Şuanda 217 konuk çevrimiçi
BugünBugün2628
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10352
Bu ayBu ay10352
ToplamToplam10478776
Gezi ruhu evreni sarınca PDF Yazdır e-Posta
Nuray Bayındır tarafından yazıldı   
Salı, 16 Temmuz 2013 16:02


Gezi ruhu hepimizde bir silkinme yarattı...

Belki de ilk kez 21.yy’ın insanı olduğumuzun farkına vardık.

Yani çoğumuz özgür ruhlu insan olduğumuzun, olmak istediğimizin ya da aslında bu güne kadar bunun için mücadele ettiğimizin farkına vardık.

Bu güne kadar savunulan klasik özgürlükçü ideolojileri bile kendi kendisiyle hesaplaşmaya iten bir ruhtur bu.

İnsanı kendisi ve evrensel bütünlüğü içinde yorumlayan yaratılmak istenen insanal dünyayı bu atmosferde kurmayı tasarlayan zincirlerinden kurtulmuş bir ruh halidir.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de her türlü egemenliğe, ötekileştirilmeğe, biat etmeğe, kalıplaştırmaya karşı çıkan bir ruh halidir. Öyle ki; tek, tek kendi özgül alanlarımızdan başlayarak giderek tüm toplumsal, siyasal ve sanatsal alanları çemberine alan bir silkinme yaşıyoruz.

Her anlamda  yenilenme, yeniden kendi olma durumu bu.

Birçok yazarın Taksim kalkışması hakkında çok yerinde değindiği: ‘’artık bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’’ tespitinin altında bu somut gerçeklik yatıyor.

2013 yılı herkesi olduğu gibi beni de çok şaşırttı. Acılara aşina olmuştuk, kayıplarımız gün geçtikçe artmıştı. Küresel cinayet şebekesi Üç direnç abidesi, üç Kürt kadın devrimciyi daha yeni almıştı elimizden. Çok nadide insanlarımızı birer, birer kaybettik.

Sonra birden Taksim ayaklandı...

Yıllardır 1977 1 Mayıs’ndan bu yana Taksim’deki kutlamalara katılamamıştım. İçimde bir ukdeydi 1 Mayıs’ı Taksimde kutlamak. Gelişmeleri Yıllardır yurt dışından izliyorduk. Her 1 Mayıs ve Newroz bizler için çatışma ve ölüm haberleri demekti. Hemen telefonlara sarılır Ülkeden, anında haber almaya çalışırdık. En çok da Kürt şehirlerinde olurdu ölümler. O zamanlar Sosyal medya kullanımı bu günkü kadar yaygın değildi. Sınırlı sayıdaki devrimci haber kaynakları da gelişmeleri anında haberdar etmede yetersiz kalıyordu. 12 Eylül’ün devrimciler ve toplumun geneli üstündeki yıkıcı ve dağıtıcı etkisi çok uzun sürmüştü.

Mücadele eden tek örgütlü güç Kürt Özgürlük Hareketi kalmış gibiydi. Sözü fazla uzatmayalım, hepimiz biliyoruz son on yılda, birkaç başarısız deneme ardından girilen bu son barış sürecine başlanma aşamasında Sakine, Rojbin ve Leyla’nın katliamı bu sürecin hiç de kolay yürümeyeceği sinyallerini verdi.

Bu üç kadına, insanlığa söz vermiş bu üç kızıl canın katline dünya insanı nefretle baktı...

Belki de hedeflenenin tam tersi oldu. İnsanlık Taksim’de bir silkiniş yaşadıysa da en çok, bu yiğit kadınların göz göre, göre gün ortasında, pervasızca katledilişlerinin vicdanlarda yarattığı deprem sayesindedir. Sağcısından solcusuna, dincisinden, kemalistine kadar herkeste bir şok etkisi yaratmıştı. Bir milattı bu olay. İnsanlık kendisini sorgulamaya başladı. En azından benim içimde böyle bir his vardı. Bu devran  böyle devam edemez diyordum...

Gezi ruhu içimizde bir yerlerde patlamak için pusuda bekliyor gibiydi.

Taksim ayaklandığında İzmir’deydim. İçim içime sığmıyordu. Gezi parkı ardından kısa sürede direnişin ruhu tüm ülkeye yayıldı. Direnişin havasını solumak bile bu kalkışmanın bundan öncekilerden çok farklı olduğunu anlamaya yetiyordu.

