Şuanda 122 konuk çevrimiçi
BugünBugün1282
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9006
Bu ayBu ay9006
ToplamToplam10477430
Rojava'nın yaşaması insanlığın yaşamasıdır PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazar, 16 Şubat 2014 22:46


Bugün Rojava’da  bölge insanı olarak yaşadığımız cehennemi durumdan kurtuluşun örneği oluşuyor. Rojava’da olan bir devrim midir ? , burası yaşar mı, yaşamaz mı ? tartışmaları yapma lüksüne sahip değiliz. Bölgede insanlık öldürülüyor, Alevi, Sünni, Hristiyan gözetmeden, herkes birbirini boğazlama yarışına girmiş bulunuyor. Cehennemi bir kaos yaşanıyor. Böylesi bir atmosferde Rojava bir avuç nefes oluyor bölgemiz insanına. Bir de bu gözle bakalım Rojava’ya ve demokratik özerk yönetim modeline.  Kaldı ki, kavram olarak çokça fetişleştirilen devrim nedir ?  Hele bir bakalım.

Devrim şöyle tarif ediliyor sözlüklerde « Yerleşik toplumsal düzeni değiştirme ve yeniden biçimlendirme; yavaş bir gelişme olan evrime karşıt olarak, toplumsal yaşayışta ve siyasal durumda birdenbire gerçekleştirilen, köklü ve temelli bir değişme. » ya da klasik deyimle, iktidarın bir sınıftan bir başka sınıfın eline geçişi olarak tanımlanıyor. Yani özcesi devrim ; kurulu toplumsal düzeni ortadan kaldırıp yerine yeni bir düzen getirme olarak adlandırılabilir. Iktidarın el değiştirmesi ve eski düzenin yerine yeni bir düzenin getirilmesi olarak baktığımızda Rojava’da gerçekleşenin bir devrim olduğunu söyleyebiliriz. İktidar Esat güçlerinin elinden alınmış ve halka geçmiştir. Ancak bu devrim sadece  Batı Kürdistan olarak adlandırılan bölgeyle sınırlıdır. Yani Suriye’nin sadece batısında gerçekleşmesi söz konusudur. Resmi olarak bağlı bulunan Suriye’de ise hala bir iç savaş sürmektedir. Ortada fiili bir durum bulunmakta ve Kürt halkı da öncülerinin yol göstericiliğinde kendi kaderini belirlemektedir.

Gelecekte oluşabilecek, içinde Kürtlerinde olduğu yeni bir Suriye yönetimine şu mesaj verilmektedir. Ya bizim halkımızın ortak iradesi ile oluşturduğumuz özerk olma durumumuzu kabul edersiniz, biz bu şartlarda ortak bir devlet statüsünü kabul ederiz. Ya da kendi kaderimizi kendimiz belirler ve ayrılma hakkımızı kullanırız.

Bu açıdan Rojava’yı değerlendirirken dikkat edilmesi gereken bir çok nokta bulunmaktadır. Suriyeli Kürtlerin istemi oluşan bu defacto durumun tanınmasıdır. Bunu tanıyacak olan ise elbette oluşan bu yeni sistemin düşmanları bölge devletleri değil, bölgenin ilerici, devrimci, demokratik güçleridir. Zaten istenen de budur. Güney Kürdistanda KDP dışındaki hemen tüm siyasal oluşumlar, üç kanton biçiminde ilan edilen özerkliği desteklediklerini söylediler. Son olarak Hewler’den gelen tanımıyoruz açıklaması sadece KDP’yi bağlayan bir tutumdur. Ve KDP’nin kaygıları da tıpkı bölge ülkelerinin kaygıları olmaktadır. Özerklik modeli tüm Kürdistana yayılabilir ve bu Barzani aşiretinin yönetimine de son verecek gelişmelere yol açabilir.  Bölgenin tüm çıkar çevrelerinin, egemenlerinin ortak kaygısı bundandır.

