Şuanda 153 konuk çevrimiçi
BugünBugün2589
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10313
Bu ayBu ay10313
ToplamToplam10478737
Mursi asker sayesinde iktidara gelmişti PDF Yazdır e-Posta
Yalçın Yusufoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 08 Temmuz 2013 18:26


Tahrir-Taksim-Tahrir: Mursi asker sayesinde iktidara gelmişti...

Mısır’da Silahlı Kuvvetler 3 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı yönetime el koydu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur geçici olarak C. Başkanlığını üstlendi, and içerek makama oturdu. Hıristiyan olan Mansur bir ay önce Mursi tarafından Anayasa Mahkemesi Başkanlığına atanmış, 1 Temmuz’da göreve başlamıştı. İronik olan, Mansur’un ilga edilmiş bir Anayasanın üzerine yemin etmesiydi.

Askeri müdahalenin yapıldığı akşam asker-sivil karışımı bir heyetle ekranlara çıkan Resmi sıfatı Silahlı Kuvvetler Yüksek Şurası Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Abdulfattah Al Sissi bir yol haritası açıkladı.

Sissi dindar bilinen ve İhvan-ı Müslimin’e karşı olmadığı ileri sürülen bir general olduğundan, bizzat Mursi tarafından o göreve atanmıştı. [Bu olay ve sonrası bize Şili’de Salvador Allende’nin 1973’te Pinochet’yi o Gen. Kur. Bşk. atamasını, aynı yıl darbe yapmasını ya da Türkiye’de 1977’de Demirel ile Ecevit’in uzlaşarak Gen Kur. Başkanlık yolunu açtıkları Kenan Evren’in ertesi yıl o makama oturmasını, sonraki yıl da darbe yapmasını hatırlattı.]

Atanmış C. Başkanı Mansur da bir ay önce Mursi tarafından Anaysa Mahkemesi Başkanlığına getirilmiş, 1 Temmuz’da göreve başlamıştı. 1992’den beri Anayasa Mahkemesi hâkimiydi ve Hıristiyan topluluğundan geliyordu. Açıklanan plana göre:

Mevcut Anaysa askıya alınmıştı. Teknokrat bir hükümet kurulacak, bu hükümet uzmanlardan oluşacaktı.

Anayasayı hazırlamak için İhvan dâhil bütün tarafların temsil edileceği, ama C. Başkanı ve Gen. Kur. Başkanın da içinde bulunacağı, ayrıca gençlik temsilcilerini da katılacağı bir Milli Mutabakat Şurası (Konseyi) kurulacaktı.

Anayasa Mahkemesi taslak kanunları hazırlayacak ve parlamento seçimleri için gerekli hazırlıkları yapacaktı.

Milli kurumların işlevi devam edecekti.

Bütün tarafların mutabakatı sağlandıktan sonra Başkanlık ve Meclis seçimlerime gidilecekti.

Al Sissi’nin konuşmasından sonra (Mısır’ın en üst İslam lideri kabul edilen ve devlet protokolünde ikinci sırada bulunan) Al Ezher Şeyhi Ahmed Al Tayyip kürsüye geldi. Büyük Şeyh şöyle konuştu:

“Büyük Mısır halkı Selamun aleyküm. Yaptığımız toplantıda gayet açık bir şekilde belli oldu ki, Mısır’ın önünde iki seçenek durmaktadır; şimdi en tatlısı dahi acıdır; en tehlikelisi Mısır'da halkın çatışmasıdır ve toprağına temiz kanların akmasıdır. O yüzden ve İslam şeriatına dayanarak Mısır halkını mevcut siyasi çıkmazdan çıkarmak için daha az zararlı olanı seçmek dini vecibedir. Rejime karşı çıkanlarla, rejimin devam etmesini talep eden iki taraf da taviz vermek istemiyor, sözünden geri adım atmıyor. Bu nedenlerden bunlardan toplantıda alınan kararı destekledim; O da erken başkanlık seçimlerinin yapılmasıdır ve yüce Mısır yargısı ile silahlı kuvvetleri ve polisinin şeffaflığının teminatını verebileceği seçim sandığına gidilmesidir. Allah'tan dileğim bu seçenek, bu görüş ve planla aynı topraklarda yaşayan iki farklı görüş grubunun mutabakatı sağlanır.

