Şuanda 492 konuk çevrimiçi
BugünBugün2783
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10507
Bu ayBu ay10507
ToplamToplam10478931
Muzaffer Sarısülük PDF Yazdır e-Posta
İhsan Sağmen tarafından yazıldı   
Pazartesi, 05 Ağustos 2013 12:36


Ankara’da, polis tarafından, Gezi Parkı  eylemleriyle dayanışma halindeyken, başından vurularak öldürülen,  Ethem Sarısülük’ün babası olan,  Muzaffer Sarısülük, önceki yazılarımın birisinde araştırılması ve belge yapılması gereken adam, demiştim.

  Muzaffer hoca için, Haksızlığa dayanamayarak başbakana yazdığı bir dilekçeyle, hakkında soruşturmalar başlamış, sürgünler falan derken,  edebiyat öğretmenliğinden ayrılarak, köyüne dönmüş.

Köyündeki insanlar, Muzaffer hocayı anlamamışlar ve dışlamışlar, sonra, Çorum’un Sungurlu kasabasına yerleşerek, burada kendi geçimini hurda toplayıp satarak ikame etmiş. Çok onurlu bir insan, bu günde eski savunduklarını aynen savunuyor.

Zaman, zaman Aragon’dan, Nazım Hikmet’ten, alıntılar alarak konuşan Muzaffer hoca, şiirle ve güzel sözlerle süslüyor konuşmasını, Hint ve Mezepotamya  ve Afrika’da doğan dinleri çok iyi bildiğine inanıyorum. İnsanlık tarihinin milyonlu yıllarından konuşuyor. Yunan felsefesi daha dündür diyebiliyor.  İnsanın korkulardan dinleri yarattıklarını, egemen ve ezenler, bu zaaflarını iyi bildiklerinden tarih boyu bu politika üstü gibi görünen, aslında politik olan siyasetin adının din olduğunu insanın içtimasında, kullanıla geldiğini beyan ediyor.

Et ve sütlü yemeklerden uzak duran Muzaffer Sarısülük, kapitalizmin yarattığı kimyaya ve onun ilaçlarına karşı, Anadolu’da doğal otlardan yararlanılarak yapılan doğal tedavileri savunuyor. İnsan vücutunun kendi kendine temizleme mekanizmasının olduğunu, etli ve sütlü yiyecekleri yiyenlerin, doğada haşerat(kendi deyimi)lara maruz kalıp bitleneceğini ve kenelerin saldırısına uğrayacağını belirtiriyor. Kendisinin yıkanması telkinlerine karşı, kimya kullanmadan sade su ile kendisini yıkadığını söylüyor. Biz yanında, çok yakınında olmamıza rağmen, hiçbir şekilde kötü koku hissetmedik.

Türkiye’ye geldiğimde onu ziyaret edip döküman hazırlamayı planlamıştım, onun birinci basamağını çıkarak, ilk defa, iki buçuk saat ses kaydı ve yarım saat görüntü aldım. Kendisine güneş paneli hediye ettim ve panelin güneşten elde edilen elektrikle,  biricik telefonunu nasıl dolduracağını gösterdim. Aleti olağan üstü buldu.  Bu insanlığın en önemli buluşlarından biridir dedi. Otuza otuz panele, iki şarz aleti bağlayarak, on iki volt ve beş amperlik bir kablo fişini de beraber verdim. İlla, ederini ödemek isterim dedi, ama, ben kabul etmedim. Hiç kimsenin töhmeti altında kalmadığını, kalmayacağını tekrarladı. Özgürlüğün, irade ve ihtiyaçlarla  nasıl kaybolacağını, ezen ve ezilen durumuna aletler ve edevatların sahiplinden doğduğunu açıkladı.

Biz onunla konuşurken, ilginç gelişmeler de oldu. Sivil polis aracı biz kendisiyle sohbet ederken, beyaz bir araçla, tarla yolu güzergahında denetleme turu yapıyordu ve bunun Muzaffer hoca için, sık sık yapıldığı söylendi. Doğada yalnız yaşayan ve kimseye zararı olmayan ve hatta ateşi yakmaya korkan bir insanın, tehlikelidir, tarlaları yakabilir bahanesiyle, sivil polislerce kontrol edilmesini anlayamadım.

Kendisine, oğlu Ethem’in mezarı başında, ilk gün, nasıl bir ruh halinde uyuduğunu sordum; ölüm insan için, ama, yirmi altı, yirmi yedi yaşında,  bir insanı yirmi dört yaşında polise vurdurtmak, geçmişteki tanrılara kurban vermekle eş değer görüyorum. Bu oğluma denk  geldi. Gece baktım iki devrimci çocuk elinde kızıl bayrakla bekliyor. Nöbet tutuyorlar. Siz gidin ben yakınıyım bu bize düşer dedim. (Bir an sessizlik oldu hocada)….zor tabii…rüya gördüm, ama, şu an hatırlamıyorum,  sesini sertleştirerek hesabı sorulmalı mutlaka……

Oğlun Ethem’i öldüren, polise karşı ne düşünüyorsun? Diye sordum. Şu an yirmi dört yaşında bunu yapan, onun için ölüm erken, hele bir benim evlat ın yaşına gelsin, zaten her yaşadığı gün için bin defa ölerek yaşayacaktır o, dedi.

Bir babanın ister ailesine karşı sorumluluğunu yerine getirsin veya getiremesin, ona ister deli ister akıllı densin, o bir baba,  içindeki fırtına, ona silahlı mücadele boyutunu bile tartıştırıyor.

Zaman zaman hoca hakkında yazmayı düşünüyorum. Onda doğada tek başına yaşama hangi ot ve içkilerle vücut u güçlendirme mekanizmasını nasıl yaptığını, ileriki süreçte yazacağım. Muzaffer hoca, boş adam değil, ülkenin içine düşürüldüğü durumun özeti, haksızlığa soyguna, hukuksuzluğa tek başına dimdik ve özgürce duran bir adam. Benim korkum, bir gün kazaya gitme ihtimali….. hoca da bunun farkında….

Son defa tekrar görüşmek istedim. Hoca ile buluşamadık, telefonu kapalıydı, akşamüzeri aradığımda çıktı, üzüldü buluşamadığımıza, tüm arkadaşlara, dostlara ve beni soranlara, Alev ve ışık insanından selamlar, dedi.

Bizde ona; Işığın, her zaman bol olsun Muzaffer hoca, diyoruz.

 

Sungurlu/ Çorum