Şuanda 347 konuk çevrimiçi
BugünBugün2702
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10426
Bu ayBu ay10426
ToplamToplam10478850
Gereksizin biri taş atar... PDF Yazdır e-Posta
Nuray Bayındır tarafından yazıldı   
Cuma, 26 Temmuz 2013 18:27


Hani derler ya, gereksizin biri suya bir taş atar herkesi başına toplar diye...

 

Bilgi, sevgi ve insana saygıyla yontulmamışın biri de Hamile kadınların sokağa çıkmasını ‘’rezillik’’ olarak yorumluyormuş...

 

Önce kendi anasına sorsun bakalım kendisine hamile kalınca sokağa çıktığında utanmış mı? Belki o zaman utanmamıştır ama eğer sağsa ve insansa şimdi kendisini doğurduğuna utanacağı kesindir.

 

Bir de müftü olacak , insanları dini açıdan bilgilendirecek biri böyle bir laf söyleyince millet tabii ki galyana gelir. Ne demek hamile kadın sokağa çıkmasın...

 

Ama suyun başını bir kere tuttu mu bu kazmalar hayatın akış yönünü de değiştirmeğe çalışırlar.
Bir taş atarlar su'ya sanırlar ki o su bu taşı kaldırır. Halbuki  millet sadece  bakar ne oldu diye.

 

 Geç bunları babam geç!

 

Ee kadınlar da çok fazla oldu son günlerde, biraz önlerini kesmek gerekir değil mi. Önce hamileleri bir hizaya getirelim sonra sıra diğerlerine gelir. Ne o tencere tava derken dünyayı başımıza yıkacaklar! Gezi’de , parklarda erkeklerle el ele, gazdan, toma’dan kaçarken camide gecelemeler falan...
Dinimiz kadının edebiyle , erkenıyla erkeğinin dizi dibinde olmasını buyurmuyor mu...

 

Sizin dininiz, imanınız kadını nasıl kapatırım üzerinde kurulu. Böyle karanlık odalarda böyle ‘’fikirler’’ doğar sonuç olarak.

 

Akılları fikirleri kadınların iki bacağının arasında. Utanmaz herifler... Siz hamile kadınlara dil uzatmadan önce 13 yaşındaki çocukları tacavüz edenleri yargılayın.

 

En iyisi sözü daha fazla uzatmadan daha önce yazdığım Kadın ve Din konulu bir yazımı paylaşayım

 

KADIN VE DİN


İnsan bedeninin hizmet etmeye yönlendirildiği erkek egemen aygıt, yani toplumsal, siyasal ekonomik aygıt, yani devlet ne kadar ince düşünülüp öyle yaratılmışsa bu aygıtın hakim olduğu insan yaşamları da o derece yoksul ve baskı altında oluyor. Bu durum yeni değil tabii, binlerce yıldır sürüyor. En azından bizim bildiğimiz bir altı bin yıldır erkek egemen erklerinde yaşıyoruz. Hala baskı, zulüm, savaş ve şiddet tüm dünya gündeminin ana başlıkları. Ve hala süre giden bu durumun en büyük mağdurları kadınlar ve çocuklar…

 

İnsanlık bilinenin aksine, inanılanın aksine ilk doğduğu noktanın çok gerisinde. İnsan’ın etik yani ahlaki anlamda olduğu kadar değişim, dönüşüm ve gelişim anlamında da yaşamın (giderek artan hızına oranla) çok gerilerine düştüğünü fark ediyoruz. Doğru dünya eskiye oranla çok değişti. Teknoloji ve bilgi çağının elde ettiği ilerlemeyi inkar etmiyoruz. Ancak bizi ilgilendiren bu gelişimlerin özde insana ne kattığıdır. Paranın gücü insanın (insanlığın) güçsüzlüğünü getirdi. İşte çağımızın yaşanan en bariz gerçekliği bu.


