Şuanda 232 konuk çevrimiçi
BugünBugün172
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7896
Bu ayBu ay7896
ToplamToplam10476320
Ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme / 2 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Pazar, 15 Ocak 2017 21:58


-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-


Kapitalizmin, tekelleşmenin de ötesine geçerek küresel nitelik kazandığı 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, kapitalizmi “ temize çıkarmakla” görevlendirilmiş liberal hödüklerin çırpınışlarıyla devam edeceğiz ama kapitalizmin görüntüsünün fotoğrafının görüş alanımıza getirilmesi gerekmektedir.
“Kapitalistler kötü olduğu için kapitalizm de kötüdür” gibi içsel bir hastalığa dışsal bahaneler aramak” ve bu cümleden olarak “kötü kapitalistlerin yerine iyi kapitalistlerin gelmesiyle kapitalizmin sorunsuz ve sonsuza kadar genel geçerliğini ispatlama kurnazlığına soyunan liberalizm heveslilerinin kısaca sergileyeceğimiz “kapitalizmin fotoğrafı” karşısında başlarını öte çevireceklerine eminiz:
Kapitalizm bir sistem olarak bireylerin, devletlerin kontrolü dışında çalışır. Sistem içinde yer alan bireyler de devletler de kapitalizmin sürdürülüş ve işleyiş araçlarıdır. Kapitalizm, Sırf bir ekonomik yapı, sistematik kanunlar, kurallar bütünü de değildir. Sistemin piramidinin tepesinde oturan ve piramidin bütününü kontrol eden, devinimini ve hareket tarzını, politika ve siyasasını, kültürünü ve demografik yapısını belirleyen özel mülkiyet ve piyasadır/pazardır. Yani kişilerin niyetlerinden, kapitalistlerin “ iyi patron-kötü patron” nitelemelerinden bağımsız işleyişe sahiptir. Liberal sözcülere göre, örneğin kapitalistler “ iyi patronlar” olsaydı kapitalizm bugün sonunu hazırlamış, can çekişir durumda olmayacak, JP Morgan Bankası iyi patron olsaydı “ Neo liberalizmin-yani küresel kapitalizmin- varlığını sürdürmesi için “ Demokrasinin zayıflamışı gerekir” demeyecek, ya da ölüm döşeğindeki kapitalizme ağıt yakan milyarder finansçı Tidjane Thiam iyi niyetli bir kapitalist olsaydı “ işçi hakları ve insanca ücretler kapitalizmin dirilişine engel olmaktadır ve defedilmelidir” demeyecekti….Hani, söyleyene değil, söyletene bakın derler, söyleyen milyarder finansçılar, söyleten kapitalizmdir ama pisliği temizleme görevini üstlenen liberallerdir. Yine liberal “çapsızlar” kapitalizmin sözcülerinin henüz 2013 yılında Davos toplantısında Yunanistan, Portekiz ve ispanyanın uzun süreli faşizme karşı direniş geleneğinden duydukları rahatsızlığa atfen “ bu ülkeler kapitalizm için uygun ortama sahip değiller”, diyerek faşizme karşı mücadelenin antikapitalist mücadele için oluşturduğu birikimden rahatsızlıklarını açıkça ifade etmelerini görmezlikten gelmeyi yeğlemeyi, Şiddet içermeyen kitlesel gösterilerin hukuk düzeni tarafından güvenceye alındığını Cenevre sözleşmesi ile ilan eden burjuvazinin, en barışçı protestolarda bile robokopların savunma hattı haline getirmesi, her yere yayılmış gözetleme, sızma ve bilgi kirliliği ile birlikte elektro şok cihazlarının, göz yaşartıcı gaz bombalarının, devletin resmi kuvvetlerinin olağan kullanımları haline gelmesi karşısında bunların vicdanlarının ayağa kalkmasını beklemek de saflıktır. Yaşanan gerçeği liberaller bilmez mi, bilirler elbette, hem de dik alasını bilirler. Liberallere göre bütün suç “Liberalleşemeyen” geri bıraktırılmış ülke yönetimleridir. Bunlara göre merkez kapitalist Avrupa ülkeleri liberal yönetimlere örnektir ve“ eksiksiz işleyen demokrasinin” örneğidirler.
