Şuanda 281 konuk çevrimiçi
BugünBugün1379
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9103
Bu ayBu ay9103
ToplamToplam10477527
Kızıldere devrimci geleneği yaşıyor PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Çarşamba, 26 Mart 2014 18:22


“GERİLLALAR

Hem partizan hem kumandan
Doğan günde MAHİR ÇAYAN
Kızıldere duman duman
Yanar devrim diye diye
Gerillalar vurdu dağa
Dağ yarıldı boydan boya
Faşist cellat girdi köye
Dayan İLKER AKMAN dayan
Gökte uçan faşist kazlar
Beylerderesini izler
Nişan nişan hedef gözler
Dayan ZİYA GÜNEŞ dayan
Malatya'dan kalkan ordu
Beylerderesi'ne kondu
Kuru dere kana kandı
Dayan HASAN BASRİ dayan
Evin önü bahçe bağlar
Arkasında sıra dağlar
Gerillalar fitil bağlar
Dayan YÜKSEL ERİŞ dayan”

İnsan belki devrimci doğmaz ama, isterse bir devrimci olarak ölebilir. Devrimciliği kendine yaşam biçimi edinenler, bir devrimci gibi ölmesini de becerebilirler.

 

Bundan tam 43 yıl önce, 30 Mart 1972’de THKP-C önderi ve 9 yoldaşı, 12 Mart faşizminin azgın saldırılarına karşı devrimci duruşun somut örneğini sergileyerek, idam edilmeyi bekleyen Deniz ve yoldaşlarını kurtarmak için kendi yaşamlarını hiçe sayarak, ülkemiz devrimi için devrimci  çıkış yolunu gösterdiler. Birer devrimci gibi ölmesini de bildiler. Başkaca bir çıkar yoktu, ya teslim olunacak  ve burjuvazinin zafer çığlıklarına razı olacaklardı. Ya da direnecek, fiziken yok olsalar da manevi olarak devrimcilere rehberlik etmeye devam edecek halkların yüreğinde sonsuza kadar yaşayacaklardı. Onlar ikinci yolu seçtiler. Direndiler ve ölerek ölümsüzler kervanına katıldılar.  

 

Yine Kızıldere direnişi ile Mahirler, eylem birliği ile başlayarak örgütsel birlik yolunun açılabileceğine can bedeli bir duruşla örnek oldular. Ancak ne yazık ki, onların ardılları bunu devam ettiremediler, bırakalım birliği bir amip gibi bölünme yolunu seçtiler. Bugün hala aynı duruşta inat ederek solun bir güç olamamasının sebebi oldular.

 

Biliniyor,Türkiye egemenlerinin devrim mücadelesine verdikleri en büyük zararların başında bellek silme operasyonları gelmektedir.  Amaç, gelecek kuşaklar ile, geçmiş kuşaklar arasındaki bağı koparma, gerçeği ters yüz etmedir. 12 Mart zulmünü bilmeyenler, 12 Eylül mezalimini yaşamayanlar, elbette bugün ; Tayyip gibi, Fetullah gibi gerici yobazları, CHP, MHP, İP gibi ulusalcı ırkçı hareketleri tanımakta zorlanırlar.

 

Geçmişle bağını koparan bir hareketin, geleceğe yönelme ve geleceği kazanma şansının olmadığı ise ortadadır. Her geçmişe yöneliş, geleceğe açılma eğilimini de içinde taşır. Geçmişin araştırılıp iyi ve kötü yönleri ile değerlendirilmesi, geleceğin kazanılmasının anahtarıdır.

 

 Ülkemiz halklarının kurtuluşu için bugün yola çıkanların da, tarihi kendinden başlatma hastalığına düşmeden, devrimci hareketin geçmişini göz önünde bulundurarak hareket etmeleri, onları zafere taşıyabilir. Geçmişin yeniden araştırılıp, o dönemde yazılanların ve yapılanların gözönünde bulundurulması, şimdinin aldatıcı görünümlerinin acımasız bir eleştirisine yönelmeyi sağlamak içindir.

 

 Nietche « yaşama ve eylem için, tarihe gereksinimimiz var » derken, kişinin yaratıcı, üretken olabilmek için insanlık dünyasını sürekli sorgulaması gerektiğine parmak basıyor. Tarih eğer yaşama hizmet ediyorsa, insan da ona hizmet eder. Tarihsel materyalizme inanan devrimci, her dönem ve koşulda kendisini bitişe götürecek olan konformizme karşı, geleneği yeniden ve yeniden diriltmeye çalışmalıdır. Ancak geçmişe ilgi, devrimden kaçışçı ve gerici bir biçimde olmamalıdır.

 

« Geçmişi incelemek, yaşama bağlı kalarak ölümü incelemektir » diyor Lucien Febvre ve ekliyor ; « Geçmişin insanın omuzlarına tüm ağırlığıyla çökmesini engelleyen ve düzenleyen tarihtir. » İşte ülkemiz devrimi için yola çıkanlar da geçmişe böyle bakabilmeli ve Kızıldere sonrasında yaşanan gelişmeleri de göz önünde bulundurarak, belleklerimizin silinmemesi için üzerlerine düşen tarihsel arınma ve araştırma görevlerini de yerine getirmelidirler.

