Şuanda 184 konuk çevrimiçi
BugünBugün1321
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9045
Bu ayBu ay9045
ToplamToplam10477469
Yeni sömürgeciliğin değişkenleri / 14 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Pazartesi, 07 Nisan 2014 18:09


 “Yeni sömürgeciliğin değişkenleri” başlıklı irdelemelerin temel çıkış noktasını oluşturan tez, emperyalist /Kapitalistlerin kendi aralarındaki ilişkinin 20. Yüzyılın sonlarına doğru sermaye hareketlerinin doğal akışı içinde çelişki/bütünleşme diyalektiği bağlamında bütünleşmenin ağır bastığı, ikinci paylaşım savaşı sonrasında başlayan girişimlerde uluslar arası tekelci sermayenin her hangi bir emperyalist devletin ya da sermaye grubunun değil, bütün emperyalist kampın ekonomik ( İMF, Dünya Bankası, Avrupa topluluğu) politik ve askeri (Nato), kurumlarının oluşturulmaya başlandığı, ticari bütünleşmenin giderek siyasi bütünleşmeyle kaynaştırıldığı (AB), 20. Yüzyıl Kapitalistlerinin birçoğunun büyük sermaye gruplarınca yutularak klasik tekelci kapitalizmin daha üst boyutlarda sıçramalar yaparak “küresel kapitalizm” e dayandıkları, yer kürenin en ücra köşelerine kadar genişlediklerini ve artık daha öte gidecek sömürü alanları kalmadığına, kapalı ulusal pazarların/ulus devletlerin bölgesel savaşlarla ve darbeci iktidarlar eliyle küresel sermayenin hareket tarzına uygun düzenlemelerin de periyodik aralıkları sıklaşan kapitalizmin bunalımının önünü alamadığına, ve artık kapitalizmin krizlerden çıkışına olanak tanıyacak Pazar alanlarının tüketildiğine, bu noktada bütün yer kürede “küresel sosyalist devrimin” objektif koşullarının mevcut olduğuna ve her bir olgunun işçi sınıfının mücadelesini, strateji ve taktiklerini, sınıflar ittifakını doğrudan etkileyen sonuçlarına ilişkindir. İçinde bulunulan dönem kapitalizmin tarihin hiçbir evresinde kaydetmediği ve çıkışı mümkün olmayan bunalımlar ve krizler dönemidir. Bu tespitin varacağı yer kuşkusuz kapitalizmin krizlerden birinden çıkmadan diğerine düşecek kadar yapısal hastalığına karşın yerkürede sınıf mücadelesinin ivmesinin neden yükselmediği sorusudur. Tersine Kapitalizmin egemenliğindeki bütün yerkürede, ağırlıklı olarak siyasi/ideolojik düzlemde merkez kapitalist ülkelerde klasik faşizmin, çevre/bağımlı ülkelerde dinsel ve etnik gericiliğin yükseldiği görülmektedir.