Liberaller gözümüzün içine bakarak yalan söylüyorlar. Son yirmi yılda Batı Avrupa ülkelerinin tümünde yaşanan kemer sıkma, işsizlik, sosyal hakların budanması gibi olağan dönemin sona erdiğinin ciddi göstergeleri örmezden gelinse bile, Kapitalizmin merkezlerinde Washingtonda wall Street gösterilerinde, Romada, Pariste, Pragta, Berlinde, Stockholmde barışçıl kitle gösterilerinde kullanılan şiddet eylemleri karşısında suskundurlar. . Açmazda olan yalnızca “Liberalleşemeyen” otokratik/ dikta yönetimlerle yaşamları karartılan yalnızca geri bıraktırılmış ülke halkları değildir. Gerici zorun neden ömrünü tamamlamış kapitalizmin kör topal yürüyüşü için “olmazsa olmaz” zorunlu koltuk değneği olduğu, varlığınınım devamı için gerici zora başvurmaktan başka seçeneğinin kalmadığını anlamak için ulema olmak da gerekmiyor, neden oldukça açık ve anlaşılırdır: Şirketler, devletler, piyasa/Pazar kapitalizmin karmaşık bütünlüğünü oluşturur. Kapitalistler bu sistemin yönetim organlarıdır, sistemi onun ruhuna uygun yönetmekle görevlendirilmiş memurlardır. Kapitalizmin sözcüleri, ister kapitalistler ister her soydan her boydan destekçileri kapitalizmi ayakta tutmak için birlikte saf tutmuşlardır ve ilkeleri: Yüksek finans, düşük ücretler, ( siz bunu aşırı sömürü diye okuyun) gizlilik ve militarizmdir. Birçok unsuruyla saymakla tükenmeyen baskı ve zorbalığı üreten, buna ihtiyaç duyan sistemin içinde bulunduğu durum, gelmiş olduğu seviyedir. Kapitalizm bulunmuş olduğu düzey itibariyle öncesi dönemine ilişkin yaratmış olduğu bütün demokratik değerleri tüketerek gericileşmiş, varlığını sürdürmek için faşizme yönelmekten başka çaresi kalmamıştır. Yani kapitalizm için artık Demokrasi de demokratlık da geçmişte kalan bir anıdır ve bugün sistemi ayakta tutmak için zor kullanmaktan başka çare kalmamıştır. Sistemin egemenliğindeki gerek merkez kapitalist ülkelerde, gerekse geri bıraktırılmış ülkelerde, kısaca varlığının hissedildiği bütün yer kürede zoru yönetim biçimi olarak sürekli kılacak otokratik/faşizan yönetimleri inşa etmelerinin nedeni budur. Ancak, eskisi gibi yönetemeyen burjuva yönetimlerin birçok ülkede sıradan halk gözünde parlak cilası dökülmeye başlamış ve popülaritesini yitirmiştir. Geniş kitleler artık raydan çıkan kapitalizmin sıralı vagonları değildir ve lokomotif vagonları olağan rayında ilerletemiyor. O halde, sistemin ait olduğu yere gönderilmesi için eksiğimiz, kavrayamadığımız, çözüm üretemediğimiz sorun nedir?. Sistemin meşruiyetini sorgulayan yığınların, “sollaşma” sürecine girmemelerinin, sistemin sigortası sağ siyasal oluşumlara meyletmesinin bir açıklaması olmalıdır. Sorun, en geniş anlamıyla kapitalizmin işleyişini, bu işleyişe uygun mücadele araç ve gereçlerini seçemeyişimizdir.
