Şuanda 106 konuk çevrimiçi
BugünBugün1273
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8997
Bu ayBu ay8997
ToplamToplam10477421
Sosyalist gerçekçilik PDF Yazdır e-Posta
Anatoli Lunaçarski tarafından yazıldı   
Salı, 18 Mart 2014 18:53


Sosyalist gerçekçilik ya da toplumsal gerçekçilik sosyalistlerin edebiyatta savundukları bir akımdır. Bu konuda yıllar önce bir kitap yazan Ahmet Oktay’a göre kurucusu Maksim Gorki’dir.

Bu akımın edebiyatı kısırlaştırıldığını ve önemli zararlar verdiğini belirtmek gerekir. Sadece devrim öncesi Rus ve devrim sonrası Sovyet edebiyatına bakmak bile bu gerçeği gösterebilir.

Devrim öncesinde Puşkin, Gogol, Çehov, Tolstoy, Dostoyevski gibi büyük isimlere sahip olan Rus edebiyatı (Oblomov tipini yaratan Gonçarov da eklenebilir) devrim sonrasında bu başarısını sürdüremedi. Edebiyat dar bir alana sıkıştı ve bu sıkışıklık başka ülkelerdeki sosyalistleri de etkiledi.

Güçlü bir edebiyat geleneğine sahip olan ülkelerde sosyalist yazarlar bir süre sonra kendilerini bu akımdan kurtardılar. Bizde ise böyle olmadı.

Sosyalist gerçekçilik adına üretilen bayağılıklar, edebiyattaki başka tür bayağılıklardan hiç de aşağıda kalmadı.

Yayınlanacak iki yazıdan ilki Lunaçarski’ye ait ve sosyalist gerçekçiliği anlatıyor.

Daha sonra yayınlanacak ikinci yazı ise, Küba Yazarlar Birliği Başkanı Waldo Leyva ile Havana’da yaptığım söyleşiyi içeriyor. Leyva sosyalist gerçekçilik ile edebiyat parazitleri arasındaki ilişkiyi anlatıyor.

Her iki yazı da Yazın dergisi’nin Mart 1993’te yayımlanan 54. sayısından alınmıştır.

Metinleri yeniden dizen Tamer Çağlayan’a teşekkür ederim.

E.E.

 

 

 

 

Sosyalist  Gerçekçilik (*)

 

                                                                                                          Anatoli Lunaçarski

 

 

 Edebiyat, sözcüsü olduğu sınıfı örgütlemeyi oldum bittim görev edinmiştir.  O kadar ki, “sanat için sanat“ görüşüne yaşlandığı ve siyasal, dinsel, kültürel ya da başka amaçlarla arasına özenle mesafe koyduğu zaman bile, onlara hizmet etmekten geri durmamıştır. Çünkü, salt edebiyat bile, övdüğü sınıfın ruhsal durumunun belirli bir yansımasını verir.

Bütün toplumu değiştirmeye ve insanın doğayı fethetmesi için yeni yöntemler sunmaya çağrılan güçlü genç sınıflar, gerçekçiliğe eğilim duyarlar.

Gençlik çağında burjuvazi de bütün sanatlarda gerçekçiliğe bağlıydı. Fakat şimdi çöküş dönemindedir ve biz onun evriminin değişik aşamalarında tuttuğu gerçekçiliği artık yargılayabiliriz.

Burjuvazi önceleri ilerici bir gerçekçiliği tutuyordu: Yergici burjuva yazarları o zaman yüksek sınıfları, derebeyleri alaya alıyor, burjuvazinin “erdem“ini savunuyor, burjuva ideolojisini parlak ve çığırtkan biçimlerde sunuyorlardı. Ayrıca, onu burjuvazinin peşine takılan ezilmiş kitlelerin de ideolojisiymiş gibi göstermeye çalışıyorlardı.

