Şuanda 104 konuk çevrimiçi
BugünBugün1272
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8996
Bu ayBu ay8996
ToplamToplam10477420
Şah Kalender isyanı ve Alevi tarihinden kesit PDF Yazdır e-Posta
İhsan Sağmen tarafından yazıldı   
Cuma, 17 Nisan 2015 16:54


Horasandan çıktı yüzlerce eren

                                   Yolunu tuttu Anadolu’nun

Barışı, dostluğu ve kardeşliği

 

Yüreklerinde  taşıyorlardı

 

Ve Amasya şehrinde iki BABA güvercin

Binlerce müridiyle karşıladı onları

Bir kaç yıl ortak oldular BARIŞA

 

………Kara bulut gibi çöktü SELÇUKLU

 

Kan gölüne çevirdi

…………………………………

 

Değişti dünya da Baba İSHAK,

                                        İLYAS ve Bektaş VELİ’nin kardeşi 

 

Çırpınışlar, bağırışlar…………

                                        Çoluk çocuk kılıçtan geçirildi

 

Vahşet yaşandı SİVAS, AMASYA,                                                             

 

ÇORUM, TOKAT’da

Yanmıştı ağaç fidanları

 

Ve büyük GÜVERCİN

                         Aldı yanmış köseğiyi

                                                            Devam dedi,  DAVAYA

 

Taktik değişti, yeniden yurt edinildi

                        Adını verdi Kırşehir KARAHÖYÜK’e

 

Binlerce güvercin uçuruldu

                        Ve her biri  UMUT taşıyordu

                                                                          Köseğiler yeşeriyordu.

 

 

Bu kitap da, yazarımız Ali Haydar Avcı’nın vermek istediği şey, tarihe, mekana, bireye dayandırılmış, toplumun dinamizmini hızlandıracak, sosyal isyancılığın hangi koşullarda ve gerekçelerde doğduğu, onun objektif koşullara göre kendini nasıl biçimlendirdiği, bireylerin farklı zaman diliminde de olsa, aynı başkaldırı tavrını gerçekleştirdiği, aynıların aynı yerde buluştuğu, doğrularla yanlışın ve ihanetin çakıştığı anlarda sosyal psikolojinin ve biriken enerjinin, gelecekte oluşturacağı yeni sosyal yapının inşası için araçların, zaman ve mekana göre kullanımının diyalektik dökümüdür.

 

Tarih kitaplarında bulunmayan,  iktisadi, sosyal, politik ve siyasanın taktik ve oyunlarını, canlı sahnede bire bir oynatan, aslının aynısı dedirten, okuyucuyu tarihin derinliklerine çekerek, ona düşünme zamanı ve pratikliği veren bir serüvenle, özellikle kendi yaşadığım coğrafik koşullarla, bildiğim alanları kitaba ekleyerek anlatması, çoğunluk olarak, tarihsel bir doküman hissi verdi.

Yıllarca, okuduğum Alevilik tarihi kitaplarında ulaştığım sentezleri, bu kitapta, hazırca buldum. 

Sevgili yoldaşım Ali Haydar Avcı’ya, bize, böyle bir kitap kazandırdığı için teşekkür ediyorum.

 

“Ferman padişahın dağlar bizimdir” sözü isyanların Osmanlı dönemindeki özetleyici atasözüdür.

“Sosyal isyancıları dağa çıkmaya ve direnmeye iten temel koşullar özetle genel bağlamda şunlardır;

 

1.      Toplumsal ve bireysel yaşamlarını sürdürebilmek için temel gereksinimlerini karşılamak,

2.     Can güvenliğini sağlamak ve savunmak

3.     Eşitlik, hak, adalet ve özgürlük sitemi,

Dizginsiz hale gelmiş baskı, talan ve sömürüye son vermek.

 

 

Dağa çıkan kişi, isyanı, doğaya, düzene, kendi kalıplarına karşı  başlatmış demektir. Ütopik olarak isyan düşüncesini hayata geçirmek, diğer bireylerle aynı doğrultuda birleşmeyi gerekli kıldığından, yoğun bir hareketliliğin içine girmiş olacak, barınma, giyinme, açlık hissini, doğanın çetin koşulları ile baş başa kalarak çözmeye çalışacaktır.