Türkiye’de yapılan kitlesel KCK tutuklamalarının esas nedeni de o dönem yapılan özerklik ilanınına dair açıklamalardır. AKP hükümeti durup dururken KCK operasyonu yapmadı. Bakın o dönem KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ne diyor bu özerklik modeline ilişkin :

« Türkiye ile her ne kadar stratejik amacımız demokratik birlik temelinde buluşmak olsa da, bizimle demokrasi+devlet yaşamak  istemezlerse, buna karşı çözümsüz değiliz, alternatifimiz vardır. Bu da demokratik konfederal sistemin bağımsız bir biçimde kendini ilan etmesidir. (...)  Toplum bağımsız olmalı, ulus bağımsız olmalı. Ama bağımsız ulusların konfederal sistem içerisinde birlikte ve eşit bir biçimde demokratik ulus topluluğunu oluşturması temel amaç olmalıdır. Türkiye'de bunu geliştirmek istiyoruz. Eşit olalım, Cumhuriyet'in kuruluşunda halkımızın da emeği var, kurucu bir üyedir, diyoruz. Federasyon ya da klasik anlamda otonomi gibi hedeflerimiz yoktur, bunu istemiyoruz. Siz iktidar olun, biz de sizin egemenliğinizde otonom olalım, demiyoruz. Mantığımız otonomici bir mantık değildir. Ulusların eşitliği mantığıdır, demokratik ulus mantığıdır. Ortaklaşma, çeşitli kültürlerin bir arada yaşama sistemidir. Eğer uluslar bu çerçevede birlikte yaşamak istemiyorlarsa ayrı da yaşayabilirler. Ama insanlık erdeminin temel amacı ortaklaşmadır, kardeşlik arasına sınırlar koymamaktır. (...) Sistemimiz içinde klasik bakış açısını aşamayanlar 'biz bağımsız olacağız' dediğimizde devlet olacağımız anlamını çıkarmaktadırlar. Özünde böyle düşünmek ve bu mantıkla yaklaşmak konfederal sistemin reddi olmaktadır.“( Murat Karayılan, Bir Savaşın Anatomisi, s. 461)

Yine KCK Sözleşmesinde KCK şöyle tarif ediliyor:

„... Koma Civakên Kürdistan, halkların komünal demokratik duruşunun çağdaş değerlerle bezenerek güncelleşmesidir ... Birey iradesinin ve özgürlüğünün komünal demokratik yaşam içinde optimal dengeye kavuştuğu ve anlam kazandığı bir demokratikleşme çizgisidir.

... Cinsiyet özgürlükçü, demokratik ve ekolojik bir toplumsal yaşamı hedefleyen Koma Civaken Kurdistan sistemi, özü itibariyle demokratik sosyalist düşüncenin pratikleşmesidir. Bu temelde sosyalizmin radikal ve derinleştirilmiş bir demokrasiyle yeniden yükselişe geçişi sağlanmaktadır.

... İnsanlık tarihinin kendisi, komünal yaşamın ancak demokratik duruşla gerçekleşeceğinin kanıtıdır. Komünal demokratik duruşun çağdaş değerlerle yeniden yaratılması sosyalizmin yeniden yükselen değer haline getirilmesidir. Böylece demokrasiyle birlikte var olabilen sosyalizm, bilimsel-demokratik sosyalizm olarak Koma Civaken Kurdistan sisteminin ruhu olacaktır.“

Gelelim yeniden Rojava’ya,

Kürdistan bölgesini dışında tutarsak Suriye’de yürütülen ve 200 bin insanın ölümüne neden olan bu savaşta, her hegemonik güç, kendi çıkarları doğrultusunda Suriye’de bir sistem oluşturmaya çalışıyor. Bu kanlı hesaplaşmada bu kadar  uluslararası gücün Suriye’nin içişlerine karışması, büyük bir parçalanmaya da neden olabilir. Nitekim gelinen noktadan bakıldığında anlaşılan o ki, bir dış gücün, Suriye’de sistemi kendi istediği gibi oturtamaması demek, o ülkenin artık Ortadoğu’da etkisinin kalmayacağını gösterecek. Bunun için dış güçlerin kendi amaçlarını gerçekleştirmede büyük ısrarları var. Bu kadar gücün Suriye’nin içişlerine karışması, büyük bir parçalanmaya da neden olabilir. Kimisi Alevi Arapları, kimi Sunni  Arapları, kimi diğer Hıristiyan ya da Kürtleri destekleyerek Suriye’nin parçalanmasına  yol açabilirler.  Bütün bu dış müdahaleler gösteriyor ki, Suriye parçalanmaya doğru gidiyor. Bölgenin siyasal analistlerine göre, bu kanlı savaşın sonunda  Bahra Spî merkezli bir Alevi bölgesi, Suriye merkezde bir Sunni bölgesi, bir de Kürt bölgesi kalacak.

