Şuanda 353 konuk çevrimiçi
BugünBugün271
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7995
Bu ayBu ay7995
ToplamToplam10476419
Türkiye'nin yeni bölge politikası ve sonuçları PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Cuma, 26 Ağustos 2016 19:14


Türkiye’de önemli gelişmeler yaşanıyor. HPG Kılıçdaroğlu’na yönelik suikast olayını açıkladı. Kılıçdaroğlu’na saldırmadıklarını ve konvoyundan haberli olmadan Askeri konvoya saldırdıklarını açıkladı. Cerablus sonrası olan bu gelişmenin hemen akabinde Cizre’de Polis özel kuvvet binasına yönelik bir intihar saldırısı oldu ve bu eylemi de HPG üstlendi. Onu aşkın polisin öldüğü bildiriliyor.

Kılıçdaroğlu, gerçeği bildiği halde durumu kullanarak AKP ile yaptığı milli mutabakatı pekiştirdi. Cerablus işgaline ve Kürt kırımına onay verdi.

Türkiye Cerablustan sonra içe doğru ilerleyeceğe benziyor. Sözde DAİŞ güçlerinin lojistik yollarını kapatma adına yapılan operasyon,  sonradan devlet tarafından yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, esasta YPG ve bağlaşığı güçlere karşı yürütülüyor. Şimdilik YPG’nin Fırat’ın batısından çekilmesi isteniyor.

ABD yaptığı açıklamayla operasyonu destekledi. Rusya ve İran ise çok cılız bir karşı söyleme rağmen duruma razı görünüyor. Anlaşılan bu bölgeyi yeniden dizayn etmede görev alan güçler bu savaşın sürmesini ve tarafların hiç birinin mutlak zafere ulaşmasını istemiyorlar.

Türkiye ise izlediği etkisiz dış politika sonucu dışlandığı bölge denkleminde yeniden var olmaya çalışıyor. Ancak içte bir yandan FETÖ yapısını tasfiye etmeyle, öte yandan da PKK ile yürüyen silahlı çatışma durumu AKP’nin işini zorlaştırıyor. Bugün Suriye’ye girmesine göz yuman güçlerin yarın nasıl bir tutum alacağı belirsizliğini koruyor. Bu durum elbette bölgedeki tüm askeri ve siyasi oluşumlar için de geçerlidir.

Kısa vadede Türkiye’nin bölgede stratejik düzeyde bir başarı şansı bulunmuyor. Dış politika da önemli değişimler yapılmasına rağmen, siyaset Kürt düşmanlığı üzerinden yürütülürse başarılar taktik düzeyde ve geçici olmaktan öteye gidemez.

Bölgede gelişen ittifakların ise şimdilik taktik olduğu açığa çıkıyor. Bu ülkelerin tümü Ortadoğu politikasında belli bir rolleri olacağı için Kürt meselesinin Ortadoğu’da gündemleşmesine yönelik politikalar geliştiriyorlar. Türkiye’de bölgeye yönelik siyasetinin merkezine Kürt karşıtlığını koymuş görünüyor.

Belirttik; Türkiye bölge sorunlarına Kürt meselesi eksenli yaklaşarak, birçok ülkeyle ve özellikle de Kürdistanı egemenliği altında tutan bölge ülkeleriyle belli ilişkileri geliştirebilir. Ama bölgenin tek sorunu Kürt meselesi değildir. Bu sorunu aşan bölge ve dünya sorunları var. Bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımı var, bu kaynaklarının risksiz olarak batıya aktarılması sorunları var. Ve Kürt sorunu da aslında bütün bu sorunlarla bağlantılıdır. Kürt meselesini çözememiş olan bir Türkiye’nin bölgede elde edeceği başarılar hep taktik düzeyde kalacak ve kalıcı başarılar olamayacaktır.

Türkiye Suriye’ye işgalci bir giriş yaparken gerekçe olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü öne sürüyor. Oysa düne kadar Suriye’nin toprak bütünlüğüne kimler kast etmişse onlarla müttefikti ve bu ittifak şu anda bile sürmektedir. DAİŞ Türkiye üzerinden elde ettiği militan ve askeri destek sayesinde Suriye’de güç haline geldi. Bu da yetmedi Suriye’deki tüm selefist hareketleri destekleyip silahlandıran Türkiye’dir. Nitekim ÖSO dediği çok parçalı yapıda kafa kesen komutanlar bile bulunmaktadır.

Türkiye’nin yeni dediği bölge politikası sadece Kürt inkarına dayalı, Kürt Özgürlük Hareketini baskılama, Kürtlerin statü kazanmasının önüne geçme üzerine oturan bir politika oluyor.

