Şuanda 486 konuk çevrimiçi
BugünBugün1495
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9219
Bu ayBu ay9219
ToplamToplam10477643
Devrimci yoldaşlık ilişkisi üzerine PDF Yazdır e-Posta
İmam Kılıç tarafından yazıldı   
Cumartesi, 06 Aralık 2014 09:24


Biliniyor, insanların gitgide birbirine yabancılaştığı, ilişkilerde rekabetin belirleyici olduğu günümüzde sınırları olmayan, çıkar hesaplarına dayanmayan, geliştirici dostluk ve yoldaşlık ilişkilerine  rastlamak ise gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Bireyi kuşatan duvarlar, iç sınırları, yetmezlikleri, olanaksızlıkları, çevresindekilere karşı daha da duyarsızlaşmasını, toplumsal varlığından kopuk salt birey olarak varlığını sürdürmesini getiriyor. Ve bazen  bizim için bir arkadaşlık ilişkisini sürdürmek bile külfet haline gelebiliyor. Ya da kapitalist toplumda fiziksel yaşamı sürdürmek adına ortaya çıkan  çıkar çatışmaları, rekabet, anlaşmazlıklar bu tür  ilişkileri bitiriyor. Paylaşımlarsa tüm bu olanaksızlıklar içerisinde yüzeysel, günlük olayların ‘paylaşılmasıyla’ sınırlı.

 

Duyguların hep içeri atıldığı, çok nadiren, patlama noktasında paylaşıldığı  bu patlama anlarının dışında duygu ve düşünceler kapatıldıkları hücrelerde dönüp duruyor. Öfke kendi kendine birikiyor, çoğalıyor. Bir türlü yaratıcılığı koşullayacak şekilde ortaya çıkamıyor.  Öyle bir şey ki, sevginin bile dile getirilmesi de ya ayıptır ya da gerek yoktur. Kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmekte bu kadar zorlanırken başkalarının duygularına önem vermek, düşündüklerini doğru anlayabilmek ise mümkün mü? Diğerlerinin sorumluluğunu almak, üzerine titremek, ödünlerde bulunmak ise ancak en yakınlarımız için söz konusu olabiliyor. Ya da hiç olmuyor. Ne de olsa “her koyun kendi bacağından asılıyor.”

 

Ve bugün ilişkilerdeki tüm olumsuz koşullar ve darlıklarımıza  rağmen, sınırlı sayıda insan arasında ve dar bir alanda yaşanıyor da olsa tüm bu ilişkilerin çok daha ötesinde bir ilişki tarzıdır yoldaşlık ve dostluk ilişkileri. Bu öyle bir ilişkidir ki bilene, duygusal, düşünsel birliğin en üst noktasını, umarsız- çıkarsız  ölümüne bağlılığı temsil eden bir ilişki. Hesapsız, kitapsız sonsuz bir güvenle kendisini yeniden üreten,  ancak tüm bunlarla birlikte ve bunların ötesinde gücünü;  yüzünün geleceğe dönük olmasından alan bir ilişki, sonsuz bir güven. Temelinde ortak bir hedef ve toplumsal çıkarlar olan ve rekabetin birbirinin üzerine basarak değil ancak hedefe ulaşmak için, karşılıklı gelişimi ve motivasyonu gözetecek şekilde söz konusu olduğu bir paylaşım.

 

Kendini ifade etme ihtiyacı, tüm insanlarda bir ortak paydadır. Bilgi birikimi kendini ifade etmede farklı seçeneklere imkan verirken, bilinç eksikliği tekrarı getirir. Kişinin kendisine ait yetenek ve başarıların zayıflığı, dışsal yeteneklerle  özdeşleşme gayretini kuvvetlendirir. İlişkilerde sekterlik, kendini dayatmak, farklılıklara tahammülsüzlük; bireyci kişilik yapısıyla ilintili olsa da, genellikle başarı yoksunluğunun, gizli kalmış zayıflıkların, ruhsal doyumsuzluğun ürünü olarak dışavurur.

 

Türkiye solundaki örgütlenmelerin hemen hepsinin 12 Eylül sürecinde dağılması; sorgu ve tutsaklık süreçlerinden güçlenerek değil, büyük kayıplarla çıkması; devrimciliği bir yaşam biçimi olarak içselleştirememiş olmanın göstergesidir. Demek ki, düşman bilinci gibi yoldaşlık bilinci, değerlere bağlılık ve bedel ödeyebilme olgunluğu gelişmemiştir. Böyle bir süreçten çıkarılması gereken sonuçlar, tekrarını önlemeye yönelik olmalıdır. Kendini bu yenilginin dışında görmek, kendi dışında kabahatli aramak, “devrimciler içinde en devrimci” olduğunu kanıtlama gayretine boğulmak; yoldaşlık ilişkilerinin gelişiminin önünde engel oluşturur.