Fakat burjuvazinin gençlik çağı bir gün sona erdi. Başka türlü gerçekçiler ortaya çıktı. Bunlar, yalnızca kendilerini çevreleyen dünyaya bel bağlıyor ve gerçeklikten parlak, zengin tablolar çıkarmaya bakıyor, bundan sevinç duyuyorlardı. Gerçekçiliğin ikinci döneminin büyük temsilcileri (örneğin Balzac ya da Dickens), toplumu nereye götüreceklerini bilmiyor, gerçek düşmanlarını açıkça seçemiyor ve hangi sınıfın sözcüsü olduklarının bilincini taşımıyorlardı. Belirli bir sanat gerçeğini yansıtmayı amaçlıyor, ve kendilerini çevreleyen evrimin şaşırtıcı bir resmini çiziyor, ama bundan bazan çok kışkırtıcı sonuçlar çıkarılabileceğini düşünmüyorlardı.

Tuhaf da görünse, özellikle işçi sınıfına nesnelce hizmet ediyorlardı, ama kendi çağlarındaki az gelişmiş işçi sınıfına değil, geleceğin işçi sınıfına. Bu sınıf, onlarda bir çeşit cephanelik bulacaktı.

Evrimin üçüncü aşamasına gelince şunu görüyoruz: Küçük burjuvazi kendisine tiksinç gelen çevresindeki gerçeklikten yakınmaya başlıyor. İğrenç ve bayağı görünen toplum düzeni gölgesini doğaya, yaratışa kadar uzatıyor. İşte, kötümser gerçekçilik de bu ortamda doğuyor. Bunun en iyi örneği Flaubert’tir.

Bir adım sonra doğalcılık (natüralizm) gelecektir. Doğalcılık, toplumsal çevreyi olduğu gibi, doğal biçimde tasvir eder. Okuru hiçbir şeye özendirmez, ona hiçbir “reçete“ sunmaz, tam bir tarafsızlıkla davranır. Zola bunu amaçlar, ama sürdüremez. Bununla birlikte, yarattığı öfke ve hoşnutsuzluğa karşın, bu duygusuz fotoğrafçılık gereklidir.

Hauptmann, Arno Holz (1) ve başka yazarlarla bu gerçekçilik türü Almanya’da tanınır.

Bu doğalcı küçük burjuva edebiyatı, Vorwärst vb. gazetelerin edebiyat eklerini işgal ederek Alman işçi sınıfının üzerine boşaldı. Yayınlar, işçilerin Breslau’da Parti Meclisi’nde protestosuna yol açtı. Yoksulluğun, hastalığın, bilgisizliğin ve başka kötülüklerin çözümsüz ve unutsuz bir biçimde canlandırılması işçilerin hiç hoşuna gitmemişti. Bunun üzerine, oldukça acı tartışmalar yapıldı. (2) Franz Mehring, sanatın en ince sorunlarının Parti’de birçok toplantıda konuşulduğunu söyleyerek övünüyordu. (3)

Günümüzde Sovyetler Birliği’nde burjuva gerçekçiliği gerici sayılıyor. Doğasının durağan olması, şeyleri oluşumları içinde değil oldukları gibi yansıtması, gerçekçiliği ileriye doğru iten süreci kavrayamaması ve onun etkin bir parçası olmayı pek istememesi dolayısıyla o bir burjuva gerçekçisi ve ağlayıp sızlamakla yetinen bir gerici gibi görülüyor bizde.

Sosyalist kuruluşumuzda çok şeyin henüz tamamlanmadığına, her adımda yetersizliklere, hatta skandallara, her türlü üzücü ayrıntılara rastlanacağına ve bunları bir sanatçının sessizlikle geçiştiremeyeceğine kuşku yok. Ama sanatçı onlarda evrimin aşamaları ile üstesinden gelinecek ve geride bırakılacak öğelerini gördüğü zaman, bunun yavaş yavaş tamamlanan bir akış olduğunu anlayacak, kavgamızı toptancı bir eleştiriden geçirmeyecek, toplumumuzu tümüyle mahkum etmeyecektir. Çünkü, söz konusu olgular sistemimize bağlıdır. İşte, gözlerden kaçan gerçek budur!

Bundan ötürü, sosyalist gerçekçilik burjuva gerçekçiliğinden temelde ayrılır. Sosyalist gerçekçi sanatçı her şeyden önce etkindir, dünyayı yalnızca tanımak değil, değiştirmek de ister: Tanıma, bilme bu değişim içindir, onun buyruğundadır. Bu durum, onun gerçeği resmedişine çok özel ve dolayısıyla ayırt edici bir nitelik verir. Doğa ve toplum özde diyalektiktirler, içerdikleri çelişkilerle bir evrim geçirirler. Sosyalist gerçekçi bunu bilir ve bu damar atışını, bu zaman akışını hemen yakalar.