Okuduğunuz metnin detaylı bir sistem analizi yapma iddiası yok. Sadece içine girdiğimiz 2010 yılının kadın hakları ve özgürlükleri açısından önemli bir yıl olması yazıya böyle bir giriş yapmayı zorunlu kıldı. Mart ayı geçti doğru ama 2010 yılı kadın yılı olacakmış ya, bir de yüz yıllık bir mücadele süreci az değil. O zaman yıl boyu ben de çeşitli vesilelerle kadın sorununu bu sayfaya taşıma sözü vereyim okuyuculara. Bu yazıda hassas bir konu olarak düşünüldüğü ve pek fazla üzerinde durulmadığı için , din’in kadına yaklaşımına kısaca değinmek isterim.

Bütün tek tanrılı toplumsal sistemlerde kadının gücü, güçsüzlüğü olarak algılandı. Kadının din ile ilişkisi inançsal farklılıklarına göre çeşitlilikler gösterse de özünde hep çelişkiler ve mağduriyetler taşıdı. Semavi dinlerin devlet yapıları içerisinde örgütlenerek bilinen dünyaya egemen olmalarından bu yana kadın; sadece soyun sürdürücüsü olarak değer görmüş, analık ve bakirelik dışındaki tüm yaratıcı işlevlerin dışında tutulmuştur. Bu durum kırsal alanlar dışında, kapitalizmin kadının ucuz işgücüne ihtiyaç duyduğu ana kadar hep böyle devam etti. İşte kadın emeğinin sisteme kanalize edilmesi sonrasında kadınların ağır çalışma koşullarında ve erkeklerden daha az ücretlerle çalıştırılmaları 8 Mart’ı doğurdu. Kadınlar çalışma koşullarının iyileştirilmesi için verili kapitalist sisteme toplu karşı çıkışlarını canları pahasına da olsa ilk kez bu tarihte ortaya koydular.

Ancak kadınların bu güne kadar sürdürdükleri ekonomik, siyasal, sosyal hak ve eşitlik mücadeleleri hatta kazanımları onların toplum ve aile içi yaşamın manevi yönündeki kayıplarını, horlanışlarını ortadan kaldırmaya yetmedi. Toplumda kadının ikinci sınıflığı, geleneklerin hakim olduğu alanlarda hiçe sayılışı sürdü gitti.


İşte dini dogmalar erkek egemen sistemin bekası için devreye giriyordu her zaman. Başlangıcından günümüze kadar süren kadına yönelik bazı anlayışların dinle bağını çok iyi gösterdikleri için, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’da kadına bakışı Tevrat, İncil ve Kuran’dan bazı alıntılarla örneklemeye çalışacağım.

 

Tevrat’ta kadının yaratılışı şöyle anlatılır: Yaratılış (2/21-22): ‘’…Adem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapladı. Ademden aldığı bir kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.’’


Tevrat’ta kadın çok evlilik ve farklı konu başlıkları altında toplanmıştır.


Çok evlilik tek tanrılı dinlerin ortaya çıktığı çağlarda bütün toplumlarda yaygın bir durumdu. Erkek istediği kadınla evlenir ve karısını tek taraflı boşayabilirdi. Savaşlarda esir alınan kadın köleler ve cariyeler mal gibi alınır, satılır ve sahiplerinin bütün isteklerini yerine getirmek zorunda tutulurdu.


Kocanın karısını boşamasıyla ilgili Tevrat’ta: (Yasa 24/1): ‘’Eğer bir adam evlendiği kadında yakışıksız bir şey bulur, bundan ötürü ondan hoşlanmaz, ‘’boşanma belgesi’’ yazıp ona verir ve onu evinden kovar…’’.

Kadının kocasının ölümünden sonra kaynıyla evlendirilmesi Tevrat’ta şöyle anlatılır: (Yasa. 25/5):Birlikte oturan kardeşlerden biri oğlu olmadan ölürse, ölenin dulu aile dışından biriyle evlenmemeli. Ölenin kardeşi dul kalan kadına gidecek. Onu kendine karı olarak alacak.’’ Yine Tevrat’ta zina’nın cezası taşlanarak öldürülmedir. Bu anlayış İslamiyet’te de yaygın kabul görmüştür. Hatta günümüzde bile bazı yörelerde töre olarak uygulanmaktadır.


