Şuanda 303 konuk çevrimiçi
BugünBugün2676
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10400
Bu ayBu ay10400
ToplamToplam10478824
Hey gidi Koç... PDF Yazdır e-Posta
Nuray Bayındır tarafından yazıldı   
Salı, 02 Nisan 2013 20:19


Koç aramızdan ayrıldı. Hastane ziyaretlerimde onu en son görenlerden birisi de benim...

23 sene olmuştu birbirimizden kopalı. Ama sonra ilk görüştüğümüz an, ilk göz göze geldiğimiz an hiç kopmamış olduğumuzu anladık. O gözün arkasında...Hani o gözlerimiz var ya bakıyoruz her yere... O gözün arkasında arkadaşlar, bir can gözü var ki; işte o göz, işte o ışık bizleri buraya getirdi. O ışık bizleri birbirimize doğru çekiyor. Mehmet Koç yoldaş tüm yaşamı boyunca ışığını üzerinde taşıyan bir arkadaşımızdı.

Hepimizin başına geliyor sonunda... Farkında olmuyoruz. Birbirimizi çok iyi tanımadığımızın farkında olmuyoruz. Belki de iyi görmüyoruz birbirimizi... Bakarken iyi görmüyoruz derinliğimizi. Ne zaman ki arkadaşlarımızı teker, teker yitiriyoruz, ondan sonra diyoruz ki: Vaah gitti yoldaş!..

Gitmedi aslında. İçimizde Koç. Koç’un ışığını alanların, buraya gelenlerin içinde Koç. Şu an ağzımdan çıkanlar teselli  sözleri değil.. gerçek. Onun enerjisi bizlerde yaşıyor. Bu tarifsiz enerji çok nadir insanlarda bulunur. Bu kıymetli insanlar enerjilerini içlerinde biriktirmez, biriktiremez. Dağıtırlar yanındakilere...

Koç da insandı. Onun da hataları vardı. Bizler gibi, aynı bizler gibi onun da zaafları vardı. Herkeste olduğu gibi...

 Ama Koç’ta çok farklı bir şey daha vardı. Koç gerçekten mücadelesinin adamıydı. İçinde yer aldığı devrimci mücadelesini ruhunda, beyninde, yaşamında taşıyan değerli bir insandı. Belki bunu yeterince ailesine yansıtamadı. Ama bizler, bizler yanında olmasak bile; bize öylesine bir enerji yansıtmıştı ki, yanında olmasak bile Koç her zaman bizimleydi...

 Hastanedeyken içimizde az da olsa bir umut taşıyorduk. Koç gitmez diyorduk. Yakıştıramıyorduk ona böyle bir gidişi. Sanıyorum aramızda kimse de yakıştırmadı. Bir hafta geçmişti yanından ayrılalı. Biz uzaklardaydık. İrfan arkadaşımla beraber çok uzaklardaydık. Ne zaman ki; telefondaki ses Koç gitti dedi. Sanki güneşimiz tutuldu. Konuşamadık. Konuşamadık bir süre. Ve şunu düşündük sonra:

 ‘’Bizim umudumuz sürdükçe, insanlığımız sürdükçe, dostluğumuz sürdükçe, yoldaşlığımız sürdükçe, arkadaşlığımız ve kardeşliğimiz sürdükçe Koç yaşayacak’’. Bu sözü verdik kendi kendimize.

Şu an gözlerinize bakarken bile Koç’u görüyorum. Onun sevgisini görüyorum. Onun ışığını görüyorum...

Mehmet Koç çok küçük yaşlarda mücadeleye başlamış ender insanlardan biriydi. Küçük yaşlarda hayatın ne olduğunu öğrenmiş bir kişiydi. Emeğin ne olduğunu, ekmeğin nasıl kazanıldığını öğrenmişti.

Henüz sağken benden bir şey yapmamı istemişti.

‘’Nuray, sen kitap yazıyorsun. Bir de benim röportajımı yap. Arkadaşlar da yaptılar ama bir de senden istiyorum. Sonra da bunları iyi bir kitap haline getirin’’ demişti. Onunla  kısa bir röportaj yapma fırsatım oldu. Çözümü yaptım. İsterseniz bir de oradan bazı bölümler aktarayım. Bakalım neler söylemiş.

Mehmet Koç’un devrimci kişiliğinin oluşumunda yaşadığı koşulların çok büyük önemi vardır.

Senin devrimci kişiliğinin oluşumu sağlayan koşullar nelerdir? Nasıl bir hayat yaşadın?

’ Çevrenin ve yaşadığımız koşulların çok büyük bir önemi var. Sosyal ve siyasal mücadelenin yükseldiği yıllardı. TKP vardı. Sol örgütler ve sendikal örgütler gelişiyordu. Bunların hepsinin şu veya bu şekilde etkisi oldu yaşamımda...’’