 

Bundan dolayıdır ki,  geçmiş pratiklerinde devrimciliği ve dolayısıyla yoldaşlığı doğru kavramayanlar; bugün, ya sisteme yakışıksız biçimlerde geri dönmüş, ya da kendi ihtiyacı olan bir örgütlenme yaratarak, sistemi sola taşımıştır.

 

Solculuk adına egemen sistemi yeniden kendi içimizde yaratmak, taşıdığımız zaafları gizlemek veya taşımakta ısrar etmek devrimcileri ve devrimciliği bir yere taşımaz. Bütün yaşanmış olumsuzluklara karşın birbirimizi sevmek için çokça nedenimiz var. Ortaya koyduğumuz tablo, hepimizi kaplıyor; bu nedenle güzellikler de “günah”lar da hepimize ait ve hepimizin ürünüdür.

 

Yoldaşlık bir olmaktır, birlikte yürüdüğü insanların yükünü omuzlamaktır.

 

Yoldaşlık  kardeşliği, ana ve yar sevgisini  bağrında taşıyan çıkarsız, umarsız bir bütünleşmenin öznesidir. Yoldaşlık bir olmaktır, birlikte yürüdüğü insanların yükünü omuzlamaktır, hatalarını kendi hatası sayarak onların aşılmasına yardımcı olmaktır.

 

Bugün kapitalizmin yarattığı yabancılaşma denen zehrin devrimci ilişkilere sızması önlenemediği için devrim yoldaşlığı, artık çıkar yoldaşlığına dönüşme riski altındadır.  Bu risk orta yerde durduğu için, devrim yoldaşlığı günü kurtarma yoldaşlığına dönüştüğü için  sistem içi solculuk prim yapar hale gelmiş, içten bağlılık ve sadakat yerini gösteriş yoldaşlığına bırakmıştır.  Artık bahsettiğimiz çıkarsız, umarsız yol arkadaşlığı prim yapmıyor. Bundan dolayı da düzen kişiliği tüm kiri ile devrimci hareket saflarına sızma imkanı buluyor ve bu ortamı bozup, sistemin kitleler nezdinde yarattığı yabancılaşma, kişiliksizleştirme ve ahlaksızlaştırma anlayışları devrimci ortamımızı bozarak, tüm iyi niyetli başlangıçları daha ruşeym halinde iken boğmaktadır.

 

Bu durumun temel nedenlerinin başında yoldaşlığın yaşamda karşılık bulamamasıdır. Yani devrimciyim diyenin devrimci gibi yaşamamasıdır. Yaşamda içselleştirilmemiş bir anlayış ise ütopik olarak zihinlerimizde  var olmaya devam etse de, toplumsal bir karşılık bulamaz.  Devrimcilik bir yaşam biçimi haline getirilebilinirse, inandırıcılığı da o kadar kolay olur. böylesi bir ilişkide birbirini yıpratma, tüketme olasılığı yerini birbirini anlamaya, tamamlama ve sahiplenmeye bırakacaktır. Gerçekte bu, bir nitelik sıçramasıdır. Bu durumda devrimci ufuk açımız netleşecek, teoriden yaşama aktarılan devrimci değerlerin ilişkilere kazandırdığı kalite  gönülleri de, gönüllerde yoldaşlara ayrılan yeri de büyütecektir.

 

Değişim isteyen önce kendinde başlamalıdır

 

"Kendi kendini değiştirmenin ne kadar güç olduğunu düşünürsen, başkalarını değiştirmeğe çalışmakta şansının ne kadar az olduğunu anlarsın…" (Voltaire )

 

Dünyayı değiştirmek, insanı değiştirmek, kendini değiştirmek ve değişmek isteyen  insanın mücadelesi, öncelikle ve en kesintisiz biçimde kendiyle olmalıdır. Devrimci hareketlerdeki  örgütsel ilişkilerde yaşanan en büyük sorun, kişilerin devrimcilik öncesi nitelik ve alışkanlıklarıyla yani içinden çıkıp geldikleri kapitalist, feodal, ataerkil değerlerle hareket etmesinin önlenememesidir. Hele bir de yeterli bir politik düzey kazanılmamış ve buna bağlı örgütü içselleştirmiş kadro düzeyi yakalanamamışsa, örgüt içinde herkes herşeyden anlıyormuş ve sorumluymuş gibi davranmakta, sonuçta da devrimci çalışmanın ihtiyaçları değil, kişilerin işlev ve yorum farkları öne çıkmakta;  sonuçta kaçınılmaz olarak bir karşı karşıya geliş yaşanmakta ve daha başlamadan örgütsel ayrılıklar gündeme gelmektedir.