İncil’de kadına bakış, daha ziyade aile ilişkilerinde, karı koca arasında erkeğin egemenliği ve zina konularında anlatılmıştır.


Örneğin: (Korintliler 7/8,11,40 )da ‘’Kadın ayrılmasın, ayrılırsa evlenmesin, erkek de boşanmasın. (Efesliler, 5/23) de ‘’Mesih bedenin kurtarıcısı olarak kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. ‘’ deniyor.

İncil kadının erkeğe egemen olmasına karşıdır. (1,Timoteos 2/11) de ‘’Kadın sükunet ve tam bir uysallık içinde öğrensin. Kadının öğretmesine, erkeğe egemen olmasına izin vermiyorum’’.


İncil’de kadının yaratılışı ve dua ederken başını örtmesi hakkında: (1, Korintliler 11/8,10,13) ‘’Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Bu nedenle ve melekler uğruna kadının başı üzerinde yetkisi olmalıdır…Siz kendiniz karar verin. Kadının açık başla tanrıya dua etmesi uygun mu?’’ Denmektedir


Kuran’da kadının yaratılışı ise şöyle anlatılır: (Nisa4/1)’’ Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ondan eşini var eden, ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rab’binize karşı gelmekten sakının…’’ Kendinden önceki tek tanrılı inanışlara göre bu konuda Kuran daha ileri bir noktadadır. En azından kadın yaratılmak için Tevrat ve İncil’de anlatıldığı gibi erkeğin kaburga kemiğine mahkum kalmamıştır.


İslamiyet’ten önceki toplumlarda çok kadınla evlenme yaygındı. Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebiliyordu. Dönemin krallarının, eşlerinin ve cariyelerinin sayısı pek bilinmezdi.

Kuran’da bu çok eşliliğe şu şekilde karşı çıkılmıştı: (Nisa4/3) ‘’Şayet yetim kızlarla evlendiğiniz taktirde onlar hakkında Adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın…Eğer bu durumda (çok evlilikte) Adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bir tek kadın alın, yahut elleriniz altında bulunan cariyelerle yetinin…’’ Çok eşlilik sayıca sınırlandırılmış ama bu konuda Peygambere yasak getirilmemiştir.


İslamiyet kadınların erkeklere eşitliği konusunda kendinden önceki dinlerden çok fazla ileride değildir . Sünni inancında kadına karşı erkek egemen ve cinsiyetçi bir yaklaşım vardır: ‘’Erkekler kadınları (kavvam) gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki Allah insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır…’’(Nisa 4/34). ‘’İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir’’( Bakara süresi 282). ‘’Karılar tarlalarınızdır, tarlalarınıza istediğiniz gibi girin’’(K.2:223). ‘’Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür’’(Nisa süresi 34) denilmektedir..


Nur, Nisa,Azhap ve Furkan surelerinde kadına bakış çok sert ve acımasızdır. Bu bakış diğer semavi dinler için de geçerlidir.


Tevrat’ta: ‘’Kadınlar, üzerlerinde erkek elbisesi taşımasın… Kadının sesi de saçları da çıplaklığı da eşdeğerlidir.’’(Tensiye, XX11 5)

İncil’de: ‘’Kadının örtüsüz olarak Tanrıya dua etmesi layık mıdır? Kadın erkeğin onur ve şerefidir, erkekse tanrının onurudur’’ der. (Aziz Paulos’un Korentlilere XI, 13,57)

Görüyoruz ki Hıristiyan, Musevi ve İslam şeriatları topluma aynı mesajları vermekteler.


Peki Alevilikte durum nedir bir de ona bakalım.