Kürtler yenilsin, statü kazanmasın, Kürt Özgürlük Hareketi güçten düşsün anlayışıyla geliştirmeye çalıştığı siyaset yüzünden herkese büyük tavizler vermektedir. Bu politikanın ise ne kadar başarılı olacağı ve sonuç alacağı bilinemiyor. Gelişmeler artık bölgede Kürtlerin inkarı temelinde bir statükonun oluşamayacağına işaret ediyor. Zaten bölgedeki krizin temel sebeplerinden biri de Kürt sorununun kendisidir. O zaman bu sorun şu veya bu biçimde çözülmeden bölgenin krizden çıkması da olanaklı değildir.

Öte yandan iş Kürt meselesine gelince birbiriyle kanlı bıçaklı olan İran, Türkiye, Suriye ve hatta Irak Kürt inkarı noktasında hemen uzlaşabiliyorlar. Bu parçalı durum ise Kürtlerin zayıf noktasıdır. Hala tüm parçaları içine alan ortak bir Kürt iradesi ortaya çıkarılabilmiş değil. Ulusal bir Kongre etrafında bir Kürt örgütlenmesi ancak bölgenin sömürgecilerine karşı dik durabilir. Bugün özellikle ortaya çıkan PKK-Barzani çelişkisi böylesi bir birliği engelliyor. Ve Barzani izlediği ilkel milliyetçi siyasetle “bütün için parçayı değil, parça için bütünü feda” eder hale gelmiştir. Oysa bugün parçayı (Güney Kürdistanı) kurtardığını sansa da, diğer parçalardaki Kürt mücadelesi ezilirse, Güney Kürdistan’ın da yaşama şansı kalmaz.

Bölgenin belirleyici aktörü ABD hep ikili oynadı ve oynamaya devam ediyor. Bir yandan Minbic’te Demokratik Suriye güçlerini destekliyor. DAİŞ’e karşı mücadele ettiği sürece YPG destekleniyor. Hemen akabinde Türkiye’nin DAİŞ ve türevi selefist gruplarla ilişkisini bile bile Cerablus’un işgal edilmesine ve oraya örgüt değiştirmiş DAİŞ’çilerin yerleşmesine onay veriyor.

Bu siyaset bölgesel güçleri birbirine kırdırarak egemenliğini sürekli hale getirmedir. Ama ne yazık ki bölgenin oyun kurucuları da bunlar. Siyaset de bu durumu, yani gerçekliği bilerek yürütülürse sonuç alıcı olur.

Dün Esat rejimini devirmek için Suriye’yi paramparça edenler, milyonlarca insanı yurtlarından edenler, yüz binlercesinin ölümüne neden olanlar; bugün Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda oldukça titizlenmiş görülüyorlar. Türkiye diyor ki, ‘Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için elimizden geleni yapacağız’. Öte yandan İran, Suriye’nin toprak bütünlüğü için savaştığını söylüyor. Amerika, Suriye’nin toprak bütünlüğü dışında hiçbir şey kabul etmeyeceğini dile getiriyor.

Bu durumda Suriye’nin toprak bütünlüğünün ne anlama geldiği anlaşılamıyor bir türlü. Peki Bugün Federasyonu savunan Kürtler ve Demokratik Suriye güçleri mi Suriye’yi parçalıyor? Kürtler sürekli federatif bir yapıyı savundular. Sürekli Suriye’nin bütünlüğünü savundular. Irak’ta da, İran’da da, Türkiye’de de aynı siyaseti savunuyorlar. Bütünlük içinde bir çözümdür savunulan. Ama tek şart demokratik bir devlet oluşmasıdır. İşte yukarda saydığımız tüm güçlerin istemedikleri de bu demokratik, federatif yapılanmalıdır. Yani sorunun temelinde yine ideolojik farklılık yatıyor. Bir yanında demokrasi savunucuları, bir yanın da aralarındaki tüm çelişkilerine karşı demokrasi düşmanları. Çıkar siyasetçileri.

Bu zorunlu karşı devrimci ittifaka elbette DAİŞ ve türevleri de dahildir. Esasta Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunanlar Suriye’de yaşam sürdüren çeşitli etnik ve inançsal yapılardan halklardır.

Durum alenen ortada. Dün Irak’ta olduğu gibi bugün Suriye’de de bu ülkelerin toprak bütünlüğünü sağlayacağız adı altında dışarıdan müdahil olanlar, bu ülkelerin demokratik devrimini yapmasının önüne dikilerek parçalıyorlar. Irak eğer İran-Irak savaşını da sayarsak 33 yıldır savaş durumu yaşıyor, taş üstünde taş kalmadı. Ve ülke fiilen Kürtler, Şiiler ve Sünniler olarak üçe bölündü. Suriye’de de yine Kürtler, Aleviler ve Sünniler olarak bölünmüş görünüyor. Araya artık kan davası sokuldu ve halkların birbirine olan güveni bitirildi. Şimdi bizi bu duruma sokanlar nasıl oluyorsa bizim kurtarıcımız rolüne bürünmüş, bizi yönetmeye ve bize sözde demokrasi getirmeye çalışıyorlar.