Tayyip'ten sonra Mısır Kıpti Ortodoks Kilisesi Patriği Papa II. Tovadoros, liberal ve sol partilerin oluşturduğu Milli Kurtuluş Cephesi sözcüsü ve (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanlığı döneminde dünyanın tanıdığı) Muhammed Al Baradey konuştu.

Baradey ordunun kararı için, 25 Ocak benzeri bir devrimin başlangıcı olmasını ümit ettiğini dile getirerek, işe, Milli Mutabakat Komitesi oluşturularak başlanacağını söyledi.

Baradey, "Ordunun ülkedeki krizi sonlandırmak amacıyla ortaya koyduğu yol haritası, 25 Ocak devriminin gidişatını düzeltme, erken seçime gitme ve anayasal düzenlemeler yürütme amacını taşıyor" ifadelerini kullanarak, "Gelin, herkesi içine alan bir devlet ve adil bir anayasa inşa edelim" diye konuştu. Seçimlerde Hürriyet ve Adalet Pati’li Mursi’yi desteklemiş olan İslami kesimden Hizbul Nur darbeye destek verdiğini açıkladı.

Uluslararası alanda ABD askeri müdahaleden kaygılandığını söyledi, bir an önce sivil idareye geçilmesini istedi. AB’den de benzer açıklamalar geldi.

Arap dünyasında Suudi Arabistan Kralı askerleri kutladı. Vahhabi Suudi Arabistan başından beri Müslüman Kardeşler’e karşıydı. Mursi yönetime geldikten sonra ona açık tutum takınmıştı. Kuveyt’in de tutumu aynı oldu. İhvan’a yakınlığı bilinen Katar ise gecikmeyle yeni yönetime başarı diledi.

Bölge ülkelerinden Türkiye, Libya ve Tunus darbeye karşı çıktılar. Özellikle Türkiye (Davutoğlu ve Bağış adlı bakanlar) darbeden önce ABD, Britanya diğer Avrupa va bazı Arap ülkeleri nezdinde telaşla girişimlerde bulundular, “müdahaleyi önleyin dediler. The Wall Street Journal Mısır’daki yeni durumdan ekonomik açıdan en fazla zarar görecek ülkenin Türkiye olacağını yazdı.

Ayrıca aynı gazete Türkiye’nin geçen Eylül ayında Mısır hükümetine 2 milyar dolarlık bir yardım taahhüt ettiğini yazmıştı. [İstanbul dilinde bir deyiş vardır: "Yeni Cami’de dilenir, Sultanahmet’de sadaka verir” derler. Türkiye’nin dış borcu 2012 sonu itibariyle 337 milyar dolardı.]

Başar Esad’ın desteğinin gerekçesi ise farklı oldu: Esad “Olay siyasal İslam’ın iflasıdır” dedi ve İslamı kendi emellerine alet eden politikacıları eleştirdi. [İyi, ama İran’daki de siyasal İslam değil miydi? “Siyasal İslam beni destekliyorsa iyidir, bana karşıysa kötüdür” tutumu içtenliksizdir.]

25 OCAK 2011’DEN BUGÜNE

Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan kitle gösterileri sonucunda 11 Şubat günü Hüsnü Mubarak görevini orduya ve Anaysa Mahkemesine devretmiş, yani asker yönetime el koymuştu. 1,5 yıla yakın süren askeri rejimden sonra yapılan 2012 Haziran seçimlerinde İhvan + Selefi + Nur Partisi ittifakının adayı Muhammed Mursi (veya Morsi) Devlet Başkanı seçilmişti. Mursi “Ilımlı İslam” sayıldığı için Batı’nın desteğini almıştı.

Seçildiğinde işleri düzeltmek için 100 gün istedi, yeni devlet başkanı 100 günde trafik sorununu bile çözeceğini iddia edecek kadar vaatkârdı. [85 milyon nüfuslu Mısır’ın başkentinde 15 milyon, İskenderiye’nin 5 milyon insan yaşamaktadır.]