Bundan başka, sosyalist gerçekçi, hep amaca yönelir, kötüyü iyiden ayırır, büyük isteğine omuz verenlerin hareketini frenleyenleri kocaman objektifiyle ortaya koyar. Bunun için, her sanatsal imgeyi içerden ve dışardan gönderdiği yepyeni ışıkla iyice aydınlatır. Onun kendine özgü temleri vardır; çünkü o, yaşamımızın deprem merkezine doğrudan doğruya, az çok dokunan her şeyle, özellikle sosyalist ilkelerle ve tümel bir dönüşüm için yürütülen kavgayla özden ilgilenir. Bundan dolayı, yeni yazarın kendisi de özgül çizgiler ile burjuva gerçekçiliğinden ayrı türler bulmak zorundadır.

Etkin, diyalektik ve amaca yönelik bu sosyalist gerçekçilik dikkate değer yapıtlar verdi. Maksim Gorki’nin üçüncü cildi çıkan Klim Samgin (4) romanı buna örnektir. Yakın bir geçmişi anlatmasına karşın, birçok toplumsal gücün nasıl çöktüğünü ve sosyalizmin çelik tohumlarının nasıl filizlendiğini gösterir.

Şolohov’un Uyandırılmış Toprak (5) romanı da aynı düzeyde bir yapıttır. Kişilerinin gerçekliği ve yazarının güçlü istemi, duygudaşlığı, kavrayışı ve olaylara katılışıyla insanı çarpar.

Şiirimiz de sosyalist yönelişin yetkin sözcülerini getirir bize. Örneğin, ölümüne acınası Mayakovski ve Biezimenski ile başkalarını…

Sorulabilir: Eğer sizin gerçekçileriniz çevrelerindeki dünyayı anlatmaktan hoşlanmayıp da ona kendi öznelliklerini sokarlarsa, romantizme doğru bir gidiş olmaz mı bu? Yanıt: Elbette olur. Gorki de boşuna söylememişti: Edebiyat gerçekliğin üstüne yükselmelidir; gerçeği bilmek bile onu aşmak için gereklidir; sanatsal yansıtma aracılığıyla gerçekliği aşmaya, bu kavgacı ve zahmetli ise “romantizm“ diyebiliriz.

Bununla birlikte, bizim romantizmimiz sosyalist gerçekçiliğin tamamlayıcı bir parçasıdır. Sosyalist gerçekçilik onsuz var olamaz, yoksa duygusuz bir tutanaktan ayırt edilemez. Daha coşkulu gerçekçilik, daha kavgacı ruhlu gerçekçilik demektir. Bu coşku ve ruh egemen olduğu zaman, yergisel çizgi abartmayı ya da yüreklendirmeyi gerektirdiği zaman, henüz bilinmeyen bir geleceği temsil ettiğimiz ya da -insana istediğimiz kişiliği kazandırmak amacıyla- bir çeşit oğulcuğun/tohumun portresini çizdiğimiz zaman, elbette romantik öğeler üste çıkacaktır.

Bununla birlikte, biz romantizmimizi asla burjuva romantizmine yaklaştırmayacağız. Gerçi burjuva romantizmi de gerçekçilik karşısında duyulan hoşnutsuzluktan kaynaklanır, ama onu yenmek ya da değiştirmek umudunu taşımaz. Kuruntulara, hülyalara sarılır. Güzelliğin krallığında avunmak için salt arı sanata dalar ya da gizemsel ve dinsel sislere, sıkıcı karabasanlara gömülür.

