Şuanda 492 konuk çevrimiçi
BugünBugün2783
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10507
Bu ayBu ay10507
ToplamToplam10478931
Alev'i olmak ve ateşin ocağı PDF Yazdır e-Posta
İhsan Sağmen tarafından yazıldı   
Perşembe, 12 Eylül 2013 06:52


Alev’e sahip olmak binlerce yıl önce, çok çok önemliydi. Bu gün kullandığımız çakmakların, geçmişte taşı, taşa vurarak yaratıldığını, ya da, ağacın ağaca sürtülmesinden elde edilen ısının, ateşe dönüşmesiyle yaratıldığını bilirsiniz. Binlerce yıl önce, insan oğlu enerjiyi kimyasal reaksiyonlardan elde ettiğini ve bu günkü pili yaptığını ufak araştırma sonucu bulabilirsiniz. Çin’de üç bin yıllık pillerin gün yüzüne çıkmasıyla bunu gördük.

Anadolu’da yaşayan Hitit öncesinde ışık, insanlarının varlığı, onların güneşe ve ışığa inandıkları, bu doğrultuda Kült’ler oluşturdukları, yaşam biçimleri, toprağı işlemek, depolamak ve hasattan elde edilen yan ürünleri yiyecek konumuna getirmek için alev, yani, yanan ocak oluşturmak, ateşi yanar vaziyette tutmak toplumların görevleriydi.

Anadolu halkında daha 1900’lü yıllara kadar, ateş almak, ateş almaya gelmek, mum yakmak veya söndürmek dualarla yapılırdı. Şüphesiz ki, Anadolu’da üç bin yıl öncede bu tür, ama, ilkel dualar okurlardı.

Yaşam biçimlerinin; ortak üretim ve tüketim doğrultusunda olduğunu, arkeoloji uzmanları, kazılarda, ilkel dediğimiz bu toplumların, kullandıkları tarımsal üretim araçları, av araçları, giyim, örgü araçları ve en önemlisi düğmeler, çuvaldız ve iğneler, ortak depolarla beraber yer altında oluşturulan barınma ve korunma evlerini,  gün yüzüne Kırşehir/ Kaman’da çıkardılar. Bizlerin, Anadolu medeniyet müzelerini gezerek, bu bulguları gözlerimizle görüp yorumlamamız çok kolay,bir başka görülecek nokta Hattusas, yani, yeni adıyla Boğazkale, Alacahöyük, bu alanlarda kullanılan taş kesme ve ev yapım teknikleri ve su biriktirme ve akıtma yöntemleri, bu çağda bile, çoğu köylerimizden daha çok ileri bir yapıyı görürüz.

Hatta şarapçılığın ne kadar geniş alanda yaygın yapıldığını ve hayvancılığın yaşamda çok önemli bir yer tuttuğunu ve güneş ile geyik kafasını simge olarak kullanmaları hayvancılık ve inandıkları güneşin birliği ve pratik görüntüsü ocak ateşleri, bu gün azalsa da Anadolu’da vardır.

Çorum’un Alaca ilçesinde böyle bir ocağı bu yıl içinde ziyaret edip oradaki, ocak yürütücülerden aldığım bilgilerde, daha bin yıl öncesinden1900’lü yıllara kadar, bunun devam ettiğini söylemişlerdir. Örgütlemenin, Hacı Bektaşi Veli tarafından başlatıldığını söyleseler de bunun İslam öncesi var olduğunu, biz zaten biliyoruz.

Ergenekon hikayesinin de ateşin demiri eritmesiyle başlatılması da, ateşin toplumların yükselmesi için nasıl önemli olduğunu gösteriyor.

Alev ve Ateş deyip geçmemek gerekir, olimpiyatın ateşi de bu anlattığımız Alev dir. Anadolu alevisi ocak oluşturup bu ocakları bir dönem yaygınlaştırıp, ateş ve ısıyla insanları tedavi etmişlerdir. Ocaklar babadan oğula geçerek bu günkü bazı dedelere kadar uzanmıştır, bazı dedeler, bu ocakların devamıdır. Bu ocaklar ziyaretlerde, barınma yeri olarak kullanılmış ve ücrette ödenmemiştir.

Bu gün yine gitseniz bu tür ocaklarda para ödemeden geceleyebilirsiniz.

Ateşi devletleştiren anlayış, Selçuklu ve Osmanlıda oluşmuştur ve Alev ve köz ocakları yasaklanmıştır. Halk feodal devlete bağlı kalsın diye devletin güvendiği ateş ülküsünü, ülkü ocaklarına çevirmiştir.

Bu gün bu anlayış devam ediyor.  Ankara/Mamak’ta yapılan cami ve cem evi ateşin kontrolüdür. Osmanlı bunu Hacıbektaş’ta da uygulamıştı.

Bu sene içinde, Muzaffer Sarısülük ile yaptığım, Ankara’da polis tarafından öldürülen Ethem Sarısülük’le ilgili röportajı dikkatle izlediğimde, Ethem’in babası, Muzaffer hocanın bu konuyu çok iyi bildiğini  algıladım, anlattığım ateşin devletleşmesini bant kaydından tekrar tekrar dinledim. Bu benim üzerinde durduğum İslam öncesi Anadolu Alev’iliğine tamı tamına uyuyordu.

Ankara’da devlet, CİA uzantısı bir din adamı ve Alevi dedesiyle yine Alev ocaklarını kontrolüne almak istiyor. Tuzluçayır’daki olayın özeti budur arkadaşlar.