1 yıl geçti, ekonomi durum daha da kötüye gitti. Ekonomik sorunlardan başlayarak hiçbir sorun çözülemedi. Hüsnü Mubarak’ın düşmesine yol açan harekette Mubarak yanlısı küçük bir kesim dışında bütün gruplar ittifak halindeydiler. Ortamın o denli politikleştiği süreç sonunda oy kullananların yarıdan az olması yığınların adaylardan fazla umutlu olmaması demekti. Buna rağmen “demokrasiye” geçilmesinde kitleler memnundu, anketler desteğin % 70’e kadar yükseldiğine işaret ediyordu.

Fakat Mursi’nin ve Müslüman Kardeşlerin herhangi bir programı ya da ekonomik politikası yoktu. 100 gün geçti bir iyileşme olmadı. işler sarpa sarıp, ilk günlerin iyimserliği dağılınca, destek azaldı. Siyaseten zayıfladığını gören C. Başkanı ekonomik sorunları çözemedikçe sistemi daha çok İslamlaştırarak ayakta durmaya kalkıştı. Radikal İslami gruplarla işbirliğini yoğunlaştırdı. Olağanüstü Hal Yasası çıkararak baskıya başvurdu. Rejimi Müslümanlaştırdıkça ve kendisi otoriterleştikçe hoşnutsuzluk arttı.

Mursi yazılı ve görsel basını tamamen ele geçirdi. Köşe başlarına İhvan’dan adamlarını yerleştirdi.

Yargıyı kontrolü altına aldı. Askerleri, valileri, rektörleri Başkanlık yetkileriyle bizzat atadı ve o kişilerin hepsini Müslüman Kardeşlerden seçti. Devlet kurumlarını da İhvan’a ve Selefilere teslim etti.

Basını, Yargıyı denetimi altına aldığından ve güçlendiğinden emin olduğu anda, Haziran 2013 protestoları patlak verdi. Milyonlarca insan tekrar sokağa çıktı. Gerçekte halk sokaktan hiç vazgeçmemişti. Burada ayrıntılara girmediğimiz için aradaki kitle olaylarını ve politik hareketliliği yazmıyoruz. İnsanlar sandığa gitmiyorlar, ama taleplerini sokakta duyuruyorlardı. Bu sayede Mursi’ye gerim adım bile attırıyorlardı. Mesela çoğalttığı yetkilerden bazılarından onu vazgeçirdiler, koyduğu yeni vergileri kaldırttılar, zamları geri aldırttılar, ilh.

KADINLARA İSLAMCI ZORBALIK

Köktendinci zorbalıkların en şiddetli yanı kadınlar üzerindeki erkek baskısının yoğunlaşmasıydı. Bu baskı hem devletten geliyordu, hem da İslamcı erkeklerden.

Örneğin Mursi getirdiği bir yasa tasarısıyla kızlar için asgari evlenme yaşını 18’den 13’e düşürmek istiyordu. Mubarak zamanında uluslararası baskılar nedeniyle evlenme yaşı 18’e çıkarılmıştı, Mursi 13’e çekmeye kalktı, Müslüman Kardeşler ise; yaşın 9’a indirilmesini istiyorlardı.

Örneğin 31 Mayıs ila 2 Haziran 2013 arasında Özgür Kadın Hareketi tarafından Diyarbakır’da 200 kadar delegenin katılımıyla düzenlenen 1. Orta Doğu Kadın Konferansı'nda Mısır’dan bir delege ülkesindeki durumu anlatırken, şöyle diyordu: “Diktatör Mubarak’ı devirdik, şimdi biz Mısırlı kadınlar onun döneminde sahip olduğumuz hakları geri kazanmaya uğraşıyoruz.”