Açık değil mi? Suriye’nin gerçekten toprak bütünlüğünü, birliğini savunanlar federasyon isteyenlerdir. Başta bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen emperyal güçler, dışardan gelenler Nusra, DAİŞ ve benzeri kesimler Suriye’yi parçalamak isteyenlerdir ve bunlar Türkiye tarafından destekleniyor. Aslında Suriye’yi parçalamak isteyenler İran, Türkiye ve uluslararası hegemonik güçlerdir.

Türkiye Cerablus’a girişini kalıcılaştırır ve işi YPG ile çatışmaya vardırırsa süren bölgesel savaşı Türkiye sınırlarının içine de yaymış olacaktır. Bakalım AKP iktidarı bunu göze alabilecek mi?

Bölge siyasetini Kürt karşıtlığı üzerine kurgulamaktan kurtulamayan bir Türkiye böylesi bir savaşın kaybedeni olmaktan kurtulamaz. Bunu derken yanlış anlaşılmasın. Kürtler de böylesi bir çatışmada büyük bedel öderler. Bu işin kazananı sadece dünya hegamonu birkaç emperyal devlet olur.

Yukarda söyledik, Kürtler artık inkar edilmez pozisyondadır. Yani bu durumu kabullenmeden, Kürtleri inkar ederek siyaset yapmak başarı getirmez. Bu yüzden Kürtleri tümden dışlayıp ötekileştiren, karşısına alan bir siyaset Ortadoğu’da geçerli değil.

Bu yüzden Rusya’da, Amerika’da, Avrupa’da ve hatta Türkiye’de makul Kürt arayışındadırlar. ABD; KDP benzeri bir örgütlenme olmadığı için YPG’yi desteklemek zorunda kaldı. Diğerleri de öyle. Şimdi Türkiye kendine bağlı yarattığı ÖSO benzeri bir yapılanmayı Rojava’da da KDP eliyle yaratmaya çalışıyor. Bununla hem Kürt karşıtı olmadığını, sadece PKK karşıtı olduğunu propaganda etmiş olacak ve eğer Kürt koridorunu engelleyemezse, bu sefer KDP yandaşlarına yaslanarak; kontrol edilebilir, uşaklaştırılabilir bir Rojava yaratmaya çalışacaktır.

Cerablus operasyonuna geniş pencereden bakıldığında asıl niyetin DAİŞ’in yollarını kapatmak değil,  tersine, bu kapının Kürtlerini eline geçmesini engelleyerek, DAİŞ’in tüm lojistik yollarını açık bırakmak ve Türkiye üzerinden Avrupa ‘ya yönelik tehdidi de canlı tutmaktır.

Cerablus saldırısı sadece Suriye Kürtlerine karşı değil tüm Kürtlere yapılmış bir saldırıdır. Hatta daha da ileri gidelim, bölgenin tüm devrimci-demokratik dinamiklerini köreltme amaçlı bir saldırıdır.

Türkiye’nin ve bölgenin diğer Kürt düşmanı ülkelerinin temel korkusu Suriye’de kazanılacak bir statünün örnek teşkil etmesidir. Oysa günümüzde artık ne yapılırsa yapılsın Kürtleri statüsüz bırakmak öyle çok olanaklı görünmüyor.

Bugün Cerablus operasyonuyla Kürt kantonlarının birleştirilmesinin geçici olarak önüne geçildi denilebilir.

Ancak bu durum Türkiye’ye kazandırır mı? Kaybettir mi? Cevaplanması zor bir soru. Son bir yılda Kuzey kürdistan şehirleri yerle bir edildi, insanlar diri diri yıkıntıların arasına gömüldü. Bütün bunlar elbette Kürt halkına bir darbe oldu.  Ama bu durum Türkiye’ye de bir şey kazandırmadı. Kürt nefretini daha da çoğalttı. Direniş ruhunu daha da biledi. Kürt-Türk birlikteliğine darbe oldu. Cerablus işgali de aynı sonuçları yaratacaktır.

Bu yıkım savaşının kaybedenleri mazlum halklar oluyor. Artık bölgenin halkları bilinçle ve dirençle bu gidişe dur diyebilmelidir. Yoksa döner dolaşır yine başlangıç noktasına geliriz.