Sosyal isyancı, elinde kullanacağı silahı, pala, kılıç, ok ve diğerleri, onun daimi anlık teçhizatıdır artık, ‘beden hızı ve beyin hızı’ yaratıcılıkta elde ettiği pratik zeka nın oluşumuna ve sosyal isyancıyı atik ve pratik olarak yapılan eylemlerde saldırı ve savunma tekniklerinin gelişmesine, sonrada gerekliliği söz konusu olduğunda, geri çekilmenin de ustalıkla yapılması, düşmanının her eylemde kayıp vereceğinden, dinamik bir üstünlüğü, pratik ve psikolojik özgüveni sürekli duymasına sebep olacaktır.

 

Sosyal isyancıyı hızlı düşündüren ve disipline eden şey;”

1.  Algılama - kavrama

2.  Değerlendirme

3.  Çözüm üretme

4.  Karar verme - karar alma

5.  Sonuca varma

6.  Karar uygulamadır.”

Yukarıda sayılan bu yeteneklerin, bahsedilen eylemler dizininde elde edinilen değerler olduğunu, Anadolu coğrafyasında gerçekleşen sosyal isyancıların, önemle bu yetileri geliştirerek devam ettirdiklerini, bir sonrakine de öğrettikleri, isyan süresi içinde, vur kaç taktikleri ve uzun yürüyüşler ve diğer birliklere ulaşma kalabalıkla hareket, toplu davranma disiplinini de beraber geliştirmiştir.

 

Sosyal isyancı; Toplumda oluşan zıtlığın farkında olanı, taraf olanıdır, toplum, karşıtların mücadelesinde, düzenin karşısına sosyal isyancıyı karşıt yapmış, zıtların mücadelesini ezilenin yerine aday olarak oturtmuştur. Egemen olana karşı savaşta, yani ağa, bey, efendi, padişah onun karşıtlığıdır.

 

Sosyal isyancı; karşıtına göre, isyanında ne kadar güçlü olursa elbette ki, kazanacaktır, fakat kendi hesap edemediği zıtların da zaman zaman içinden doğduğunu zurnanın zırt dediği noktalarda öğrenecek, zayıf alanı güven ve ihaneti de ileride tadacaktır.

 

Yazarımız bu anları, kitabın ilerleyen sayfalarında verdiğinde zaman zaman şoke olduğumu belirtmeliyim. Öylesi ihanet ve keskin dönüşlerde içimdeki kızgınlıktan kitabı yarım gün okumadım, ama gerçeği de inkar edemezdim, kabul etmeliydim.

 

YAVUZ  DÖNEMİ

 

“Alevi – Kızılbaş toplumuna karşı kin ve düşmanlığı en üst boyuta taşıyan Yavuz Selim’in de padişah olur olmaz ilk yaptığı işlerden birinin vakanüvislerin deyimiyle ”milk-i Rum’u (Anadolu toprağı) kurtarmak ve korumak için” kırk binden fazla Aleviyi defter ettirerek öldürtmek olduğunu, öldürülmeyenlerin ise en azından sürgüne gönderildiğini, döneme ilişkin kaynak ve belgelerde çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Taraflı bir duruş sergileyen Osmanlı kaynaklarında bile  Alevi – Kızılbaş toplumuna yönelik bu hareket “fartı(aşırı) gayretle fazlasıyla icra” edilmiş olabileceği, “ricat hattını korumak için dahi olsa mazur görülmeyeceği” belirtilerek “kanlı icraat” ve “korkunç bir katliam” olarak değerlendirilmektedir.

Fransız tarihçi Lamartine tarafından bu durum şöyle anlatılmaktadır: Sultan Selim Anadolu ve Rumeli’de bulunan bütün taraftarlarını yok etmeye başladı…. Özellikle Türkmenler ve Karamanlılar arasında Ali taraftarları çoğalmıştı. Sultan Selim casusları aracılığı ile Anadolu ve Rumeli’nin bütün köy, kasaba ve aşiretlerinde yaşayan Alevilerin listelerini hazırlattı. Bu listelere de yedi yaşından ihtiyarlara kadar kırk bin kişinin adı yazılmıştı… Verilen bir işaret üzerine bu kırk bin kurban acımasızca boğazlandı.”