 

Ülkemiz solunun tarihini objektif  bir analizden geçirenler görecektir ki, yaşanan tüm olumsuzlukların altında yatan ana neden yetmez yoldaşlıktır,  sosyalizmi içselleştirememiş kişiliktir, devrimciliği yaşam biçimi olarak özümseyememiş bireydir. Örgütlü olmayı, bir araya gelmiş insanların aritmetik toplamından ibaret gören anlayış uzun süre bu insan topluluğunu bir arada tutacak bir yapı oluşturamaz.  Çünkü aynı ortak idealler etrafında bir araya gelenler “ben”lerinden vaz geçmelidir. Birbirine aşkla katılım sağlamalıdır. Böylesi bir ileri ilişki yakalayan  yapılarda birey bir başkasının yükünü omuzlarken bunu bir fedakarlık gösterisi değil, ilişkinin doğal seyri içinde gerçekleşen ve tadı da anlamı da bağrında taşıyan bir  gönüllülük işi olarak görür.

 

Burada söylenmek istenen, devrimcilerin doğuştan mükemmel insan oldukları düşüncesi değildir. Biliyoruz ki birey , devrimci saflara katılmış olsa da, kendisiyle mücadelesi bitmez.  Devrimci birey yaşadığı her sorunda  bu durumu anımsamalı ve  kendisini sürekli gözden geçirmelidir. Kendisine karşı acımasız, yoldaşına karşı ise pozitif ayırımcı olmalıdır.

 

Einstein’in “karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde çözemezsiniz” içerikli bir saptaması vardır. Burada anlatılmak istenen yaşadığımız sorunda haklı tarafta da olsak,  bu zeminin dışına çıkıp olaya başka bir düzlemde bakabilmek oldukça zordur. Ve Einstein’in bu aforizması sözde herkesçe kabul edilmiş görünse de, olayları değerlendirirken çoğu kez göz ardı edilmektedir.

 

Mücadeleyi geliştirmek, yoldaşlığı geliştirmekten geçiyor.

İçinde geçmekte olduğumuz süreç devrimcilere daha ağır görevler yüklüyor. Bu zorlu ama bir o kadarda  onurlu devrimci görevlerin yerine getirilmesi yoldaşlık bağlarının sağlamca örülmesi ve bunun gereklerinin  yerine getirilmesiyle bağlıdır. Bundan da öte, ülkemizdeki anti-kapitalist tüm yapılanmaları bir araya getirecek sistem muhalifi bir ortak aklın harekete geçmesi gerekmektedir. Aksi halde birikmiş  toplumsal sorunları çözecek devrimci bir atılımı  yerine getirmek ve emin adımlarla ileriye doğru  yürümek  söz konusu olamaz. Dahası, küçük olsun benim olsun mantığını aşmamış, parçalı bir duruşta ısrar etmek ; kendini tekrarlayan, çoğulculuğu dışlayan despotik anlayıştır. Böylesi anlayışlardan  devrimci gelişme  beklenemez ve  böylesi yapılarda yoldaşlık ilişkileri de sağlamca örülemez. 

Ülkemiz devrimcilerinin kavrayamadığı, devrim yoldaşlığı esprisidir. Bu örgüt yoldaşlığını aşan bir anlayıştır ve adı da siper yoldaşlığıdır. Ortak hedefe ortak yönelmenin yoldaşlığıdır. Geliştirilmesi gereken bu yoldaşlıktır. Bugün hala Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin siper yoldaşlığını kavrayamadığımız ve kavratamadığımız için, onların emeklerini yüzlere katlayacak bir emek vermiş olmamıza karşın, onları aşamamanın sancısını yaşıyoruz.  Artık nostaljik bağlılığın ötesine geçilmeli ve onların ayrı örgütsel yapılarda olmalarına karşın, birbirleriyle siper yoldaşlığı yapmış olması doğru anlayışını içselleştirilmelidir.

