Şuanda 278 konuk çevrimiçi
BugünBugün2664
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10388
Bu ayBu ay10388
ToplamToplam10478812
"Durmak yol yola devam" PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazar, 16 Haziran 2013 22:41


Yukarıdaki slogan Tayyip’in temel sloganı. Ama bugün bunu mücadele alanlarında söyleyen ve  gerçek anlamda hayata geçirenler, Taksim Gezi Direnişçileri oluyor. Tayyip’in Toma’ları, gaz bombaları bu yeni ve yiğit gençliği durdurmaya yetmiyor. Şimdi Türkiye’nin yiğit gençleri ve yürekli kadınları  “durmak yok yola devam” diyorlar. Gezi Parkını işgalci bir yabancı ordunun tutumu ile şiddetle boşaltan Tayyip’in ordusu, 11 yıllık iktidarları döneminde tüm çabalarına karşın kendi yandaşları olanlar da dahil, toplumun beynini boşaltamamış. Bu ayağa kalkış bunun somut göstergesi oldu.

Yine bu direniş ile Tayyip’in asıl yüzü ortaya çıktı. Ona önemli roller biçenlerin aksine Tayyip son söylemleri ve uygulamaları ile,  aslında kendine sevdalı bir zavallı megaloman olduğu gün yüzüne vurdu. Bir zaman artık geri dönülemez bir biçimde zamane sultanı olduğuna inandı. Başta 2023 yılı projeleri çizen Erdoğan, hızını alamadı ve 2073 yılı projeleri çizmeye başladı. Korku ve baskı ile toplumu sindiren 12 Eylül rejiminin öz evladı olarak iktidar olanlar, günün gelip, bu zulüm düzenine karşı biriken öfkenin bir gün patlayabileceğinin hesabını  yapmadılar. Fena yanıldılar ve olaylar ülke sathına yayılınca büyük bir paniğe kapılarak, dün üç beş çapulcunun eylemi olduğunu söyledikleri Taksim Direnişi’nin yarattığı etkiyi silmek için: iktidar olmanın avantajlarını da kullanarak karşı mitingler düzenlemeye başladılar. Ama çabaları nafiledir. Ankara Sıhhiye’de ancak 25 bin insanı bir araya getirebildiler.

Gezi parkı eylemcileri ise tüm Türkiye şehirlerinde milyonları harekete geçiren devrimci bir güce dönüştü. Artık “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” diyenlerin sesi insanların beyinlerine ve yüreklerine nakşoldu. Bugün Gezi’nin zorla boşaltılması bir anlam ifade etmiyor, artık her eylem alanı yeni bir Gezi, yeni bir direniş alanı oluyor.

Kendisini uyanık solcu zanneden bazı devrimci hareket artıkları ile AKP ve yalakaları ise, başından beri bu olayları dış güçlerin bir oyunu olarak gördüler. Bazı ilkel milliyetçi Kürtler de bu eylemlerin Çözüm Sürecini baltalamak amacıyla Ergenekoncu güçler tarafından ortaya çıkarıldığını söyledi.  Oysa durumun hiç te öyle olmadığı, eylemcilerin ana kitlesini 1990 doğumlu gençlerin oluşturduğu anlaşıldı. Eylemlerin tamamen 33 yıllık 12 Eylül rejimine ve son 11 yıllık iktidarı döneminde insanların nasıl yaşaması gerektiğine, neyi yiyip neyi içeceğine kadar karar veren baskıcı, zalim AKP iktidarına karşı biriken halk öfkesinin dile gelmesi olarak gün yüzüne çıktı. Ayağa kalkan bu milyonların Kürt halkı başta olmak üzere ötekileştirilen hiç bir kesime düşman olmadığı da ortaya çıktı.

Yine bu eylemler, çözümün AKP yöneticileri ve istihbarat örgütlerini iknadan değil, halkların vicdanını kazanmaktan geçtiğini gösterdi. Zulme karşı başkaldırı da, politik kaygılarla hareket edilemez. Kendisi büyük zulme uğrayanlar, zalime karşı ayağa kalkışın en orta yerinde yer alırlar. Nitekim Kürt Özgürlük Hareketinin öncüleri de, başta Aleviler olmak üzere, toplumun tüm ötekileştirilen kesimleri de,  bunun farkına varmış ve bu büyük halk hareketinin içinde yerlerini almışlardır.