Örneğin 26 yaşındaki Mona Hüseyin Vasıf şöyle demekteydi:

“Tahrir Meydanında tam 18 gün boyunca kadın /erkek, okumuş /okumamış, zengin / yoksul yan yana mücadele ettik. Ben Mısır’dım, hepimiz Mısır’dık. Özgürlük için omuz omuza savaşım veriyorduk. Ama şimdi ayrıldık, bugüne değin kadınlar ve erkekler hiç bu kadar ayrılmamıştık. Aramızda bu denli büyük bir uçurum çok kısa zamanda oluştu. Şimdiki mücadelemiz saldırıya uğramadan sokağa çıkma hakkımızı elde edebilmek için. Haklarımızın böylesine silinip atıldığını ve toplumda güç kazanma mücadelesini kaybettiğimizi görmek çok ağır ve şoke edici.” (The Guardian, 30 Mart 2013)

15 Mart 2013 tarihli Uluslararası Af Örgütünün bölgesel raporunda ise “Bugün Mısır’da kadın hakları tehdit altındadır. 25 Ocak Devriminden iki yıl sonra resmi makamlar kadınları karar mekanizmalarından uzaklaştırmakta, hem yasalarda, hem de pratikte kadınlar ayrımcılığa uğramaktadırlar. Kadınlar evlenme, boşanma, çocuk vesayeti ve miras konularında haksızlığa maruz kalıyorlar, Mısır yasaları kadının kocasına itaat etmesini şart koşuyor.” (Hasiba Sahravi, Amnesty Orta Doğu ve Kuzey Afrika Direktör Yardımcısı).

Tekrar Tahrir.

Bu yıl Haziran’da insanlar Tahrir’e çadırlarını tekrar kurdular. Morsi Başkanlık Sarayı’ndan çıkarak bir garnizona sığındı.

Buna karşılık, o da taraftarlarını sokağa çıkardı, bir başka Kahire meydanında Adiviye’de topladı, ilk iki gün içinde vatandaşlar arası çatışmalarda 16 insan yaşamını kaybetmişti. Sonra bu rakamın 23’e çıktığı söylendi.

Ülkeye büyük bir girdi sağlayan turizm gelirlerinin önemli ölçüde düşmesi önemli bir negatif etmen oldu. Deyime yerindeyse turizm sektörü battı.

Ekonomiyi canlandıracak yatırımlarının yapılmaması ikinci etmendi. Yatırım için iç kaynak zaten yetersizdi, istikrarsızlık nedeniyle yabancı sermaye de gelmedi. IMF’den kredi almak ise çok ağır şartlar nedeniyle mümkün olmadı.

Batılı büyük güçler kendilerine bağlı Mubarak’ın tutunamayacağını anlayınca, İhvan’ı desteklemişlerdi, ama “Ilımlı İslam” tutkularında hüsrana uğradılar. Müslüman Kardeşler safındaki Selefilerin sokak güruhları sağa sola saldırmaya başladılar ve örneğin olay başlamadan hemen önce “karşı taraftan” 4 Şii’yi sokak ortasında öldürdüler.

Ülkede yaşayan etnik ve dini gruplar, Mubarak’tan sonra herkese eşit mesafede ve tüm insanların haklarını koruyan bir anayasa beklentisi içine girmişti, ancak iktidardaki İslamcılar kendi iktidarlarını sağlamlaştırmakla ve Mursi’ye diktatör yetkileri sağlayarak diktatörlük kurmakla suçluyorlardı.

Muhammed Mursi’yi iktidara taşıyan Müslüman Kardeşler ve onu destekleyen radikal Selefi gruplar iktidarı bırakmak istemiyorlar. Oysa muhalefet güçlerinin tek istediği Mursi’nin istifa etmesi ve Genel Seçimlere gidilmesi. Gerilim onlar yüzünden yükseliyor.

Mısır’da hâlâ bir parlamento bulunmuyor. 2013 Nisan’da yapılacak Meclis seçimleri Yargı tarafından iptal edilince Mursi üzerinde herhangi bir denetim mekanizması da oluşmadı. Parlamento seçimleri yapılsaydı partiler yelpazesi temsil edilme olanağı bulacaktı.

TAYYİP ERDOĞAN'CILARIN GAFI: "MURSİ'Yİ YEDİRTMEYİZ"

Mursi ile Tayyip Erdoğan arasında bazı benzerlikler bulmuş olan Türkiye’nin kökten dincilerinden bir grup Fatih’de gösteri yaptılar. Mısır’daki gösterileri dış güçlerin oyununa bağladılar. Ama etkinlikte asıl dikkati çeken Türkiye’dekine benzer bir pankarttı.

