Emperyalist işgale karşıyız vb.  söylemlerini aşarak,  ne emperyalist işbirlikçisi muhalifler, ne de despot Esat rejimi  diyen Kürt hareketi ile diğer azınlıkların, Nusayrilerin ve laik müslümanların, varsa sosyalist hareketlerin güç birliğini cesaretlendirmek ve bölgenin enerji kaynaklarını ele geçirmek için, halkları boğazlamak da dahil her yöntemi mübah sayan egemen güçler ittifakının ve bölgesel işbirlikçilerinin heveslerini kursaklarında bırakmak için, yukarda saydığımız gerçek muhalif güçlerin yanında çaba göstermektir.

 Bunu başaramazsak, Arap Baharı’nın karakışa dönüştüğü diğer örneklerde olduğu gibi, Suriye halklarını emperyalist odakların ve onların yedeğindeki işbirlikçi muhaliflerin elbirliğiyle ördüğü karanlık bir gelecek bekliyor.

Bölgenin ilerici güçlerine düşen görev bu karanlık geleceği hak etmeyen bölgemizin mazlumlarına direnme azmi vermek ve onların yanında direnmektir. Yoksa bazılarının bugün dillendirdiği, madem ki bölgemizde yaşanan rejim değişikliğinde gelenler gidenleri aratıyor, o halde mevcutları savunmak, yani statükoyu savunmak  söylemi, devrimci bir söylem değildir. Zaten bu tutumun pratik bir anlamı olmadığı da yaşanan gelişmelerden açıkça anlaşılıyor.  

Çağımızda  baskıcı, zorba dikta rejimlerinin yaşayamayacağı anlaşılmıştır. Bu durum bir zamanlar bu rejimleri destekleyen batılı egemenlerce de anlaşıldığı için, yaşanan değişim rüzgarını yönlendirmenin planları çoktan yapmışlardır. Geleceğe dönüp plan yapamayanlar ne yazık ki, bölgenin devrimci-demokratik güçleridir. Bu yüzden de halkların özgürlük istemleri emperyalist odaklarca yönlendirilip söndürülmektedir.

Dizimizi döverek te bir yere varamayız.  Yapmamız gereken doğru devrimci tutum olan, devrimciler iki zalimden kötünün iyisinin yanında olmazlar diyerek, gücümüz ve olanaklarımız ölçüsünde, cılız da olsa kendi cephemizi yaratmak, zalimlerin iktidarı için kan dökülmesinin önüne geçecek yol ve yöntemleri bulmaktır. Gerisi boş laf ebeliğidir ve sahte anti-emperyalist söylemler havanda su dövmektir.  Devrimci insanlığın nihai kurtuluşu için, hayallerinin peşinde giden ve  sabırla ve inatla geleceği örendir.