Böylesi bir Suriye haritasında Kürtler kendi kaderlerini belirlemek için bazı adımlar attılar. Yaşadıkları üç alanda kanton yapılanmasına giderek, tek taraflı özerklik ilan ettiler. Halk ayaklanması ile Esat rejiminin iktidarına son vererek, halkın doğrudan katıldığı, yerinde yönetim modeli ile yeni bir iktidar modeli oluşturdular. Aşağıdan yukarıya halkın her tabakasından yerel meclisler oluşturdular. Genel halk meclislerinden kadın meclislerine, çok sayıda sivil toplum örgütüne, doktorlar, mühendisler, öğretmenler, işçiler birliğine kadar, toplumun her alanındaki insanlar örgütlerini oluşturdular. Birliklerini kurdular. Ekonomi konusunda, Ekonomi Komiteleri oluşturuldu.  Yani demokratik bir yapının oluşması için gerekli alt yapı yavaş yavaş oluşturulmaktadır. Demokratik özerklik modeli işte tam da budur.

Demokratik özerklik, bir devlet çatısı altında siyasal  egemenliğin değil ama yönetim yetkilerinin bir bölümünün yerel seçilmiş-temsili yapılara devredilmesidir. Ancak şu durumda Suriye’de merkezi bir iktidar olmadığı için, Rojava’da tüm yetkiler bu seçilmiş meclislere, komitelere ve halk savunma güçlerine (YPG) verilmiş bulunmaktadır. İlerde Suriye’de yaşayan tüm etnisite, inanç ve sınıfların üzerinde uzlaştığı merkezi bir yönetim oluştuğunda ise Rojava’da kendi demokratik özerk konumu ile merkezi devlete bağlı bir yapı olacaktır. Ancak yeni devlet yapısı bu özerkliği tanımaz ise, Kürt halkı nasıl yaşayacağına kendi karar verecektir.

Rojava’da olan Kürt halkının büyük bir boğazlaşmanın yaşandığı Suriye’de iki tarafta da yer almayarak, kendi bağımsız çizgisi ile bir üçüncü seçeneği etkin olduğu bölgelerde yaşayan halklar adına pratiğe geçirmesidir.  Bugün Suriye Kürdistan’ında ilan edilen bu özerklik ilanı, koşullar olgunlaştığında Kürdistan’ın diğer bölgelerinde de uygulamaya konulabilir endişesidir ki, bölgenin ve dünyanın egemenleri Rojava modelinden korkmaktadırlar.

DTK ve BDP belgelerinde demokratik özerklik ile ilgili şu belirlemeler yapılmaktadır: “Demokratik özerklik aslında devleti demokratik çözüme zorlama adımıdır. Devlet çözüme gelmezse de özerkliğini kendisinin sürdürmesi tutumudur. Buna rağmen hiçbir surette çözüme gelinmez, ilan edilen demokratik özerklik hedeflenerek, yok edilmek istenirse o zaman devlet olmadan kendi çözümümüzü demokratik konfederal eksende geliştirme seçeneğine yönelmek durumunda kalacağız. Demokratik özerkliği hedefler ve buna gelinmezse geriye kendi başının çaresine bakma seçeneği kalıyor ve o zaman biz de buna yönelmek durumunda olacağız.”

Doğu Ergil bu konuda yazdığı bir makalesinde şu belirlemeleri yapmaktadır:

Demokratik özerklik, bir devlet çatısı altında siyasal egemenliğin değil ama yönetim yetkilerinin bir bölümünün yerel seçilmiş-temsili yapılara devredilmesidir. Amaç iki yönlüdür:

1- Yerel-bölgesel toplulukları güçlendirmek, siyasete katmak ve günlük hayatın (hayatlarının) yönetiminde söz sahibi kılmak; dolayısıyla demokrasiyi yaygınlaştırmak.