Son AKP mitinglerinde üç politikacının resimlerinin altında “Menderes (astınız) + Özal (öldürdünüz)+ Erdoğan’ı yedirtmeyiz” diyen pankart taşınmıştı.

İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (kısaca İHH) adlı kuruluş Mısırlı üç politikacının resmini taşıyan pankart getirmişti. Pankartta şöyle deniliyordu.

Hasan Al Benna (öldürdünüz) + Zeyyid Kutub (astınız) + Muhammed Mursi (yedirmeyiz).

İmam Hasan Al Benna İhvan-ı Müslimin teşkilatının kurucusuydu, Aralık 1948’de Mısır Başbakanı Al Nukraşi’nin öldürülmesine mukabele olarak 1949 Şubat’ında devlet destekli bir suikast sonucu öldürüldü. Mısır o yıllarda Britanya’nın sömürgesiydi ve başında işbirlikçi Kral Faruk vardı.

Faruk 1952’de General Necip komutasındaki bir askeri darbeyle devrildi, sürgüne gönderildi. Cumhuriyet ilan edildi. Ekonomik alanda geniş çaplı bir millileştirmelere girişildi. İktidarın güçlü adamı Cemal Abdelnasır 1954’de fiilen devlet başkanlığını ele aldı. Nasır ölünce yardımcısı eski asker Anvar Sadad Başkan seçildi (1970)

Sadad 1981’de bir resmi geçit sırasında Mısır İslami Cihad mensubu bir teğmen tarafından öldürüldü, halefi eski Havası komutan Mubarak oldu.

İHH’nin taşıdığı pankarttaki diğer resim Seyyid El Kutub’a aitti. Müslüman Kardeşler mensubu bir İlahiyatçıydı. 1954’te Başkan Cemal Abdelnâsır’a yapılan başarısız suikast nedeniyle 15 yıl hüküm giydi, 1964’te tahliye oldu, 1965’te darbe teşebbüsünden tekrar tutuklandı ve aynı yıl idam edildi.

İHH’ciler Tayyip Erdoğan ile Muhammed Mursi arasında benzerlik kurarak büyük bir gaf yapmışlardır. Çünkü Mursi onların “yedirtmeyiz” dedikleri günün akşamında devrilmiştir.

MURSİ ASKER SAYESİNDE GELMİŞTİ

Tayyip Erdoğan’cılar hiç utanç duymadan Mursi’yi darbe mağduru ve asker karşıtı gösteriyorlar. Pek çok insanın bilgisizliğinden veya unutkanlığından faydalanıyorlar.

Oysa asıl askeri darbe, 11 Şubat 2011’de yapılmıştı. Yani asker halk devriminin yolunu kesmişti. Bizim de iyimserliğimiz sona ermişti. Sonraki gelişme demokratikleşme değil, İslamileşme getirdi.

Mursi ve İhvan hararetle askeri darbeyi desteklemişti, şimdi aynı asker onu deviriyor, halkın yönetime gelmesini bir kez daha önlüyordu.

Daha önemlisi, Mursi’nin seçildiği seçim demokratik miydi? Koşullarını askeri cunta koymuştu. Tıpkı 1983 Genel Seçimlerinde Kenan Evren gibi Adaylara kısıtlamalar getirmişti. Bu kısıtlamaları aşan aday adaylarından bazılarını veto etmişti. Liberallerin adayı Baradey “bu seçimler demokratik değil” diyerek, aday olmamıştı.

1954’de Nasır’a yapılan suikastten sonra İhvan-ı Müslimin yasaklanmıştı. Ama İhvan karşıtı olduğu söylenen asker geçen yılki Başkanlık seçiminde önce yasağı kaldırdı. Yani Ordu+İhvan’la işbirliği yaptı.

Ayrıca Müslüman Kardeşler ilkelerinde kadın-erkek eşitliğine açıkça karşı çıkıyorlardı, Mursi ise bir kadının C. Başkanı olamayacağını, çünkü kadının erkekle eşit tutulamayacağını söyleyen Müslümandı.

