Şuanda 106 konuk çevrimiçi
BugünBugün2558
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10282
Bu ayBu ay10282
ToplamToplam10478706
yeni sömürgeciliğin değişkenleri / 4 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Perşembe, 10 Ocak 2013 22:58


20.  yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve kurgulanan ve 21. birinci yüzyılın başlarında ekonomik-politik siyasaya damgasını vuran yeni sömürgeciliğin bu yüzünün ortaya çıkışı ve 20. yüzyıldaki yeni sömürgecilik ilişkilerinde bir aşama yapmasının sebebi Emperyalist/Kapitalizmin bir tercihi olmayıp, objektif-nesnel bir gerçekliğin zorunlu sonucudur.

Esasen serbest rekabetçi dönemden emperyalist aşamaya sıçrayan kapitalizmin bu aşamaya sıçramasının sebebi nasıl ki sermaye hareketlerine bağımlı olarak ortaya çıkan bir değişim ise ve bu aşamanın işaret ettiği değişim nasıl ki iki faktörü, sınıfsal çelişkilerin artmasını ve kapitalizmin bunalımını derinleştirmişse, aşamayı zorunlu kılan sermayenin yoğunlaşması da kapitalizmin bunalım ve krizlerine bir çözüm getirmek yerine bunalımları yoğunlaştırmış ve bunalımlar yoğunlaştıkça sınıfsal çelişkilerin artmasına neden olmuştur. Bu objektif olgunun  çelişkileri artırmasının neden  sınıf mücadelesinin  yoğunlaşmasını beraberinde getirmediği, yer küre ölçeğinde işçi sınıfının iktidara talip olmada epey süredir gönülsüz davrandığı sorulabilir. Ancak, yeni sömürgeciliğin değişik aşamaları açıklandıktan sonra bu sorunun yanıtı verilebilir.

Ancak öncelikle yeni sömürgeciliğin farklı aşamaları ve bu aşamaların sınıf mücadelesini etkileyiş ve sürdürülüş biçimlerine bakılmalıdır. Daha önceleri yeni sömürgecilik tartışmalarında bazı “sol grup” ya da kişiler gerek ideolojik yetersizlikleri gerekse öngörü yoksunlukları nedeniyle bu konuda söylenenleri bilerek ya da bilmeyerek yeni sömürgeciliğin 20. yüzyıldaki görünümlerine ilişkin Marksist tezlere olmadık anlamlar yüklemişler, bizim “kapitalizmin çelişkilerinin ortadan kalktığını savunduğumuz” gibi ancak bu çapta birilerinin ileri sürebileceği ve söylenenleri anlama kapasitesinden yoksun olanların zırvalayacağı sözüm ona eleştiriler yöneltmişlerdi. Öncelikle söylediklerimizden çıkarılmayacak kesin sonuç şudur: Tam tersine yeni sömürgeciliğin değişik aşamaları sermaye hareketlerinde meydana gelen niyetle bağlı olmayan objektif bir olgudur ve kapitalizmin işleyişinin değişik görünümleridir. Yeni sömürgeciliğin her aşaması kapitalizmin bunalımlarını hafifletmesi, krizlerini atlatması bir yana bunalımları ve krizleri artırmış, yoksullaşma sürecini hızlandırmış, işçi sınıfına çeşitli toplumsal kesimlerden yeni müttefikler kazandırmıştır. Bu süreç kapitalizmin ortadan kalkmasana kadar yayılacak bir süreçtir ve her yeni aşama bunalım ve krizleri artırarak devam etmektedir.

Kapitalizmin işleyişindeki her temel değişimin dinamiği sermayenin yoğunlaşmasıdır. Yoğunlaşan sermaye kabına sığmaz ve kendine yeni alanlar, yeni mecralar arar ve açmaya zorlar. Sermayenin bu hareketleri yoğunlaşma oranına göre önceki dönemlerden farklılıklar gösterir kapitalizmin işleyiş biçimlerinde değişiklikleri zorunlu kılar. Kapitalizmin işleyişindeki değişiklik sınıf mücadelesinin örgütlenme, mücadele biçimlerini değişime uygun biçimler almasını, mücadele pratiğinin de değişimin aşamalarına uygun olarak yeni yöntemlerle zenginleştirilmesini yeni boyutlar kazanmasını beraberinde getirir.  Hiçbir şey durağan değildir ve her şey değişimin yasaları içinde değişir, gelişir farklı biçim ve görünümler alır. 