Öncelikle sorunumuz sistemin kendisi durağan değil, değişkendir ve bir organizmanın işleyiş özelliğine sahip olduğu gerçeğinin kavranmasıdır. Her ekonomik/siyasal sistem gibi kapitalizmin de bir yaşam çizgisi, döngüsü, gelişimi ve bir sonu vardır. Kapitalizm, aynı zamanda öğrenen bir organizmadır. Değişen koşullara uyum sağlamada yaratıcıdır ve tehlikeye karşı başkalaşım ve dönüşüm geçirir. İşleyişinin bir önceki döneminde tanık olunmayan yeni işleyiş biçimleri ve yapılar oluşturur. Kişilerin niyetlerinden bağımsız olarak ortaya çıkan, işleyen, tarihsel miadını doldurunca yok olan her sistem gibi kapitalizm de bir sistem olarak bu tanımlamaya uygundur. Doğru bir yaklaşım eşyayı içinde bulunduğu duruma uygun verileriyle tanımlamak ve analiz etmektir. Kapitalizmi, dünün koşullarında ve bu koşullarda mevcut işleyişi, ilişki ve çelişkileriyle alıp, dün ortada olmayan ve ancak bugün ortaya çıkan değişiklikleri, örüntü ve yapıları görmezden gelerek, dondurulmuş ve değişmez bir varlık olarak tanımlamak, onunla mücadele etmek isteyenlerin tavrı olamaz. Soruna yaklaşım biçimi sorunun çözümüne ilişkin uygun araç ve gereçlerin belirlenmesini de beraberinde getirir.
Sorunun kaynağının ne olduğundan habersiz ancak samimiyetinden de kuşku duymadığımız çevrelerin tarafımıza yönelttiği eleştiri şudur: “Yazılarınızı takip ediyorum, durmadan kapitalizm üzerine yazıyorsun, bir siyasi partinin yöneticileri tutuklandı, bunun üzerine bir şeyler yazmadın”… Tam da ifade etmek istediğimiz budur. Sistemin değerleriyle sisteme muhalefet ettiğinizi sanırsınız, ancak kapitalizm birikim ve sahip olduğu deneyimle sizin “muhalifliğinizi” kendi bilançosuna kar olarak geçer ve size gülümseyerek teşekkür eder. Ne zamana kadar?. Muhalifliğinizin karşılığını istemeye başladığınız da tokadı yersiniz ve yakınmaya başlarsınız. Oysa bizim “ durmadan” kapitalizmi yazmamızdaki murat da sistemin sinsi ayak oyunlarına alet olunmaması konusunda uyarılardır ve kapitalizmi hedeflemeyen muhalifliğin er geç manipüle edileceğidir. Sorunu sınıfsal bazın ötesinde etnik ya da inançsal bazda görmek, ele almak, yukarıda değindiğimiz gibi demokratik olma özelliğini yitiren, gericileşen, bu gün için varlığını sürdürmede faşizmden başka çıkar yolu kalmayan kapitalizmi kutsamak ve ona meşruiyet tanımak olacaktır. Tarafımıza bu eleştiriyle yaklaşan arkadaşın, siyasal İslamcı iktidarın sosyal yaşam alanlarına müdahale edilen kitlelerin yaşam alanlarını savunmak için sokağa çıktığı “Gezi” eylemlerini “AKP hükümetine karşı darbe” olarak algılayan mantıkla aynı yöne düştüğünü anlaması gerekir. Neyse ki kendi kitlesel tabanlarının bile bu çağrıya kulak asmadığını gören bu anlayışın sahipleri anlayışlarındaki sakatlığı çabuk gördüler. Aynı şekilde bu anlayışın tarafları “Arap Baharına” övgüler düzdüğü günlerde biz “Arap baharı değil, Arap zemherisi” derken de bizi “Demokrat olmamakla” itham edeceklerdi. Evet, anlaşılan anlamda demokrat değiliz ve demokratlık anlayışımız emperyalist küresel kapitalizme, faşizme, gericiliğe, şovenizme, militarizme karşı olmayı gerektirir ve bunların birini dışında tutan anlayışın demokratlığının da kıymeti harbiyesinin olmadığına inanıyoruz. Kapitalizmin bu aşamaya gelişinin evrelerini irdelemeye devam edeceğiz.