Ve nihayet, İhvan’ın gösterdiği C. Başkanı adayı Hayrat al Şater asker tarafından veto edilince, yerine Mursi gösterilmiş, ordu Mursi’yi kabul etmişti. Yani askerden destek almıştı. [Bu nedenle, kendisinse “Yedek Başkan” diyenler çoktu.] Selefi aday da veto edilince, Selefiler Mursi’yi desteklemek zorunda kalmışlardı.

“Askeri darbe benim işime geliyorsa iyidir, bana karşıysa kötüdür” demek ilkesizliğin ve çirkin politikacılığın ta kendisidir. Bizdekiler bu gerçeği saklayarak sadece TV ekranlarından ya da gazete sütunlarından kendilerini izleyenleri kandırmaktadırlar.

Bugün vaveyla koparan Tayyip Erdoğan’cılar 2011 darbesi yapıldığında niçin seslerini çıkarmamışlardı?

Askeri darbeden 20 gün sonra, Abdullah Gül 3 Mart 2011’de Mısır’ı ziyaret etti, cunta şefi Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi Başkanı Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi ve Milli Savunma Bakanı ile görüştü. Tayyip Erdoğan ise 13 Eylül 2011’de Mısır’a gitti, aynı askeri şeflerle konuştu.

Denilecek ki, Mubarak meşru Başkan değildi, Mursi meşruydu. Evet, Mursi meşruydu, ama o meşruiyet yukarıda saydığımız seçim koşulları ne kadar meşruysa o kadar geçerliydi. Kaldı ki, Meşruiyet kavramı siyasi nitelikli olmakla birlikte, hukukidir. Ama hukuki meşruiyetin yanı sıra toplumsal meşruiyet kavramı da vardır.

Tabii ki, hukuki olan esas alınır, fakat hukuki meşruiyeti sağlayan o ülkenin yasalarıdır ve kurumlarıdır. Yasalar ancak genel kabullere ve evrensel normlara uygunsa, hukuki meşruiyet kabul edilebilir. Örneğin Hüsnü Mübarak eski Mısır yasalarına göre meşruydu, ama o meşruiyet evrensel değildi.

Toplumsal meşruiyet ise hukuken ve kanunen meşru sayılanın toplumun bilinci tarafından da benimsenmesi demektir.

Hukuki meşruiyet ile toplumsal meşruiyet çatışmadığı zaman sorun yoktur, ama çatışırsa sorun vardır.

Hüsnü Mubarak ile Muhammed Mursi’nin meşruiyeti aynı değildi. Mubarak’ınki evrensel ölçütlere uymadığı için meşruiyet sayılmazdı. Mursi’ninki ise yasalara uygundu, ama evrensel demokrasiye uygunluğu gölgeliydi.

Yukarıda yazıldığı gibi, 2012 seçimine katılım oranı yüzde 44 idi. Mursi bu oyların ancak yarısını almıştı. Aralık 2012’deki iki turlu referandumda katılım yüzde 32,3 düzeyinde kalmıştı. Evet oyu ise yüzde 63 idi. Seçmenlerin ancak üçte birinin katıldığı halk oylaması kanunen meşrudur, ama o da tartışmalıdır. 85 milyon nüfusu, 52 milyon kayıtlı seçmeni olan ülkede 10,7 milyon Anayasaya evet demiştir.

Katılmayan seçmenin oyu kanunen ve hukuken yok sayılır, neticeler katılanlara göre ilan edilir. Fakat kabul etmek gerekir ki, İhvan+Selefi+Nur anayasası Mısır halkının ancak 5’te 1’nin desteğine mazhar olmuştur.

Mursi’nin Başkanlığının 1. Yılı dolarken muhalif kitleler sokağa çıktığında Milli Kurtuluş Cephesi’nin Mursi’ye sunduğu istifa dilekçesinde 22 milyon Mısırlının imzası vardı. Bu rakam Mursi’nin Anaysasına oy vermiş insanların iki katıydı.

