Şuanda 263 konuk çevrimiçi
BugünBugün2652
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10376
Bu ayBu ay10376
ToplamToplam10478800
Kaybolan insan nerede? PDF Yazdır e-Posta
Nuray Bayındır tarafından yazıldı   
Salı, 06 Ağustos 2013 23:04


Hayır sadece baskı, ezilme ya da toplum dışına atılarak ötekileştirilme de değil söz konusu olan:

Önemli olan bu gün, bu dünyada koybolan insan nerede?

Çivisi çıkan Dünya nereye gidiyor?

Doğal kaynakların, güne biriken insani kazanımların, nefes alınacak alanların peşi peşine hiç tereddüt gösterilmeden, büyük bir vurdumduymazlıkla yakılması, yıkılması, çarçur edilmesi niye?

 Bu gün dünya insanlarının gözü önünde yapılanların (bırakın insan haklarını) doğa kanunlarıyla, ilgisi var mı?

Ya da dünya artık insanlık dışı güçlerin denetimine mi geçti?

Daha fazla kar hırsıyla Sistemin genelinde yaşanan büyük kayboluş; sadece şeylerin değişim, dönüşümündeki doğal özelliklerin deforme edilmesinde yaşanmıyor,  bu kayboluş aynı zamanda insanlığın gerçeklik bilinci belli aralıklarla deforme edilerek bütün toplumsal yaşam zincirlerinde yaşanıyor.

 İnsanın maddeleşme süreci işte böyle yüzyıllarca sinsice işletildi. Bu sürecin motoru dindir. Dünyayı bin yıllardır asimile eden din, günün (sosyal, politik) kaba gerçekliğinin oluşumunda da en büyük hizmeti gördü.

Aynı gerekçeyle sanat da  gerçeklikle bağını kopararak lüzumsuzlaştı...

Ne idüğü belirsiz imgesel güçlerle binyıllardır uyutulan insanlığın gerçeklikle bağı olmaz.

Dinin kıskacındaki insan ne açlıkla, soykırımlarla, ne de savaşların gerçek nedenleriyle uğraşır.  Ne susuzlukla, ne de çevre sorunlarıyla, ne de bu dünyada ezilmeyle, horlanmayla ilgilenir.

Her şeyden önce İnsan olduğunu unutur. Kendisine telkin edilen safsatalar doğrultusunda hareket eder.  Yaşamayı değil ölümden sonrasını düşününüp ona göre ‘’hesap’’ yapmaya başlar. Güncelin dışına düşen bu insanın güncelle hesabı da sınır tanımaz. Ölüm makinasına dönüşebilir kolaylıkla.

Dini bölgesel ve küresel amaçlarına alet edenler gibi,  inanç ayrılıklarını, kin ve nefreti körükleyerek yine bölgede güç olmak için insanı katliamcı zihniyete kurban edenlerin dünyayı getirdiği son duruma bakın. Birisi sözümona modern dünyanın ipini elinde tutuyor. Diğeri de ahiretin...

Arada insan kayboluyor.

XXI.yy’lın ilk çeyreğinde yaşanan bu katliamlar başka neyle açıklanabilir. İnsan beyninde ve  bedeninde açılan bu yıkım, gözü dönmüş ırkçılık, şiddet sarmalıyla kendinden, insanlığından boşalma ve yokolma neyle ifade edilebilir.

Önemli olan kayboluşun şeklini tesbit edebilmek. Ama Her şey öylesine sıradanlaştı, öylesine banallaştı, öylesine kendini sürekli (başlar ve biter haliyle) tekrar eder oldu ki, bu tespiti yapabilmek de imkansızlaştı. Çıkış yolları da bu şekilde birbiri ardına kapanmaya başladı. İnsanlar imajlar gibi yaşıyor ve Her imajın ardında birşeyler daha kayboluyor. Bu gün tepki verdiğimizi yarın unutuyoruz. Sürekli güncellenen insanlara döndük.

Artık sade zamanların devri bitti. Artık herşey otomatik, nümerik üretiliyor, kolonlanıyor. İnsanların bile kolonlanabildiği bir dünyada yaşıyoruz.

Dolayısıyla dünya ve dünyanın vizyonu değişti.

Bu arada internet çağına girişle birlikte gerçekle, gerçek olmayan arasındaki ayrım da yok olma aşamasına girdi. Yoğunlaşmış imajların hegomonik şiddetiyle tek ve Alternatifsiz bir  üretim çağına girdik.

 İşte insanların da imajlar gibi bir yanıp bir sönmesi, (hayale dönüşmesi diyelim biz buna) bizi sonunda zamanın da imaj gibi algılanmasına götürecek.

Çatışmaların sınırında yaşıyoruz.

Bu Dünyanın çözülürken yaşanan ve gün geçtikçe karşı çıkılması daha da güçleşen insan üzerindeki basıncını yok etmek için ya kendimiz gibi olmakta, mücadelede yaşamakta direneceğiz ya da;

Bizler de sonunda, değersizleşerek yaşanan bu gerçeklikte kaçınılmaz olarak yok olup gideceğiz.

Tüm yaşanmışlıkların tek, tek kaybedildiği bir dünyada sadece kaybolanlar ‘’yaşar’’...