Babası CHP’liydi. İnönü’yü savunurdu.

 ‘’İnönü’yü de sola paralel görürlerdi o zaman. Öyle olunca biz de sol tandanslı birisi olduk. Öyle tanınır olduk.’’

İlk okul ikinci sınıfa kadar okudu Koç. Babası onu ikinci sınıftan sonra marangoz çıraklığına vermişti. İlkokula Hekimhan’da gitmişti. Ona bile doğru dürüst gidememişti ya... İkinci sınıftan sonra  marangoz çırağı oldu.

Hekimhan’dan sonra Malatya’ya mı gittin?

’ Evet. Babam orada bir tanıdık bulmuştu. Yanına verdi. 11-12 yaşlarındaydım. Çırak gittiğim ev Malatya’da son derece ilerici bir aileydi. Son derece kişilikli bir aileydi. Onların evlerinde kaldım. O aile beni şekillendirdi. Son derece demokrat, bilgili adamlardı. Tartışılan meselelere eğilen insanlardı. Adı Abdullah Ünsever idi. Kendisi lise okumuştu. Kardeşi de üniversitede okuyordu. Kürt bir aileydi. Alevi-Kürt. Eskiden asimile olmuşlardı. Dede sülalesiydiler. Onların yanında 2,5 yıl kaldım.’’

Daha sonra elini makineye kaptırır Koç. Bir iki parmağı kesilir. Bu durumda işe devam edemez. İşini bırakınca oradan ayrılmak zorunda kalır. Tekrar köyüne döner. Henüz 15 yaşlarında bir çocuktur. Ama  küçük yaşına rağmen çalışmaktan geri durmaz. Ne iş bulunsa yapar. Marangozluktan inşaatçılığa kadar ne iş bulursa çalışır.

Babası öldüğünde 15-16 yaşlarındadır. 17 yaşına geldiğinde evlendirilir.

Kaç yaşında evlendin?

17 yaşında.

Eşin kaç yaşındaydı evlendiğinizde?

O da benden bir kaç yaş büyüktü. Evlendirdiler bizi. O ara babam öldü. Babam öldükten sonra biz dağıldık tabi. Nereye gidelim? Ne yapalım? Demeye başladık.

Köyde kalmak istemez Koç. Köy yaşamı ona dar gelir. Bir gün yolda gördüğü bir  gazete parçasında  ‘’Radyo kursu verilir ‘’ diye bir ilan görür.

‘’Hemen o kursa gitmeğe karar verdim. O ara marangozda da çalışıyordum. Büyük ağabeyim Ankara’da bir iş buldu. Oraya taşındık. Böylece köyden göçmüş olduk.’’

Kızları ne yaptınız?

Onları da yanımızda götürdük.

1965-66 yıllarında gittiği Ankara’da çeşitli geçici işlerde çalışır. Askerlik çağı gelmiştir. Balıkesir’de askere gider. Haksızlığa tahammülü olmayan bir yapısı olduğu için zaman zaman çavuşlarla kavgaya tutuşur.

‘’Çavuşlar pilavı dağıtırlarken kendileri önde oturur erleri arka tarafa oturturlardı. Her zaman yemek çavuşlar tarafından dağıtılmaya başlardı. Bu yüzden Çavuşları dövdüm. Askerliği üç gün uzatma cezası verdiler. Kıbrıs’a gönüllü gitme hikayesinde de gönüllü olmadığım için tepki aldım.’’

Son döneminde Mustafa adında İzmirli bir onbaşı’nın nöbetini kabul etmediği için çavuş ile yeniden kavgaya tutuşur. Çavuş kendisine saldırır, o da çavuşu döver. İş Komutana aksedince ceza alır.

Koç hikayesinin bu noktasında biraz mahcup, biraz utangaç; ‘’kavgacı bir tiptim o zamanlar’’ dedi.

‘’ Sonra o İzmirli onbaşı sana bu saatçiliği öğreteceğim dedi. Ondan öğrendim. Bir meslek arayışı içindeydim. Saatçilik ince bir meslek. Sıkı, sıkı üzerinde durdum. ‘

Bu mesleği de 6 ay içerisinde çok iyi öğrenir. Onbaşı terhis olup gidince 3 bölük askerin saat onarım işi tek başına Mehmet Koç’un üstüne kalır. Askerlik yaptığı yerde bulunan yedek subay okuluna gider. Bütün askerlerin saatlerini tamir etmeğe başlar. Bu işten çok para kazanır. Bu şekilde çocukların geçimini sağlar.