Yazının bu bölümü, tesadüfen 2014 yılı yerel seçimlerin sonuçlarının açıklandığı güne rastlamıştır. Son üç ay içinde AKP iktidarının bulaştığı yolsuzlukların AKP iktidarının sonunu getireceğine ve CHP’nin yerel yönetimlerde iktidar olacağına ilişkin toplumda inandırıcılık kazandıran düşünce, seçim sonuçlarıyla birlikte hüsrana uğramıştır. Bütün yolsuzluk, baskı, diktatoryal girişimlere karşın denilebilir ki AKP bu seçimlerden güçlenerek çıkmıştır. Toplumsal hareketin yönünü belirleyen faktörün işçi sınıfının örgütlü gücünden geçtiğini görmezlikten gelen sözüm ona “sol” ve liberal kesim temel gerçeğin üstünü kapatarak popülist politikalarla bir yere varılamayacağını umarız öğrenmiş olsunlar. Benzer popülist etki bilinçli olarak bütün dünyada sistemin baskılarından, yoksullaştırmalarından, sömürünün tahammül edilmez noktaya gelmesinden bıkkınlık getiren kitlelere bilinçli olarak şırınga edilmektedir. Bütün mesele kitlesel tabında sınıf örgütlenmesinin etkisini kırmaya yöneliktir. CHP nin Sendikalar bazında işçi sınıfına yakın duran Sosyal-Demokrat parti pozu, Faşistlere yaranmak için kurt işareti yapması, Medyada liberallere göz kırpması, aday seçiminde sağdan derleme yapması, sosyal medyada mizah konusu olan durum aslında bizim gerçeğimizdir. Yanı başımızda olan gerçeğimizi görmemek için gösterdiğimiz çabanın binde birini gerçeği görmek için gösterdiğimizde aslında sorunun nerede yattığını ve çözümün nereden geçtiğini de görebileceğiz. Sorun yalın ve basittir. 30 Mart 2014 yerel seçimlerine katılma oranı %51 dir. Yani seçmen yaşında olanların yarısı oy kullanmaya gitme gereğini duymamıştır. İstanbul’da seçmenin beşte biri oy kullanmış, beşte dördü sandığa bile gitmemiştir. Bu durumun açık analizi şudur: Kitleler sistemin partilerinden umudunu kesmiştir ve seçim vaatleri onlara bir şey anlatmıyor, inandırıcılık kazanmıyor. Seçimlere ilgisizlik sadece bize has bir durumun ötesindedir. Avrupa’da ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde durum bizden farklı değildir. Sistem kendi devşirmeleriyle kendi çalmakta kendi oynamaktadır. Şu sorulabilir: Peki ama bizim ülkemizde kitleselleşmiş, kitlelerin güvenini kazanmış siyasal ve politik sürece bilinçli müdahalesini, katılımını sağlayacak bir işçi sınıfı partisinin olmayışı, belki bir gerekçe olarak gösterilebilir ama Batının( Avrupa/ABD v.s)  kitselleşmiş Sosyalist ya da Komünist partileri de kitleleri sürece katmakta başarılı olamamaktadırlar. Evet, olamamaktadırlar. BU noktada gerek ülkemizde sınıf partisi olma iddiasını taşıyan gerekse Batının Sosyalist ya Komünist partileri bu gerçeği sorgulamalıdırlar.

Birinci neden ideolojik netlik bulanıklaştırılmış, devrimci ideoloji liberalizme teslim edilmiştir. Marksizmin kapitalizme, devlete, devrime ve işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele biçimine ilişkin temel yapı taşları yerinden oynatılmış, bu partilerin günlük jargonlarına kadar hakimiyet sağlamıştır. Bu partilerin kendilerini ifade ettikleri alanlarda artık Marksizmin sınıf mücadelesine ilişkin sorunları tartışılmamaktadır. Emek-Sermaye çelişki, Devlet, devrim, çalışma tarzı gibi sınıfsal hareketin temel değerlerinin yerini cinsiyetçilik, insan hakları, içeriği boşaltılmış demokrasi tartışmaları almıştır. Yarattığı burjuva demokrasisini boğan burjuvaziden demokrasi beklenir olmuştur. Gericiliğin her türlü nüansının toplumsal etkinlik kazanma çabaları da bu demokrasinin “ örgütlenme özgürlüğü” olarak adlandırılmaktadır. Yeni sömürgeciliğin toplumsal ve psikolojik mühendisi AB imrenilir demokrasi örneği konumuna yükseltilmiştir. Sistemle ideolojik, örgütsel, kültürel, politik, ahlaki bütün bağlarını kesmek yerine Burjuvazinin değer yargıları kabullenilmiştir. İdeolojik kimliksizleştirme burjuvazinin bilinçli ve sürekliliği olan bir eylemidir. Sınıf ideolojisinin üstünün örtüldüğü her kitlesel alan burjuvazinin etnik, gerici, şoven ideolojisiyle doldurulacak ve devrimci hareketin eylemci gücü olması gereken kitleler devimci hareket önünde duvar olacaklardır. İdeolojisizleştirme ve kimliksizleştirme burjuvazinin bilinçli ve sürekliliği olan eylemidir ve bu alan sınıf mücadelesinin en şirretli çarpışma alanlarından başlıcasıdır. Bu alanda var olamayanlara başka alanlarda var olma hakkı tanınmaz.