Genç burjuvazi romantizminin en soylu biçimlerini tanıdı. Bunlar onun programını ve tarihteki yerini hayallerle süsleyip yücelttiler. Bu yüzden, en iyi burjuvalar görevlerinin büyüklüğüne içtenlikle inandılar. Onlara göre, birbirine benzemeyen renklerin bile kökleri çoğunlukla uzak geçmiştedir, insanlığın Antik dünya gibi en yüksek sayılan evrelerindedir, Ortaçağ’da ya da daha geride, kutsal kitaplar zamanındadır. Oysa, Marks ile Engels’in de yazdıklari gibi, sosyalist hareketin süslenmek için böyle eski kuş tüylerine hiç ihtiyacı yoktur. Bütün görkemiyle görünmesi gerekirse, o süslerini geçmiş’ten değil, gelecek’ten alır. (6) Üstelik, bunun için, düşlere başvurması da gerekmez.

Sanatımızın romantizmle yakınlaşması. Gerçekçiliğin artık onu doyurmamasından ileri gelir. Buna karşın, gerçeğe doymayan sanatçımız, onu değiştirmek istiyor ve bunu başaracağını biliyor. Gelecek, biraz dinlenmek ve güçlenmek için, zaman zaman uzaklara gitmeye girişen ülkenin olacaktır. Burada söz konusu olan, Sçedrin’in eğlendiği (7), “uyumun tadını ve ahretin mutluluğunu ummak“ değildir; bugün temel taşlarını koyduğumuz büyük planları gerçekleştirme tasarılarıdır. Lenin, iyi ama hayal gücünden yoksun hiçbir sosyalistin bunu havsalasının alamayacağını söylemişti.

İşte, sosyalist gerçekçiliğin, biçimleri oldukça belirginleşen bu eğilimin dayandığı genel ilkeler bunlar… Gerçi bu eğilimin içerden arınması için, proleterce bir üslup ile ona özgü türün oluşması için işlediği temaların olgunlaşması için, bütün bunların yeterince güçlenmesi icin beklemek gerekiyor. Ama, kuşku yok ki, yakın bir gelecekte yavaş yavaş “edebiyatımız“ (ve öteki sanat biçimlerimiz) kurulacak ve biz yüreğimiz çarparak bunu göreceğiz…

 

 

(Bu yazı Asım Bezirci’nin Lunaçarski’den çevirdiği Edebiyat ve Sosyalizm adlı kitaptan alınmıştır. Kitap, yakında Yön Yayınları’nda çıkacaktır.)

 

(Çeviren: Asım Bezirci)

 

Dipnotlar:

(*) Bu yazı son olarak Edebiyat Varlığı’nda (1965, C. 74, Moskova) yayımlanmıştır.

(1) Alman yazarı Arno Holz, yüzyılın sonunda, doğalcılığın kuramcılığını yapar. Ardından, toplumsal temleri bırakır, gizemsel (mistik) düşüncelere ve simgeciliğe (sembolizme) kayar. Lunaçarski, Hauptmann’ın yaratıcı bönteminden sık sık söz eder. Örnegin, Temel Evreleri İçinde Batı Edebiyatı Tarihi’nde şöyle der: “Zola gibi başlayan, Alman edebiyatında dizginsiz ve aşağı yukarı bilimsel bir gercekçiliği savunan Hauptmann, simgeciliğe duyduğu merakın etkisiyle sonra ondan ayrılır.“

(2) Bu tartışma, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin 1896’da –Breslau’da değil- Gotha’da yaptığı kurultayında oldu.

(3) Gotha Kurultayı’nda konuşan F. Mehring değil, P. Singer’di.

(4) Maksim Gorki, Klim Samgin (I-IV, 1924/1936), Türkçesi, Klim Samgin’in Hayatı, I, çev. Naime Yılmaer, 1975; Klim Samgin, I, çev. Adnan Cemgil, 1975.

(5) Şolohov, Uyandırılmış Toprak (1932). Türkçesi: çev. Mustafa Nihat Özön, 1938; çev. Sabiha Bozbağlı, 1965; çev. Leyla Soykut, 1973; çev. Müzehher Vâ-Nû, 1988.

(6) K. Marx, Louis Bonaparte’in 18. Brumaire’i (1852). Türkçesi: Louis Bonapart’ın Darbesi, çev. Ahmet Acar, 1967.

(7) Bak: Sçedrin, Bütün Eserleri, 1934, Moskova, C. XI, S. 103.

 

 

Son Güncelleme: Salı, 18 Mart 2014 19:08