Alevilikte tanrı anlayışı diğerlerinden temelden farklı bir özellik taşıyor. Bütün kitaplı dinlerle Aleviliği birbirinden ayıran en önemli yan tanrı anlayışıdır. Yukarıda da görüldüğü gibi diğer dini inanışlarda insan ile tanrı arasına kalın duvarlar çizilmiş ve insan kul düzeyine indirgenmiştir. Kadın ise bu anlayışlarda kulun kulu düzeyindedir. Alevilikte ise insan tanrıyı da yaratan olarak en yüce varlık katındadır.

Alevi inancının kendine özgü ve insanı merkezine alan dini ritüelleri özünde kadına büyük değer vermekte İncil, Tevrat ve Kuran’da belirtilen anlayışlarla arasına kalın çizgiler çekmektedir. Alevilikte cinsiyet ayrımının olmadığını görüyoruz. Erkek, kadın toplu halde ibadet ederler ve ibadet esnasında cinsiyetlerinden sıyrılmış olduklarını düşünürler (Semahlarını kadın erkek birlikte dönmeleri, Postta Pirin yanında mutlaka kadın ananın bulunması vb.).Bilindiği gibi Kırklar, Alevi inancında en üst makamı oluşturur. Kırklara katılmak , Kırklar arasında bulunmak Alevi inancında cinsiyetine bakılmaksızın ermişlik seviyesine gelenler için haktır. Kırklar arasında sadece erkekler değil kadınlar da vardır.

Her ne kadar bin yıllardır coğrafyamızda kendisi olarak kalabilmek için büyük bedeller ödenmesine rağmen Alevilikte kadın, sosyal yaşamdaki rahatlığı açısından Sünni kadına göre daha iyi bir konumdadır. Tarih içinde Kadın Ana Dergahları’ndan gelen ermiş kadın kültü Alevi kadının toplum içindeki statüsünü önemli ölçüde etkilemiştir.


Aleviler arasında tek eşlilik esastır. Karısının rahatsızlığı ya da çocuğunun olmaması gibi durumlarda karısının rızası olsa bile ikinci evliliğini yapan erkek düşkün görülür. Erkek istediğinde karısını boşayamaz.


Alevi kadın Sünni İslam’ın kurallarını yerine getirmediği için erkekle arasına fazla mesafe koymamış, en azından yaşlanmadan önce örtünmek ihtiyacı hissetmemiştir.


Alevi inancında kadın değil insan kutsanır.


Alevi inancında kadın kendi inancının tutsağı olmamış tam aksine inancından uzaklaştıkça erkek egemenlikli sistemin çarklarına daha rahat takılır hale gelmiştir. Yaşayan Alevilikte sosyal yaşamın zorluğu ve günümüze kadar yasaklı bir inanca sahip olmanın gerektirdiği diğer insanlardan korunma psikolojisi süreç içerisinde inançtan ve gelenekten kopukluğa neden olmuştur. Bugün yine de Anadolu’nun bazı yörelerinde sayıları az da olsa cem yöneten kadın analara rastlanmaktadır. Kadın ve din ilişkisi bağlamında diğer örneklerle çelişki yansıtması açısından bu durum incelenmeğe değer bir özellik taşımaktadır.


Toplumumuzda Güneydoğu’da Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yezidilerin inançları birbirlerinden çok farklı olmalarına rağmen kadınların sosyal yaşamdaki özgünlükleri, toplulukların yaşamlarında ve ilişkilerinde belirleyici rol oynamaktadır Bu üç gruptaki erkekler korunma güdüsüyle kadınların özgürlüklerini kısıtlamaktadırlar.


Sonuç olarak şunu söylemek mümkün, toplumda insanların değerleri dini inançlarından değil insan oluşlarından kaynaklanmalıdır. Dini kılıf yaparak insanlık suçu işleyenlerin kendilerini aklın ve vicdanın süzgecindin geçirmeleri, ‘’ahlaklarını’’ yeniden sorgulamaları gerekiyor. Aksi halde din ve töre adına işlenen cinayetler giderek azalma yerine artacaktır.