2- İdarenin verimliliğini artırmak; kaynak israfını en aza indirip, ihtiyaçları en akılcı biçimde karşılamak ve tüm tasarruflarında merkezi yönetimin vesayetini hissetmeden özerk kararlar alarak demokrasiyi derinleştirmek.

Yerel kümeler söz konusu olduğunda işin içine soy ve inanç farklılıklarını içeren kültürel kimlikler giriyor. Bu farklılıkların bir değer sıralaması yapılmadan yönetilmesi hem bir arada yaşama kültürü (tolerans) hem de siyasi istikrar için önemli...

Bu açıdan bakıldığında özerklikten korkmamak gerektiği anlaşılabilir. Yeter ki özerklik ideolojik bir araç olarak siyaset sahnesine sokulmasın. İdeolojikleştirilmediği takdirde özerklik, demokrasinin yaygınlaşmasını ve derinleşmesini sağlayacak güçlü bir araç olabilir.”

Rojava bugün oluşturduğu yönetim biçimiyle demokrasiyi tabana yayarak tüm bireyleri kendi yaşamlarını ilgilendiren konularda hak ve karar sahibi yapan yeni bir yönetim modelidir. Bu açıdan dünyanın değişik bölgelerindeki özerk bölgelerde oluşturulmuş bulunan modellerden daha ileri bir modeldir. Amacı giderek devletin sönümlendiği, kitlelerin kendi kendini yönettiği bir model olmaktır. Bundan dolayı  Federe Kürdistan yöneticileri de dahil, bölgenin ve dünyanın tüm statükocu güçleri Rojava deneyinin başarılı olmasını istememektedir.

Dikkat edilirse, bölgede süren iktidar olma savaşında birbiriyle kıyasıya çatışan güçler, sıra Rojava Kürdistanı’na gelince kendiliğinden ortak bir cephede buluşuyorlar. Suriye yönetimi de, Muhalif tüm güçler de, Batılı emperyalistler de, Rusya ve Çin eksenli doğulu  emperyalistler de, bölgede egemen olmak için  birbirleriyle kıyasıya bir savaş yürütmelerine karşın, sıra Rojava’da oluşan özerk yapıya yaklaşıma gelince aynı karşı tutumu almakta tereddüt etmiyorlar.  Rojava Kürdistanı’nın ezici çoğunluğunu temsil eden özerk yönetim temsilcileri Cenevre – 2 toplantılarına çağrılmazken, Kürtler adına muhaliflere eklemlenmiş bir iki Barzanici Kürt, tüm Kürtlerin temsilcisi sıfatıyla toplantılara çağrılmıştır.

Bölgenin devrimcileri, Rojava gerçeğini iyi kavrayıp, bölgede oluşturulmak istenen emperyalist egemenlik sistemine son verebilecek bir potansiyel taşıyan bu modele tüm güçleriyle destek vermek durumundadır. Etrafı düşmanla çevrili bu küçücük özgürlük adasının yaşatılması, başta bölgemiz olmak üzere dünyanın tüm ilerici insanlık hareketinin çıkarınadır. Bölge gerçeğine böyle yaklaşmak gerekiyor.

Yoksa işte burada şöyle bir devrim oldu, böyle olmadı, kimse tanımaz vs diyerek bir seçenek sunmuş olmuyoruz. Devrimcilerin görevi umut olmaktır. En küçük bir olanaktan büyük olanaklar yaratmaktır. Bugün Rojava’da yaşayan halklar, inançlar, sınıflar insanlığa geleceğin özgür toplumuna örnek teşkil edecek bir model sunmak için can bedeli bir mücadele veriyorlar. Bize düşen bu özgür toplum modelinin yaşaması için elimizden geleni ardımıza koymamaktır. Bunu yapmak için Kürt olmamız, Arap olmamız, Türk olmamız, Ermeni, Yahudi, Süryani olmamız, Alevi, Sünni veya Hıristiyan olmamız gerekmiyor. Sıradan bir insan olmamız yeterlidir.