 

Yapılan bu katliamları padişah elbette ki, Şeyhülislam fetvalarına dayandırarak yapmaktadır.

 

“Bu katliamlara ek olarak İdris-i Bidlisi’nin öncülüğünde, Kürdistan askeri ve Osmanlı güçleri tarafından Diyarbakır’la Tebriz arasında soykırıma varan korkunç bir Kızılbaş katliamı gerçekleştirilmiş, insanlar katledildiği gibi, bütün yerleşim yerleri yakılıp yıkılmış, deyim yerindeyse taş üstüne taş, omuz üstünde baş bırakılmamıştır. Bölge bir bakıma ıssız bir çöle, bir yangın yerine döndürülmüş, ot bitmez, kuş uçmaz, kervan geçmez hale getirilmiştir. Bu durumu, yaşanan olay ve gerçekleştirdiği katliamları İdris-i Bitlisi çok ayrıntılı bir şekilde ve büyük övünçle anlatmaktadır. Bu gerçekliği uzun uzun anlattığı “Selim- Şahname” adlı, Yavuz Sultan Selim’e adadığı çalışmasından izlemek olanaklıdır.”

 

Bu gün iktidarın İstanbul boğazına, yeni köprünün adını neden, Yavuz Sultan Selim koymak istediğini, ecdadı olan katliamcı anlayışın Alevi halka olan düşmanlığındandır. Alevi ve Kızılbaşların birlik ve beraberliğini en kısa zamanda sağlaması, geçmişten ve yakın tarihten ders alarak toparlanması mutlaka hayata geçirilmelidir.

 

HACI BEKTAŞİ VELİ

 

Kitapta böyle bir bölüm, isim olarak olmamasına rağmen, Ali Haydar Avcı, önemle bin beş yüz yılına varan zamana kadar, akılcı bir biçimde soy seceresini  oluşturmuş, şimdiye kadar oluşturulan kök sıralamasında kuşaklar arası yaş farkını mantıklı bir hesaplamayla yapmış. Bu anlamda akla uygun olan bu tespitle hareket edersek, gerek Osmanlı arşivlerindeki resmi tarihe, hem de, yabancı tarihçilerin kaynaklarıyla uyum içinde oluruz. Şah Kalender Çelebi’nin yazılmasında bu eksikliklerin de tamamlanması gerektiğinden, yazarımız doğru bir iş gerçekleşmiştir.

 

Mesela, “bazı kaynaklar Balım Sultan’ın 1428’de doğduğunu yazmaktadır. Bu durumda bu durumda bu bilgilerin hangisine inanılabilir?  Bugün için elde kesin belgeler olmasa da, 1428 olarak verilen doğum tarihi, bize göre akla uygundur. Balım Sultan 1499 yılına kadar Dimetoka’da Kızıl Deli dergahında postnişin olarak bulunmuş, 1500 yılında Hacı Bektaş dergahına gelerek posta oturmuştur.

Vilayetname’de Mürsel Bali oğlu Yusuf Bali’nin adı geçmektedir. Mürsel Bali’nin ölümünden sonra kanımıza oğlu Yusuf Bali yirmi yıla yakın posta oturmuştur.

Bütün bunları belirttikten sonra bize göre soyağacı şu şekilde olmalıdır:

 

1.     Hacı Bektaş (1209-1270-71) ve Kadıncık Ana(doğum:?- Ölüm:?).

2.     Hacı Bektaş ve Kadıncık Ana oğlu Habib Efendi (Doğum:? – Ölüm:?)

3.     Hacı Bektaş ve Kadıncık Ana oğlu Hızır Lala (Doğum:? – Ölüm:?)

4.     Hızır Lala oğlu Seyit Ali Sultan; Namı diğer: Kızıl Deli, 1310 – 1402.

5.     Seyit Ali Sultan oğlu Resul Bali, 1361 – 1441.

6.     Seyit Ali Sultan oğlu Mürsel Bali, 1384 – 1483?

7.     Mürsel Bali oğlu Yusuf Bali (Doğum:? – Ölüm: 1500 – 1501).

8.     Resul Bali oğlu  Balım Sultan, 1428 – 1516 – 17

9.     Yusuf Bali oğlu Kalender Çelebi, 1476 – 1527.

 