Bu gençler 90’ların gençleri gerçekten çok farklıydı. Çoğunluğu devrimci, kültürel olarak belirli bir düzeyde olan ailelerin eğitimli çocuklarıydılar. Hayatı olduğu gibi algılıyor ve düşündükleri gibi de yaşamak istiyorlardı. Bu nedenle yaşam alanlarına müdahaleye tepkileri de kendi doğallığını yansıtıyordu.

 Gezi ruhu bu nedenle evrensel olma özelliği taşıyor. İnsana ve tüm canlılara yönelmiş küresel şiddete karşı evrensel insan haklarının ayaklanması da denilebilir buna.

Sanki bizlerin yıllardır içimizde (özümüzde) biriktirdiğimiz dokunulmamış insanlık değerlerinin birden bire çiçek açması gibi bir şeydi. Gözlerime inanamıyordum. Bu gençlerin yaptıklarına bakıyor, yanlarında yürüyor , onları dinliyordum.

 Gündoğdu benim için de Taksim’di.

Bir insanlık bahçesinin içindeymişim gibi hissediyordum kendimi. Biliyordum fazla sürmeyecek, gazla, tomayla dağıtacaklardı ama yaşanan  her günün ve her saatin çok önemi, kıymeti vardı. Bir kaç kez alanda birlikte olmak bile yetti. Evet ben de yıllardır böyle bir ayaklanmanın özlemini çekiyordum.

Şimdi Tüm şehirlerde, kasabalarda, köylerde ve hatta tek tek evlerin içlerinde, parklarda her yerde yeni bir toplumun ayak sesleri duyuluyor.

Hareketin özünü oluşturan Bu genç insanlar ve yakınları Yeni bir toplum felsefesi, ekolojisi, ekonomik ve kuramsal temelleri şekillendirilmeye çalışıyor. Bu ayaklanmayı kendi köhne siyasal emellerine alet etmeye çalışan ulusalcıları ve şürekasını dışında tutuyorum. Bunların sürecin gidişatında en fazla kısa süreli bir yavaşlamaya neden olabileceklerini düşünüyorum.

Erdoğan’ın, o çok güvendiği (ancak reel gerçeğin çok, çok üstünde bir ‘’hesap’’işi olduğunu tahmin ettiğim) ‘’yüzde elli’’sinin kemikleşmiş kesiminde etkisi olur. Statükocu ve  dinci kesim siyaset çizgileriyle ve iflah olmaz at gözlükleriyle tersinden biribirlerini besliyorlar... Toplumsal Barışın değil çatışmalı sürecin devamından medet uman kesimler bunlar.

Evet, Yüzleşme başladı. İnsanların kendileri hakkında kendilerinin karar verme sürecini işletmek için gerçeklerle bizlere dayatılanlar arasındaki farkı sorguladıkları süreç başladı. Parklardaki oturumlarda çok nitelikli tartışmaların yapıldığını duyuyoruz.

Yeni her zaman eskiye galebe çalmasını bilmiştir.

Biliyorum, direnişin başladığı ilk haftalarda bu halk ayaklanmasının örgütlü bir gücün denetiminde olmadığı için, kısa süre sonra söneceğini öngörenler oldu. Hatta Gezi direnişlerinin barış sürecinin önünün tıkayacağını iddia edenler de oldu. Bu siyasal sıkışmışlık hali, klasik siyaset yapma ve yürütme anlayışıyla gelişmeleri değerlendirme yaklaşımından kaynaklanıyor.

 Gezi pratiği ise, bizlere özü itibariyle toplumsal dinamiklerin bütünün onayı ve gerçek anlamda demokratik birlikteliğini kapsayan bir siyasal yapının ancak özgürleştirici olacağını kanıtlamaktadır. Aynı zamanda, Yeni(keşfedilmiş) değerlerin içerdiği özgürlüğün kendine özgü siyasetini de gündeme getirmiştir. Bu nedenle dünyada bir ilk’tir.

Oysa ki, bu gün hem dünya siyaset pratikleri ve hem Türkiye’deki siyaset yapma tarzı ve içeriği çağa hitap etmediği için artık aşılması gereken konumdadır.

Gezi ruhu tüm evreni sarınca değişimin tarihsel anlamı daha iyi anlaşılacak; yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesinin bu kadar geç fark edilmesine yine en çok bu dünya insanı şaşıracaktır...