Kapitalizmin rekabetçi dönem burjuvazisi, kendi ulusal sınırları içinde devlet aygıtını sermayenin gelişmesinin önünü açacak,  korunmasını güvenceye alacak şekilde organize etmiştir. Sermaye ulusal kökenlidir ve ülke içinde ülke kaynaklarını sömürerek gelişmiş ve palazlanmıştır. Bu emperyalizmin embriyon/doğum evresidir ve bu evrede kapitalizmin/sermayenin karakteri ulusaldır ve faaliyet alanı ulusal sınırlar içindedir. Her ülke burjuvazisi ulusal sınırlar içinde işçi sınıfından sağladığı artık değerle sömürüsünü sürdürür ve sermaye birikimini sağlar. Bu evrede sermaye birikiminin sağlanması işçilerin yoğun ve uzun süreli çalıştırılmalarından elde edilen artık değer karıdır.  Bu nedenle üretim de tüketim de ulusal sınırlar içinde cereyan eder. Denilebilir ki bu dönemde sömürüye maruz kalan neredeyse tek sınıf ücretli emektir, işçi sınıfıdır. Ulusal burjuvazi işçi sınıfının yoğun sömürülmesinden elde ettiği artık değer karlarıyla saldırıya geçecek sermaye birimini oluşturmuştur. Tek tek üretim birimleri birleşerek, donanımlarını geliştirerek daha büyük birimli üretim alanları organize edilmiş daha çok sayıda işçi üretime katılmıştır. Tekelci dönemin aksine bu dönem kapitalizmin işçi sınıfını geliştirdiği burjuvazinin de gerek bu anlamda gerekse kapitalizm öncesi ilkel üretim biçimlerinin yerine daha ileri üretim biçimleri geliştirdiği ve eski sınıfları yıkıp ortadan kaldırdığı ilerici dönemidir. Ülke içindeki sermayenin yoğunlaşmasıyla alan olarak kapitalist üretim biçimine “ebelik” eden ülke sermayeye dar gelmeye, ülke işçi sınıfından elde edilen sömürüde az gelmeye başlamıştır. Sermaye yoğunlaştığı oranda kapitalizm öncesi ilişkilerin sürüdüğü gelişmemiş ülkeleri işgale hazırdır. Bu ülkeler Pazar ve ham madde olarak zengin ve bakir ülkelerdir ve sömürgecilik dönemi başlamıştır. Feodal tiranların/kral, prens, padişah v.b/ işgal ettiği ülkelerden aldığı “işgal haracıyla kapitalizmin işgal ettiği ülkelerdeki sömürüsü birbirine karıştırılmamalıdır. Feodalizmde üretime dayalı bir sömürü söz konusu değildir, işgal edilen ülkelerden çeşitli isimler altında “haraç” alınır, yeraltı yer üstü zenginliklerin bu anlamda sömürüsü de söz konusu değildir.  Kapitalizmin işgali ise yeraltı ve yer üstü zenginliklerin talanıyla da sınırlı olmayıp, giderek bu ülke halklarının da sömürünün bir parçası olmasıdır. Bu dönem Emperyalizm- kapitalizmin bir üst aşaması- dönemidir. Kapitalist ülkelerin egemen burjuvaları yer küreyi güç ve etkinlikleriyle orantılı olarak paylaşmışlardır. Ancak sömürüden istediği payı alamayan diğer kapitalist ülke burjuvaları sömürü alanlarının yeniden paylaşımında diretince kapitalistler arasındaki çelişki de ortaya çıkacak ve paylaşım savaşlarının önü açılacaktır. Bu dönemin çelişkileri farklı kapitalist ülkelerin burjuvaları arasında ortaya çıkan çelişkilerdir ve emperyalist ülke devletinin görevi kendisini örgütleyen sermayenin önünü açmak, bunun için savaşmak ve yeni sömürü alanları elde etmektir. Emperyalizmin bu dönemdeki işgal ettiği ülkeleri sömürü biçimi açık sömürüdür. Ülke açıkça işgal edilir, işgalciler yine açıkça kendilerinin seçtikleri ve kendi adlarına ülkenin işgal ve sömürüsünün bekçisi yöneticileri seçer ve onları denetlerler. Yeraltı yer üstü zenginlikleri ham madde olarak Emperyalist ülkeler taşınır ve bu arada imalata dönüştürülerek yeniden bu ülkelerde pazarlanır. Bu dönem sömürü alanlarını genişleten bir dönemdir. Rekabetçi kapitalizmde sömürü unsuru neredeyse yalnızca işçi sınıfı iken bu dönemde kapitalist ülkelerde işçi sınıfının dışında kalan köy ve kent yoksulları ile kent küçük burjuvaları da sömürünün içine çekilmiş ve halkın geniş kesimlerinden kapitalistlere değer transferleri gerçekleşmeye başlamıştır. Rekabetçi dönemde işçi sınıfının mücadelesi oluşma aşamasındadır ve bu dönemin mücadele biçimlerinin karakteristik özelliği çalışma koşullarının düzeltilmesi, sürelerin kısaltılması, ücretlerin iyileştirilmesi gibi ekonomik/demokratik talepler içerir. İşçi sınıfı henüz ne iktidara talip olmaya hazırdır, ne de uzun vadeli ve çok yönlü mücadele pratiğine sahiptir.  Ancak işçi sınıfı da ekonomik demokratik talepli mücadelesinin gel-git süreçlerinde mücadele pratiğini geliştirdiği, “kendiliğinden sınıf”  döneminden “ kendisi için sınıf”  dönemine geçtiği dönemdir. Burjuvazinin doğumunu ilk habercilerinin feodal döne içinde ortaya çıkan -ekonomi ve ticaretin ötesinde-  reform ve Rönesans hareketleri olduğu bilinir. Reform hareketleriyle dinin toplum yaşamındaki etkisi ortadan kaldırılmış ve Hıristiyanlık kiliseye hapsedilmiştir. Rönesans ile ise kısa bir açıklama ile burjuvazi kendi bilim kültür sanat ve eğitimini oluşturmuştur. Avrupa’da laisizm temel toplumsal yaşam biçimi olarak kabul görmüştür. Dini ve dinsel öğeleri kendi toplumsal yaşamından çıkaran emperyalist burjuvazinin, genellikle paganist/doğa dinleri/ inanca sahip sömürge ülkeler halklarını misyonerlik faaliyetleriyle Hıristiyanlaştırdığı öykülere, romanlara, filmlere konu olmuştur. Dinin toplumsal yaşama sokulmasının nedeni önemlidir ülkemizin günceli açısından önemlidir ve ileriki açıklamalarımızda konuyu, küresel kapitalizmin Müslüman coğrafyada  “ılımlı İslam” daki ısrarı açısından irdelemeyi sürdüreceğiz.