Dün Arap ülkelerinde ortaya çıkan halk hareketlerini selamlayan AKP ve yandaşları, sıra kendilerine gelince dünün Mübarek’leri gibi, Türkiye’de ortaya çıkan halk hareketinin dış güçlerce kışkırtma sonucu ortaya çıktığını söylediler. Oysa bu satırların yazarı da dahil birçok arkadaşımız bu çelişkili tutumlara bir çok defa dikkat çektiler.  Örneğin Mısır’da, Tunus’ta ortaya çıkan halk hareketlerini desteklemekle, Suriye’deki Halk Hareketini desteklemek arasında mezhepsel, inançsal nedenlerden dolayı farklı tutum almanın doğru bir duruş olmadığını söyledik, söylemeye devam ediyoruz.

AKP Mısırda Müslüman Kardeşler iktidar olduğu için memnun, Suriye’de Alevi kökenli Esat diktası olduğu için muhalif kesimleri destekliyor. Bugün Türkiye’nin ulusal solcuları AKP’ye karşı ortaya çıkan halk hareketinin içinde yer alırken, Suriye’de Esat rejimini destekliyor. Tutumları çelişkilidir. Suriye’de ortaya çıkan halk hareketliliğini ne kadar dış güçler körüklemekteyse, Türkiye’de de aynı oranda körüklemektedir diye düşünmeleri gerekmekte değil midir aslında?

Bu komplocu mantık madalyonun iki yüzünden biridir. Bir yüzünde Türkiye’nin ulusalcı, ırkçı, milliyetçi güçleri, (sol söylemli ırkçıları da dahil) bulunurken, öbür yüzünde emperyalist işbirlikçisi AKP yer almaktadır. Karizması fena halde çizilen Erdoğan da, Esat’ta olanların arkasında aynı güçlere işaret etmektedirler. Başta İsrail ve arkasında ABD ve AP ülkeleri suçlanmaktadır. Kaderin cilvesine bakın hem Erdoğan’a, hem de Esat’a karşı aynı güçler harekete geçerken(!), bizim ülkemizin büyük solcuları(!), Suriye’de Esat yanlısı, Türkiye’de Erdoğan karşıtı olma büyük politik duruşu sergilemektedirler.

Yani mantık değişmemiş, benim diktatörüm kötüdür ama komşununki iyidir. Benim diktatörümü devirmem için kim destek verirse versin güzeldir. Ama komşumda halkları ezenler, benim politik çıkarlarıma uyum sağlıyorsa desteklemekte beis göstermem, çünkü büyük(!) politik öngörü ve beceri sahibiyim.

Sevsinler sizin solculuğunuzu. Bu ulusalcıların asıl niyeti ortada değil mi? Onların dertleri Erdoğan gitsin’den ibarettir. Oysa onun yerine kim gelsin, nasıl bir düzen olsun? sorularına verilecek cevaplar da bir o kadar önemlidir. Bugün Gezi Parkı direnişini başlatan genç kuşak insanlarımızın yarattığı ruha sahip çıkarken, bu haklı hareketi rayından saptırmak isteyen başını İP ve eski Demirelcilerin çektiği milliyetçi, ırkçı marjinal grupların gerçek yüzünü teşhir etmekte bizim asli görevlerimizden biri olmalıdır. Bunların amacı Türkiye’ye gerçek demokrasiyi getirmek değildir. Başta Kürt sorunu olmak üzere, toplumu bölen sorunları çözmekte değildir. Amaçları tam tersine bu sistemle sorunları olan toplumsal kesimlere taviz verdiğini düşündükleri AKP’yi devirerek, yerine daha ırkçı, daha milliyetçi ve statükocu bir iktidar kurmaktır. Bu kesimlerin hiç birisi söyledikleri gibi gerçek anlamda kemalist de değillerdir. Bugün samimi bir biçimde Mustafa Kemal’i sevenler ile bu sahtekar kesimleri de birbirinden ayırmakta fayda var.

Bu ülkede sorunların çözümü Gezi Direnişi ile ortaya çıkan yeni direnişçi ruhun topluma egemen olması ile olanaklıdır. Bu direniş ruhu, içinde halkların kardeşliğini, ayrıştırıcılığı değil, birleştiriciliği barındırmaktadır. Eşitliği ve kardeşliği barındırmaktadır. Zulme karşı başkaldırıyı barındırmaktadır.  Herkesin yaşam biçimine, giyimine kuşamına saygıyı barındırmaktadır. Bu demokratik ruhtur, devrimci ruhtur. Bu hareketin politik öncülere ihtiyacı yok, bu hareketin egemenlerce yok edilmiş, sistem tarafından unutturulmuş kardeşlik, arkadaşlık, yoldaşlık ilişkilerine ihtiyacı var.