İkinci neden örgütsel öğreti, şekilsiz, kendiliğinden kuru-sıkı kitlesel kalabalıklar derecesine düşürülmüştür. Burjuva kalemşorları bu tür sol örgütleri pek sevmişlerdir ve en sıkı taraftarları olmuşlardır. Yeter ki bu kitlesel enerji sınıf örgütlenmesi normlarını almasın, maazallah aksi olursa “kitlesel huzursuzluğun” kaynağı olabilirler. Bu nedenle çürüterek kontrol en etkili yöntemdir ve yaptıkları da budur. Gezi eylemlerinde “el çırpan” liberallerin gizleyemedikleri ve sevinç çığlıkları attıkları da budur. Gezi eylemlerindeki kendiliğindencilik, örgütsel önderlikten yoksunluk bu kesimlerin bayramı olmuştur. Bu kesimlerin nakaratına Türkiye solu da ayak uydurmuştur. Gezi eylemi kitlelerin sıkışan enerjilerinin dışa vurumudur. Ancak her kendiliğinden eylem gibi etkisi, eylemi ve etkisini örgütleyecek devrimci örgütlenmenin yokluğu gezi eylemini de “tatlı bir tebessümden” öteye taşımayacaktır. Gezi, devrimcilere açık ve okunabilir mesajını vermiştir. “ Biz hazırız, ama sizi ortalıklarda göremiyoruz”.

Üçüncüsü neden çalışma tarzının klasik, statik sınırlar içine hapsedilmesidir. Kitlesel hoşnutsuzlukları örgütleme, yönlendirme, hedef gösterme yeteneği bu çalışma tarzıyla mümkün olamamaktadır. Parti merkezlerinde, lokallerinde dünya yeniden kurulmakta ama ne yıkılan dünyanın ne de yoldaşlarımızın marifetiyle kurulan dünyanın bunlardan haberleri yoktur. Belirlenen taktik sokakta iflas ediyor diyeceğiz ama kitlesel hareketlerde denenmesi sınanması gereken, belirlenenmiş, tespit edilmiş bir taktik de yok ortalarda. Tartışmalar, itişmeler, kakışmalar entelektüel düzlemde sürüp gitmektedir. Bu noktada sınıf hareketinin neden kitleselleşmediği sorusu da anlamsız kalmaktadır. Çünkü kitleselleşmenin kendiliğinden sağlanmayacağını, kitlelerin de kendini kitlesel hareketlerde ifade etme yeteneğinden yoksun olan adı her ne olursa olsun sözüm ona Sosyalist ya da Komünist partileri var saymayacağını hiç olmazsa devrimciler gerek ülkemizin gerekse dünya devrimci pratiğinin birikimlerinden öğrenmiş olmalılardır.

İşçi sınıfı hareketinin kitlelerle bağını kuracak bir örgüsel yapıdan ve bunu hayata geçirecek, ihtiyaçlarını belirleyecek, harekete uygun taktikler geliştirecek bir çalışma tarzından yoksun oluşu, gerici ideolojilerin kitleler üzerinde hâkimiyet kurmasana ortam hazırlamıştır. İşsizliğin, yoksulluğun, baskının böylesine arttığı bir dönemde AKP’nin almış olduğu oy”un başkaca açıklaması yoktur.

Dördüncü neden; ülkeler arası sınıfsal dayanışmanın törensel boyuttan kurtulup fiili ve maddi dayanışmasının sağlanamayışıdır. Kapitalizmin küreselleşmesine ve bütünleşmesine paralel olarak uluslararası işçi sınıfı hareketinin örgütsel ve Eylem birliğinin sağlanması, sosyalizmin prestiji ve dayanışmanın, kitleselleşmenin ön koşuludur.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız zaaflarımızın farkına vardığımızda ve gereğini yerine getirmek için silkindiğimizde ve ancak o zaman şafağın kızıllığı yeni bir sabahın müjdesi olacaktır. Samimiyetle düşünmek, ön yargılardan kurtulmak ve özeleştirimiz… Eksiğimiz budur.