Bunu sağlamanın yolu ise geçmişimizle doğru bir bakış açısıyla hesaplaşmaktan geçiyor.  Sadece geçmişimize güzellemeler yaparak geleceği kuramayız.  Söz konusu ettiğimiz yoldaşlık ilişkilerine zarar veren ve içini boşaltan kendini dayatmacı, örgütleri bölücü, parçalayıcı eğilimlerin acımasızca eleştirilmesi gerekiyor. Devrimci ahlaka, yoldaşlık hukukumuza uygun olmayan anlayışlar mahkum  edilmelidir.  Devrimci örgütler arası çatışmaları körüklemiş, örgüt içi çelişkileri şiddetle çözen anlayışlarla hesaplaşıp, bu suçları işleyenler teşhir ve tecrit edilmeden devrim yürüyüşü yapıyoruz demenin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur.

Devrimci, değiştirici ve dönüştürücü bir anlayışın  sağlıklı bir zemin üzerinde yükselebilmesi için, geçmişi ile doğru temellerde hesaplaşmış, örgütsel yapılara yabancı düşman sızması ideolojik yaklaşımları mahkum etmiş kolektif bir bilinç, ruh ve irade gücü ortaya çıkarmak ve yeniden bu sağlam zemin üzerinde devrime öncülük edecek siyasal iradeyi oluşturmak gerekiyor.

en küçük bir birliktelikte bile güçlü yoldaşlık bağları gerekiyor. İşte tamda burada işe yoldaşlık nedir sorusunu yanıtlayarak başlamak gerekiyor. Yoldaşlık; bir amaca ulaşma yolunda kurulan ortak iradedir.  Tarihte ailesel, aşiretsel, kabilesel, ve ulusal amaçlar olmuştur. Bu amaçların hepsi elbette toplumsal bir öz taşırlar. Bundan dolayı da insani özü içlerinde barındırırlar.  Kendini sosyalist-komünist olarak adlandıranların ilişkilerinde  büyük bir insanlık sevgisi, birbirine ölümüne bağlılık ve özgürlük aşkı vardır. Ancak birbirlerine böylesine umarsız ve çıkarsız yaklaşabilen bireylerin ortak iradeleri ile oluşmuş yapıların geleceği kurma iddiaları gerçekçi olabilir.

sosyalistler hakikat savaşçılarıdır, amaçları  yeni yaşamı ve yeni insanı yaratmaktır. Her yeni eskinin bağrından doğar ve eskiyi yıkarak kendisine yer edinir. Yeni bir yaşam kurmak, yeni insanı yaratmak devrimci bir dönüşümü zorunlu kılar.  Kendini toplumsal ilerlemeye adamış bireyler topluluğunun arasındaki ilişkinin adı yoldaşlıktır. Ve görüldüğü gibi ortak amaca kilitlenmiş bireylerin ortaklaşmış iradesi ile sonuç alınabilir.

Ülkemiz sosyalist hareketinin geçmişine baktığımızda, bu kadar dağınıklığın yaşanması, bu kadar bölünmenin olması ve bu ayrılıklarda izlenen şiddet unsuru bu örgütlenmelerde yoldaşlık bağlarının zayıflığına işarettir. Yani devrim ve sosyalizm amacına bağlılıkta zayıflık vardır. Elbette bunun başlıca nedenlerinden birisi, bireyin yeterli bilgi birikimine sahip olamamasıdır. Buna bağlı olarak örgütte bireyin birikimine, bilgisine ve tecrübesine göre değil de,  eylemsellik boyutuna  bakılarak sorumlu mevkilere gelmesidir. Yani özden daha çok söze ve eyleme göre mevki verme ön planda olmuştur. Bu elbette o dönem içinde  geçmekte olunan aktif anti-faşist mücadele şartlarından kaynaklanmaktadır.

Devrimci örgütler, yeterli bilgi birikimine, teorik ve ideolojik donanıma kavuşmadan kendilerini anti-faşist günlük mücadelenin içinde buldular. Bu durum örgüt bireyinin günlük arkadaşlık ilişkilerini yoldaşlık ilişkisi olarak algılamasına sebep oldu. Mahalle arkadaşlığı, bölgesel hemşehricilik, aynı toplumsal kesimden geliş örneğin köylü kökenlilik, aynı inançtan geliş gibi eski düzen kalıntısı şekillenme ile birlikte örgüte gelen insanlar, bu özelliklerini aşacak yeterli bir bilgi birikimine kavuşamadıkları için birbirlerine çok bağlı olduklarına inansalarda, özde hiç bir zaman yoldaş olamadılar.

Yaşanan örgütlenmelere ve akabinde yaşanan örgütsel parçalanmalara baktığınızda , yukarda söylediklerimizin ne kadar gerçek olduğunu görürsünüz. Ülkemizde adeta her örgüt bir bölgenin, bir şehrin adı ile anılır oldu. Bu bir tesadüf olabilir mi?