 

 1 Mart 1971’de THKP-C’nin ilanını açıklayan Mahir Çayan şöyle diyor : “ Bu örgüt, Türkiye’de karşı devrim cephesinin tüm baskı ve şiddet ve cebrini göğüsleyerek, kırsal alanlardan fabrikalara, üniversitelere kadar bütün kesimlerdeki devrimci mücadeleyi yönlendirme gayreti içinde olanların örgütüdür. »

 

Bu anlayışla yola çıkış bugünün devrimcilerinin de önünde duruyor.  68 kuşağı görkemli bir direniş sergiledi. Onların devamcıları 78’liler  olarak yeniden başlangıç yapanlar , anti-faşist mücadelede 3 bin yoldaşını kaybetmelerine karşın, işkencelere ve hapislere rağmen devrim için, eşit ve özgür bir dünya için savaşa devam dediler. Öldüler, zindanlara girdiler, işkencelerden geçtiler. Pratik mücadelenin yoğunluğu , Mahirlerin yarım bıraktığı ideolojik, politik donanımlı devrim kadrolarının yetişmesini bu dönemde de engelledi.

 

71 sonrasında yeniden örgütlenen devrimci hareket, 71’e göre nicel olarak Mahirlerin, Denizlerin örgütlerinden kat be kat güçlü olmasına karşın, yine yeterli olmasa da 12 Eylül faşizmine karşı girişilen ve 12 Mart sonrası eylemleri nicel ve nitel olarak kat be kat aşan onlarca kahramanca eylem bile, Mahirlerin Kızıldere eylemi kadar etkili olamadı ve iz  bırakmadı. Gerek 12 Eylül öncesi, gerek 12 Eylül sonrası yapılan bunca eyleme, ödenen bunca bedele karşı  Mahirlerin, Denizlerin, İboların, devrimci duruşlarıyla ve tek başlarına çıplak bedenleriyle yarattığı etkiyi aşan bir gelenek de yaratamadık.

 

Belki Kızıldere de devrimci hareket fiziki olarak bir yenilgiyi yaşamıştır. Ancak 12 Eylül karşısındaki tutumu ile devrimci hareket, esas olarak fiziki yenilginin yanında siyasal bir yenilgiyi de yaşadı. Mahirlerin, Denizlerin ve İboların çizgisinin savunucu olmakta yarışanlar, bireysel çıkışları aşan örgütlü bir devrimci direnişi örgütleyemedikleri gibi, mücadeleyi sürdürmekte kararlı kadroları saf dışına iterek devrimci hareketi tasfiye etmede tereddüt etmediler.

 

Ancak bütün bu olumsuzluklara karşın Kızıldere’de yaratılan devrimci gelenek bugün özellikle gençliğin mücadele pratiğinde yaşatılıyor. Ülkemizin birleşik devrimci hareketi olmaya aday HDP’de yaşıyor.  Birbiri için ölmeyi göze alan siper yoldaşlığı anlayışı, örgütlenme sahasında da siper yoldaşlığına evrilerek, ayrı örgütlenmede olmanın birleşerek ortak düşmana karşı ortak bir cephede yer almaya engel olmadığının pratik uygulaması HDP’de hayat buluyor. Artık sadece direnen ve bu uğurda ölenler, şimdi bu ülkeyi yönetmeye aday oluyorlar. Bu umudu büyütmek, ayrılıklarımızı değil, birlik noktalarımızı öne çıkarmak, ülkenin içinde bulunduğu kaostan halklar lehine bir çözüm yaratmamıza zemin sunabilir ancak.

 

Seçimlere birkaç gün kala yaşananlar, bir turnosol görevi görüyor. Devrimcilikte mangalda kül bırakmayanlar, sıra seçimlere gelince egemen sistemin sunduğu ikili seçeneğin dışına çıkamıyorlar ve gerçek devrimci seçenek HDP’yi oyları bölerek AKP ile işbirliği yapmakla suçluyorlar. Buna ancak yeter artık bu ne aymazlıktır diyerek cevap vermek gerekir. Bu durum her seçimde tekrarlanmadı mı? Her seçim de iktidardaki gericilerden kurtulmak için muhalefet gericiliğini desteklemek bize dayatılmadı mı? Biraz tarihsel belleği olanlar bunu bilirler.

 

Bir üçüncü seçeneğin yaratılması gerektiği inancına sahip olamayanların devrimciliği sadece laftan ibarettir. CHP eğer gerçekten iktidar istiyor olsaydı, biraz soldan nasiplenen bir yapı olsaydı HDP’nin ittifak önerisine cevap olurdu. Bugün Kılıçdaroğlu bunu itiraf ediyor ve HDP’nin ittifak önerisini kabul etmediklerini söylüyor. Ve tutumuyla, söylemiyle de kimlerle ittifak yaptığını hiç gizlemiyor. Bir devrimci Faşist Mansur Yavaş’ı destekleyelim diyebilir mi? Bir devrimci Cemaatçi olduğu ayan beyan ortada olan Sarıgül’ü destekleyelim diyebilir mi? Bir devrimci AKP gitsin de kim gelirse gelsin anlayışını devrimci taktik olarak sunabilir mi?

 

Bize göre bunları önerenler devrimci değil, kendileri bir bölendirler. İstanbul’da Sarıgül’ü destekleyelim diyen solcularımız Dersimde niye BDP’yi desteklemezler ve seçilemeyeceklerini bile bile niye bağımsız aday gösterirler ve ardından el altından niye CHP’yi desteklerler anlayan beri gelsin.

 

Mahirlerin, Denizlerin, İboların gerçek ardılları bugün bize dayatılan bu iki seçeneği de elinin tersiyle itmesini bilenlerdir. Bir üçüncü seçenek mümkündür ve bu seçenek Türkiye’nin tüm devrimci-demokratik güçleri ile Kürt özgürlük hareketi bileşenlerini bir araya  getirme potansiyelini içinde taşıyan HDP’dir.  Kızıldere katliamının yıl dönümünde en iyi anma, egemenlere karşı halkların devrimci-demokratik seçeneğini gerçekleşebilir hale getirmektir. Bunun için oyumuz HDP’ye olmalıdır.  Barajı aşacak bir güce ulaşacak HDP egemenlerin korkulu rüyası, halkların umudu olacaktır.