Yukarıda yazılı soy ağacına, eleştiri getirenler olabilir, ancak eldeki bulgular ve soy sıralama mantığı bunu böyle çözümlemeyi gerektiriyor. Ali Haydar Avcı ile yaptığım telefon görüşmelerinde de kısaca bu konuyu tartıştık, her insan, ana ve baba kuşağı ve torunlarıyla olan zaman aralığını hesap ederse böyle mantıklı sonuca ulaşabileceği, kararına vardık.

 

Kitapta, soy ağacı 1527 yılından sonra belgelerle çoğunlukla doğru yazılmış durumda, benim burada uzun uzadıya hepsini almam, özetin içeriğini değiştirir. Şah Kalender Çelebi’nin hayatı ile ilgilenmem dolayısıyla bu kadar şimdilik yeterlidir.

 

 

En önemli konulardan birisi olan Yeniçeri ocağının kurulması olayını yazarımız önemle ele almış, Hacı Bektaş Veli’ye bağlanmak istenen, Gülbank duasının bir kere 1362 yılında kurulan ocağın, Hacı Bektaş Veli’nin 1271 yılı olan ölümü ile hiç uyuşmuyor. Arada yüz yılı aşkın bir zaman var.

Hacı Bektaş soyundan gelen Cemalettin Çelebi’nin verdiği bilgi en akla yakın olanıdır.” Cemalettin Çelebi, dualama işinin Hacı Bektaş Veli’nin oğlu Seyit Ali; namı diğer Timurtaş Sultan tarafından yapıldığını söylemektedir. Müstakim- Zade’ye göre bu dualama işi, Evlad-ı Hacı Bektaş veli’den Timurtaş Dede ve Evlad-ı Mevlana’dan Emirşah Efendi tarafından yapılmıştır.”

 

                  Yeniçeri ocağı Gülbank;

 

“Müminiz Kalü-Beliden beri

Hakkın birliğine eyledik ikrar

Bu yola vermişiz seri

Nebimiz vardır Ahmed-i Muhtar

La yezal mestaneleriz

Nur-ı ilahide pervaneleriz

Sayılmayız parmak ile

Tükenmeyiz kırmak ile

Kimse bilmez ahvalimiz

Taşramızdan sormak ile

On iki imam, Pir-i tarikat cümlesine dedik beli

Üçler, beşler, yediler, Nur-ı Nebi,Kerem-i Ali

Pirimiz, üstadımız Hünkar hacı Bektaş Veli

Demine, devranına hu diyelim hu”

 

Değişik Gülbank okumaları vardır fakat hemen hemen aynı öz ve özelliktedir.

 

ŞAH İSMAİL

 

“Şah İsmail, Erzincan – Saru Kaya’ya geldiğinde Anadolu’nun  Alevi – Kızılbaş toplululukları tarafından yapılan inanılmaz coşkulu karşılama bilinen bir durumdur. Şah İsmail’in 1500 yılında Anadolu’ya geçtiğinde Erzincan’ın güneyinde bulunan Sarıkaya yaylağı (O dönemde Saru Kaya) bölgesinde iki ayı aşkın kalmış ve orada Kızılbaş Türkmen aşiretleri ve konakladığı dönem ilkbahar ve ilkyaz dönemidir. Burada Ustacalu aşireti, Çavuşlu obasından Oğlan Emet’e konuk olmuştur.”

Şah İsmail’in burada kaldığı süre içerisinde “Anadolu’nun diğer bölgelerinde bulunan Alevilerin görülmemiş bir sevinç ve coşkunluk içinde, “bahar ayının seli gibi” akın akın, dalga dalga yanına aktıkları bilinmektedir. Bunlar öncelikle Ustaçlu/Ustacalu, Tekeli, Çepni, Zülkadir/Dulkadir, Avşar/Afşar, Karamanlu, Bayat, Kaçar, Şamlı, Rumlu, Turgudlu, Cerid, Varsak gibi Kızılbaş inançlı ve Osmanlı sistemiyle derin çelişkileri olan  Türkmen aşiretleridir. Saru Kaya’dan gönderilen  toplanma haberiyle Alevi – Kızılbaş toplulukları arasında  coşkunluk, duyarlılık ve kaynaşma öyle doruğuna ulaştı ki, neredeyse bir aşk haline dönüştü.”