Buradan şu çıkarılmamalıdır. Yoldaşlık için elbette doğru temelde edinilmiş bir ideolojik-politik bilinç gerekiyor. Ancak tek başına bu değildir yoldaşlık. Yoldaşlık olağanüstü duyguları içinde barındırır. Paylaşımı, emeği ve üretimi gerektirir. Yoldaşlık ilişkisinde, bireysel bilincin yanında, kollektif bilinç, örgüt bilinci doğar ve gelişir. Ortak bir ahlak  ortaya çıkar. Buna devrimci ahlak diyoruz.  Devrimci ahlakta: yoldaşça sevgi, denetim, paylaşım, eleştiri-özeleştiri, ve güven vardır.

Yoldaşlığın en güzeli, en zor günlerde yaşananı, gelişenidir. Paylaşılan bir simit, yürümekten şişen ayakların ortak sızısı, geceyarısı kuytu bir köşede birbirine sığınıp gizlenmek, sobasız bir evde beraber titremek, ortak özverilerde bulunmak, düşmana karşı sırt sırta vermek, en elverişsiz koşullara rağmen birlikte üretmek, direnmek, kendinden sakındığını yoldaşına layık görmek, ihaneti ve acıyı, inadı ve direnci paylaşmak… ve bütün buna benzer zorlukları sızlanmadan, şikayet etmeden, sadece yapılmak zorunda olunduğu için değil, bilerek ve isteyerek yapmak, insanlar arasındaki ilişkiyi görece rahat zamanlardakine oranla, çok daha hızlı ve güçlü bir biçimde geliştirir.

Yoldaşlık ilişkisi, insanlık değerlerinin en yoğun ve rafine tarzda üretildiği ve hayata geçirildiği ilişkidir. Sevgi, coşku, dayanışma, dürüstlük, güven, sadakat, inanç, hepsi doruktadır.

“Sorgulamanın ve akletmenin bittiği yerde PUTLAŞTIRMA başlar.” (Ali Şeriati)

Binlerce yıl öncesinden Platon diyor ki:

 "Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır.

 Eğer bu sağlanamazsa, demokrasi, otokrasiye geçebilir.

 Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsa başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.

 Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse, oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer.  Demagoglardan da diktatörler çıkar."

Bizim ülkemizde de olan budur. Hem egemenler cephesinde bu tür eğilimler işbaşındadır. Hem de kendisini düzen muhalifi gören örgütlenmelerde bu böyledir. Yani devrim için yola çıkan yapılar, önce kendilerinde devrimci bir değişim yaratarak işe başlayamadıkları ve üzerlerinde taşıdıkları tüm eski toplum ilişkileriyle ve anlayışıyla devrim saflarına geldikleri için dönüştürücü bir dinamik yaratılamamıştır. Kolektif bir örgütlenme, kolektif bilinç ve kolektif akıl, kolektif bir ahlak anlayışının gelişmediği devrimci yapılarda ortamdan yararlanan fırsatçı tipler öne çıkarak lider olmuş ve geride kalanları da kendine mürit haline getirerek, devrimci örgütü  adeta bir tarikata dönüştürmüştür.

Mürit olmayı kabul etmeyenler iki yol izlemiştir. Bir kısmı ayrılmış ve köşesine çekilmiştir. Bu durumda eski örgütü onlara genellikle dokunmamıştır. Bir kısmı ise yeni bir mürit hareketi yaratacağım diye, düne kadar içinde yaşadığı örgütü, birdenbire karşı devrimci, revizyonist, reformist, halk düşmanı ve benzeri sıfatlandırmalarla suçlayarak kendisine bir yer açmaya çalışmıştır. Tabii karşı tarafça da, ayrılanlar aynı sıfatlarla isimlendirilerek teşhir ve tecrit edilmeye çalışılmıştır. Bu tartışmalar zaman zaman  tarafların birbirlerine karşı şiddet kullanmasına kadar varmıştır.  Bütün bunlar aslında başından beri devrim yapacağız diye yola çıkanların,  devrimi kendi bireyinde bile gerçekleştirememiş olmasının kanıtıdır.

Oysa çoğumuzun ağzından düşürmediği sözdür, “Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır sarptır” yani yola çıkarken bu zorlukları göze almak gerekir. Ancak gel gör ki,  başarısızlığımızın altında yatan ana nedenlerden birisi de, zor olan bu yola kolay insanlarla çıkmamızdır. Aynen Ozanın dediği gibi “zor yola kolay insanla çıkarsan, yolu da satar yolcuyu da...”  bu tür kolay insanlar devrim yolunda, hem yoldaşını satmıştır, hem de devrimi satmıştır.