‘’Hemen, hemen her ay izine gidiyordum. Marangozhanede bir valiz yapmıştım. Saat malzemelerini onun içine koyuyordum. Böylece askerlik bitince eve geldim. Ankara’ya tabi. Çocuklar bayağı büyümüşlerdi. Ankara’da sağda solda iş aradım. Derken Ordu pazarında ‘’seiko’’ bayiliğine gittim. İkna ettim onları. O bayide 3 sene çalıştım. Tam saatçi olmuştum. Sonra çıktım oradan.’’

Nereye çıktın?

 Nereye çıktığımı şimdi tam hatırlamıyorum. Kızılay’da gözlük, saat kayışları, deri malzeme satan pasaj içinde bir yer tuttum. Orada çalışmaya başladım. 71 senesiydi. O yıllar darbenin olduğu yıllardı. Denizlerin idam edildiği yıllardı.

O sıra senin devrimci harekete ilgin var mıydı?

Devrimci harekete ilgim her zaman vardı. Ama ciddi örgütlenmeye gidiş o Kızılay’da tuttuğum mekanda başlıyor.’’

Röportaj devam ediyor ancak ben burada kesiyorum. Devamını Koç’un devrimci mücadelesini anlatan bölümü arkadaşlarımın anlatımına bırakıyorum.

Kolay değil arkadaşlar. Gerçekten kolay değil. Bir insanın bir dostunu, yoldaşını, can yoldaşını kaybetmesi kolay değil.

Koç öylesine hareketli, öylesine becerikli, öylesine herkesin yardımına koşan bir insandı ki, buraya gelen ya da gelemeyen, onu tanıyan herkesin üzerinde mutlaka bir izi olmuştur. Mutlaka bir insana yardımcı olmuştur. Sürekli bir devrimci anlayış içersindeydi Koç. Bir enerji birikimiydi sanki. Bir enerji deposuydu. Ama o bu enerjiyi kendisi için saklamıyor, hep dağıtıyordu. Hep paylaşıyordu. İnsan ilişkilerinde alıcı değil vericiydi. Şimdi o birikmiş enerjide Koç. İşte şu an topluyoruz bu enerjiyi...

Koç’u Koç yapan da buydu. Hep vermek... Bu sınıf mücadelesinden kaynaklanan bir şeydi. Koç bu mücadelenin ruhunu almıştı. Belki çok fazla siyasi nutuklar çekemiyordu. İhtiyaç da duymuyordu buna. Ama Koç o potansiyelle çalışıyordu. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi. O yüzden bu hastalık ona hiç yakışmıyordu. Kendisi de hiç yakıştıramamıştı zaten...

Sürekli dostlarıyla, arkadaşlarıyla, yoldaşlarıyla, ailesiyle bir bütün içersindeydi Koç. Bunu çok azımız becerebilir. Onu çok yakından tanımaya da gerek yok. Bir kere tanışmak, can gözüyle bakan biri için bir kez tanışmak yeterli bu insanlarla. Onun için Koç’a bakarken, Koç’u düşünürken, bana şöyle dedi, şöyle yaptı, şunu da eksik bıraktı demenin anlamı yok. Hayır, Koç o değil. Koç o değil...

Koç insan gibi insan olan bir ruh, bir öz taşıyan bir insandı. Bizlere bunu yansıtıyordu Koç. Biz onu anarken, onu konuşurken (kalbini gösteriyor) buradan konuşacağız. Koç bunu hak etti. Bence bu ışığı, Koç’un bize sunduğu bu ışığı sürekli taşımalıyız. Bir yerlerden geldi Koç. Işığını bir yerlerden aldı ve Koç oldu.

Dedi ya; ‘’Malatya’da bir ailenin içerisinde ben kendimi buldum. O aile ilericiydi’’ dedi. ‘’O insanlar gerçekten mücadeleci ve saygın insanlardı’’ dedi. Daha küçük yaşındayken o ailenin yanında şekillenmişti. Oradan almıştı kişiliğini. Sonra da devrimcilikten hiç uzak durmamış, devrimcilik onun mayasına işlemişti. İstese de bırakamazdı. Bunu da istemezdi zaten...

Çok özgürdü Koç. Koç özgürdü... Hiçbir şekilde onu zorlayamazdınız. Ona emir veremezdiniz. Onu boyunduruk altına alamazdınız. Koç özgürlük timsaliydi. Ve özgürlüğünü hiç kimsenin boynunu basamak yaparak elde etmedi. Koç tırnaklarıyla kazandı bu özgürlüğü. Bilinciyle kazandı. Ve dağıttı bu özgürlüğü Koç.

Bakabilene, anlayabilene ve onu yaşayabilene…

Hey gidi Koç!..

 

Not: Değerli yoldaşımız Mehmet Koç’un aramızdan ayrılışının 40. Gününde Fransız Genel iş sendikası (CGT)’nin  merkezinde  ailesi ve yoldaşları tarafından düzenlenen anma toplantısında yaptığım konuşmadan alınmıştır.