Şah İsmail ile Şah Kalender karakter ve kişilikleri birbiriyle tam olarak örtüşüyor, sorunların birbirlerini nasıl etkileyeceğini iyi bildiklerinden ve kaderlerinin aynı olduğunu tahmin edebiliyorlardı. Şah Hatayi’nin  Kalender üzerine söylediği  şiirde aşırı övgü kullandığını görürüz;

 

“İki alemde sultandır Kalender

Kadim ü küfr ü imandır Kalender

 

Kalender’dir hakikat sırr-ı kevneyn

Emir-i hayy-i fermandır Kalender

 

…………………………………..

 

Vilayet Kabe’sin açtı Hatayi

Gulam-i Şah-ı Merdan’dır Kalender”

 

Şah Kalender  Şah Hatayi’ye cevaben aynı övücü şiirle karşılık verdi. Aralarındaki dostluk pekişti.

Birkaç yıl içerisinde olacak siyasi ortam zorla çözme aşamasına geldiğinde bu gönül dayanışması, inandıkları gerçeklerle birleşince coşkulu bir birlikteliği betimlediler, gelecekte bu bir olma anlayışı yenmede ve yenilmede aynı kaderi paylaşmayı da beraber getirecekti.

 

Şah Hatayi ve Şah Kalender bir araya gelirde en önemli zakir Pir Sultan’da orada olmaz mı?

 

“Erenlere eş olayım

Bu yola yoldaş olayım

İçeyim sarhoş olayım

Aymak elinden gelir mi

 

Meydanda gördüm mertleri

Virana dönmüş yurtları

Yürekten gitmez dertleri

Duymak elinden gelir mi

 

………………………..

 

Pir Sultan’ım der Hatayi

Dilimiz söyler hatayı

Pişmedik çiğ yumurtayı

Soymak elinden gelir mi”

 

Pir Sultan Abdal bu birlektilik için elinden geleni yaptığı ve savaşa hazırlanmak için şiirler derlemiş Alevi ve Kızılbaşları isyana davet etmiştir.

 

1512 yılından 1527 yılına kadar dönemde isyanlar kısım kısım ve kademeli biçimde gelişti. İlk olarak Nur Halife ayaklanması baş gösterdi, Nur halife Şah Hatayi’nin Tokat’taki halifesiydi.

 

“Etkili olduğu alan: Amasya, Çorum, Bozok, Tokat yöresi, Koyulhisar, Niksar, Kazova ve Sivas bölgesi”

“Yoksul ve toraksız köylülerin baskı ve ağır vergiler altında ezilmesini önlemek amacıyla eyleme geçen Bozoklu Şah Celal’in eylemi 1517 yılında Tokat yöresinde ortaya çıkmış, Amasya, Tokat, Zile, Artukabad ve sivas yöreleridir”

Süğlün Koca ve Baba Zünnun ayaklanması; Süğlün kocaya 200  Akçe fazla para yazılınca isyan ediyor. Akabinde Baba Zünnun Alevi Türkmenlere yapılan zulmü çok görerek Süğlün kocaya destek verir. “İsyancılar önce Bozok Sancakbeyi Mustafa bey’in kopnağını bastılar” ve tüm görevlileri ortadan kaldırdılar.

!527 yılında Zünnunoğlu Halil ayaklanır ve aynı yörede paşalık yapan Yakup Paşa’yı yenilgiye uğratırlar.

 

Gelişen sosyal isyanların iktisadi, siyasi temelleri bulunmakta, ganimetçi feodal yapının sürekli gasp edeceği bir şeylerin olması gerektiği, düzenlerini, düşman ve mağdur teorisi üzerinden yürüttükleri kesin. Ağır vergiler, savaş ganimetlerine el koyarak yaşamı devam ettirme, harami düzeninin sürekli buna ihtiyacı vardı.