Böyle olunca, elbette toplumsal meşruiyet ile hukuki meşruiyet karşılaştırılacaktı. Eğer Mursi ve İhvan+ Selefi ittifakı kendisine o kadar güveniyor idiyse, derhal erken seçim kararı alırdı. Bunalımdan tek demokratik çıkış o olurdu.

Bu yolu seçmeyerek ordunun ülkede zaten baskın olan konumun güçlenmesine hizmet etti. Ülke 1952’den beri ordunun kontrolü altındaydı. Yukarıda yazdık, Nasır, Sadad ve Mubarak üçü de askerdiler. Asker destekli Mursi ne kadar sivil sayılırsa, o kadar sivildi.

Ordu ülkenin tek güçlü kurumudur. Ekonominin yüzde 40’ı da onun kontrolündedir. Fazlasıyla politikleşmiş bu kurum ülkenin başına tebelleş olmuştur, devletin de, siyasal yaşamın da sivilleşmesine izin vermemiştir.

Siyasi yöneticilik hükümet gemisini batırmadan güvenli limanlara ulaştırmak demektir. Kendisinin aktı bakanı krizde istifa ettiği halde Mursi verilen 48 saat içinde demokrasi için ehven olacak yolu seçmedi ve erken seçim için bir mutabakat hükümeti kurmadı. Oysa siyaset aynı zamanda güç dengelerini isabetle hesap etmeyi gerektirir.

Fakat bütün bu saydıklarımız darbeyi mazur göstermez. Bir askeri darbe hiçbir şekilde makbul kabul edilemez.

Fakat halk kitleleri bu kadar politikleşmişken, 2,5 yıldır böylesine bir hareketlilik varken, kısa zamanda ordu da halk yığınlarının şamarından kurtulamayacaktır. İşte demokratikleşmenin yolu o zaman açılacaktır.

Gelgelelim Mısır halkı büyük bir yoksulluk içindedir, çok ciddi ekonomik dönüşümler yapılmadıkça, yoksulluğu azaltılması mümkün olmayacaktır Yoksulluk sorunu asayişsizliği de beraberinde getirmektedir. İnsanların güvenlik sorunu büyümektedir. Bundan en çok kadınlar zarar görmektedir.

KISSADAN HİSSE

Mısır’ın son 2,5 yıl içinde yaşadığı toplumsal ve siyasal deneyimlerinin öğrettiği en belirgin olgu hareketlenmiş bir halkı sindirmenin kolay olmadığıdır. Mısır’da halk ayağa kalkmıştır ve kitleler 2,5 yıldır mücadele etmektedirler.

Tayyip Erdoğangilin henüz kavramadığı gerçeklik budur. Türkiye’de de yığınlar sokağa çıkmışlardır ve bu olaylar dinse bile, artık demokratik talepler için sıkça sokağa çıkacaklardır. Protesto için sokağa çıkacaktır. Örneğin Madımak için bugüne değin Sivas dışında etkili bir anma etkinliği yapılmamıştı. Bu sene, 20. Yıldönümünde Sivas dışında da protesto ve anma gösterileri yaygınca yapıldı. Örneğin İstanbul’da değişik forumların müdavimleri sosyal medyada haberleşerek Kadıköy’de Rıhtım’da buluştular, 40 bin kadar insan Yoğurtçu Parkaına yürüdüler, oradan ayrılmayanlar gece foruma devam ettiler.

Gezi direnişiyle kitleler sokağa çıkmasaydı önceki yıllarda olduğu gibi, Sivas’ta 1-2 bin kişi katilleri protesto edeceklerdi, o kadar. [Kaldı ki, bu yıl Sivas’daki eylem de her yılkinden çok daha geniş oldu, pek çok sanatçı, politikacı Sivas’a geldi.]

Bırakınız her şeyi bir yana şu anda İstanbul başta olmak üzere pek çok ilde toplanan açık hava forumları bir ilktir. On binlerce insan bu forumlara katılmakta, tartışmakta, konuşulanları dinlemekte, kendisi konuşmaktadır...

Yalçın Yusufoğlu, 7 Temmuz 2013, Sesonline.net