Şuanda 445 konuk çevrimiçi
BugünBugün2754
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10478
Bu ayBu ay10478
ToplamToplam10478902
her yol roma'ya çıkmaz ama" PDF Yazdır e-Posta
Nuray Bayındır tarafından yazıldı   
Çarşamba, 13 Şubat 2013 17:26


Bu günkü paranın tek vazgeçilemez değer kabul edildiği kapitalist toplumlarda yaşayan herkesin yolu aynı kapıya çıkıyor.

 Acıları, ‘’umutları’’ ve umutsuzluklarıyla, ‘’sevgileri’’ ve sevgisizlikleriyle büyük bir yalnızlık yaşayan insanın yolu hep aynı yoldur. Aynı yere çıkar.
İçinde yaşadığı toplumsal ilişkilerin dışına çıkmak istemeyen insanların kaderi birdir. Değişmez.

Değişim  verili düzen ilişkilerini red temelinde olabilir. Zordur ama imkansız değildir.

İmkansızı istemek, onun peşinden koşmak da bizim işimiz olmalı. Öyle değil mi?.

 Ne demişler çuvaldızı önce kendine batır, iğneyi de başkalarına.

 İlk devrimcilik yıllarımıza bir dönelim. Dürüstlük, saflık, katıksız dostlukların yarattığı atmosferi özlemiyor muyuz?

Özlüyoruz...

 Ama unutuyoruz çoğu zaman. Ödediğimiz bedelleri niye ödediğimizi unutuyoruz.

Umursamıyoruz...

Kendimize yapılanı unutup sıradanlaşıyoruz.

Sistemin anlayışı paralelinde olmasa da tepkisizliğimiz bize yapılanı sıradanlaştırıyor.

 Bu şekilde sisteme entegre kişilikler haline geliyoruz. İstesek de istemesek de bu süreç böyle işliyor. Paranın, kapitalin doğasına uygun işliyor.

Almadan veren, sürekli emeğinden, kişiliğinden, insanlığından veren , verirken de kendi kendine yabancılaşan kişiler haline geldik.

 Çünkü bu sistemde insan yoktur. Sadece alınıp, satılan bir metaya dönüşmüştür. Onun yaratıcılığının gelişmesi, özgürleşmesi, bağımsız , özgür kişilikler haline gelmesi istenmez.

Biz bu insanlık düşmanı sisteme karşı çıktık. Karşı çıkışımızın temelinde insan var. Onun gelişiminin engellenmesi, özgürlüğünün özgürlüksüzlük olarak yaşanması var.

 Geleceğimiz ipotek altına alındığı için sisteme karşı çıktık. İnsanca bir yaşamın yeniden kurulabileceğine inandığımız için karşı çıktık.

 Devrimci isek sorumluluğumuz var. Hem kendimizden , hem de insanlığın bütünsel gelişiminden sorumluyuz. Sadece tarihe ve güncele damga vuran insan gidişatını görmek, anlamak yetmiyor. Bir yerde bozulma varsa, çürüme varsa, insansızlaşma varsa bu gidişe dur deme cesareti de vardır.  İşimiz onu ortaya çıkarma, yaygınlaştırmak olmalı. Yoksa kendimize olan saygımızı da bir gün yitiririz.

Ne çabuk unuttuk. Ne kadar sadece kendi kendimizle meşgulüz.

Herkesin birlikte olmaktan sonsuz mutluluk duyduğu, birlikte düşünüp birlikte ürettiği, kardeşçe dostça ilişkilerin filizlendiği bir insanlık bahçesi için değil miydi yürüyüşümüz? Biz kendimiz Gerçek yaşamın neresindeyiz?

Gerçek yaşam yolu İnsanın kendi özüne yürüyüşü, bir umuda koşusu değil midir?

 En fazla hedefe yaklaşıldığı yıllar da gençlik yıllarıdır. Toplumu yöneten oligarşik otoriteler O nedenle korkarlar gençliğin tepkisinden. İlk fırsatta manipüle etmeğe, sınıf mücadelesinin, siyasi mücadelenin dışına itmeğe, örgütlülüğünü bölüp parçalamaya çalışırlar.

Evet biz de yurt dışına çıkmak zorunda kaldığımızda en fazla 25 yaşındaydık. Yaşımızdan büyük sorumlulukların altına girmiştik. Kimimiz bekar, kimimiz evliydi. Sabırsız, aceleci ve bolca da hayalciydik. İnsanın kendini özgürce gerçekleştirebileceği, sevebileceği bir dünya hayali kurmak ve bunun gerçekleşmesi için çalışmak amacındaydık.

 Kendi adıma ben bu güne değin böyle bir hayalin peşinden koştum. Devrimci sürece katılışımın gerekçesi de budur. Bu nedenle devrimciyim.

İnsan ilişkilerindeki çözülme ve bozulma devrimci olduğu sanısı taşıyanlar arasında da çok görüldü. Yurt dışına çıktıktan sonra bunların örneklerine çok rastladık.

 ‘’Devrimci evlilikler’’in çoğunluğu gerçekten özgürlükçü bir toplumsal zemine dayanmadan şartların gereklilikleri doğrultusunda oluşmuştu. O nedenle kendilerini sınırlayan toplumsal kurumlaşmalardan, baskılardan uzaklaşınca özgürleştiğini sanan bireylerin zavallıca savruluşlarına şahit olduk. Yeni düzeni kuramadan eskinin içinde boğuldular.

80’ler sonrası dönem böyleydi. Evli olsun bekar olsun, kadın olsun erkek olsun fark etmiyordu. Cinsellik alış- veriş ilişkisine dönüştüğü için özgürlüksüzdü. İster kadın ister erkek açısından olsun yaşanan sistemin insana empoze ettiği yanılsamalı özgürlüğün pazara sunulmuş haliydi.

Al gülüm ver gülüm ilişkisi...

 Bunun insanlıkla bir alakasının olmadığı, insanı kendi içinde tamamlamayacağı tersine alçalışına hizmet edeceği çok açıktı. Yaşanan da bu oldu. Devrimci olduğuna inanan insanların bu tuzağa düşmemeleri gerekirdi. Onların gerçek anlamda birbirleriyle ilişkilenmelerindeki kopukluk, sistemin insanları birbirine yabancılaştırıcı etkisine karşı savunmasız oluşlarından kaynaklanıyordu.

Aralarındaki ilişki sevgi, dostluk, yoldaşlık ilişkisi olsaydı, birlik ve paylaşım esasıyla bütünlenmek, büyümek  için karşılıklı insan yönlerinin gelişimi hedeflenseydi böyle olmazdı. Yeni’nin inşası için İnsanlık dışı sisteme bütünsel bir karşı duruş gerekiyordu. Bu yapılamadı.

 Rekabetçi tarzda, birinin diğerini alt etmesi , birinin diğerini kendi çıkarı için kullanma esasına göre kurulan ilişkilerin düzen ilişkileri olduğunu düşünmeden sürdürülen yaşam gerçek yaşam olabilir mi?. Bu yaşam Bizim yaşamımız değildi. Yaşama karşı duyarlılık farkındalık gerektirir. O dönemde devrimciyim diyenlerin yaşam duruşu içinden geldikleri toplumun seviyesini yansıtıyordu. Bir üstünü değil.

 Devam edecek...