 

Şah Kalender isyanının ana nedenlerini araştırmacımız şöyle sıralamaktadır;

1.     Anadolu’yu kasıp kavuran yokluklar.

2.     Halkın üzerindeki ağır baskılar

3.     Halkın aşırı sömürü ve emeğinin talan edilmesi

4.     Yağma ve talan amacıyla yapılan sonu gelmez seferler Padişahın kulları sayılan halkın sürekli seferlere götürülmesi ve birçoğunun geri gelmemesi.

5.     Para darlığı sonucu çıkarılan vergiler.

6.     Özellikle Türkmen kökenli Tımarlı Sipahiler’in tımarlarının elinden alınması.

7.     Sancak beylerinin soygunculuğu, kadıların adaletsizliği, başını alıp giden rüşvet ve haksızlık.

8.     Ortaya çıkan bütün bu durumların sonucu olarak, köylünün ve diğer halk kesimlerinin devlet idaresinden hoşnutsuzluğu.”

Yıldız dağının eteklerinden, Hüseyinova’ya, Budaközü’ne, Bozok’a,Karacahöyüke, varan direniş Tüm Kızılbaş ve Alevi Türkmenlerin hareketi, Osmanlıyı top yekün harekete geçirdi. Şah Kalender aynı dönemlerde Şah İsmail’in doğudaki hareketini de izliyor ve dayanışıyorlardı. Korkunç bir kıyam oldu.

Bazı beyler Osmanlının taktik olarak uyguladığı, isyan eden beylere eski haklarının verileceği bildirgesi nedeniyle Şah Kalender aleyhine gelişen bir dengesizlik oldu. Buna rağmen isyan devam etti. Osmanlı taktik üstüne taktik uyguladı, stratejisi Alevi ve Kızılbaş halkı yok edip onların eşitlikçi ve ortakçı anlayışını ortadan kaldırmaktı. Binlerce, yüzbinlerce şehit verildi.

 

Kan aktı, Kızılırmak, Yeşilırmak kızıl akıyordu. Umutlar bir kere daha kararıyordu.

 

Değerli okuyucu, ben burada yazıyı kesiyorum, çünkü; sonunu okurken de yarım gün bıraktım. İhaneti, inançlılığı, imanı, dönekliği burada daha iyi tanıdım.

İnanıyorum ki, okuyunca bana hak vereceksiniz.

 

Ali Haydar Avcı can dostuma başarılarının devamını diliyorum. Her insanın okuması gereken bir kitap, arkadaşlarıma öneriyorum.

 

Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir   Cep tel: 0049(0) 178694 14 99  bu telefondan kitabı sorabilirsiniz veya www.lakitap.com  dan kitap isteyebilirsiniz.

 

 

 

Yazdığın okunmazsa, konuştuğun dinlenilmezse, vicdanındaki adalet yerine gelmezse, bağırdığın duyulmazsa, gördüğün gözle, bildiğin sözle, duyduğun sesle, dokunduğun hisle, tam gerçeğe yanaşmışken……………..Duymayanlar, görmeyenler, bilmeyenler güruhunda kaybolan doğrular, bir gün, mutlaka, her biri cana gelecek, yalınız başına haykırarak, bağıracaklar........ Doğrusun, doğruydunuz, şimdi, çıktık tek tek ortaya, yürüyoruz hayata diyecekler.

Tıpkı; Baba İshak’ın doğruları, Hacı Bektaş’ın Güvercini, Şeyh Bedreddin'in Torlak kemali, Pir sultanın şiirlerinin kılıcı, Şah Kalender'in akılcı ruhu, Köroğlunun, Ayvazı'nın doğruları gibi, Dersim'in çığlığı, Maraşın, yanan dumanı, Çorum'un akan kanı, Ölen Kürd'ün bağırışında ayağa kalkışı gibi ayaklanacak sözler..... Ve o sözlere ikrar verdim, ben yarınlarda da olacağım....

Not: Alıntıları buraya aktarmadım, okuyucu ilgilenmek isterse kitabı okur ve alıntıları araştırır düşüncesindeyim.