Şuanda 163 konuk çevrimiçi
BugünBugün2415
DünDün2340
Bu haftaBu hafta6737
Bu ayBu ay6737
ToplamToplam10475161
Ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme / 17 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Pazartesi, 25 Aralık 2017 22:13


-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-


Küresel kapitalizm, içinde bulunduğu kronik bunalımdan, yönetemediği krizden yeni bir Pazar/paylaşım savaşının koşullarını yaratarak ya da zaten kapitalizmin yarattığı koşulların açmazdan yeni bir paylaşım savaşıyla çıkmayı mı öngörmektedir?. Gerçekten kimilerinin dediği gibi, emperyalist/kapitalizmin çelişkileri bir üçüncü dünya savaşını kaçınılmaz mı kılmaktadır?. Bu yönde bir beklenti içinde olanların ileri sürdüğü gerekçeye göre Kapitalist sistemin Jandarması ABD nin Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin ekonomik büyümesinin gerisinde kalması sonucu ekonomik, siyasi teknolojik ve askeri alanda hegemonyasını kaybetmesi, doğan boşluğu bu güçlerin doldurmasıdır. Özellikle Çin’in Asya ve Afrika’da etki alanlarını genişletmesi, buna Kapitalist sistemin ve hegemonyacı gücünün sessiz kalmayacağı ve yeni bir savaşın kaçınılmaz olduğudur. Bu görüşe göre çıkacak savaşın tarafları da dolaylı olarak bellidir. Bir tarafta ABD ve Avrupa, diğer tarafta Çin, Rusya, Hindistan gibi kapitalist gelişmesini hızla büyüten ve sisteme sonradan dahil olan ülkelerdir. Bu tanımlamanın bilinç altında yatan olgu kuşkusuz kapitalizmin içinde bulunduğu aşamanın küresel karakterinin ve bu karakterin doğurduğu ilişki ve çelişkilerin eksik, dolayısıyla yanlış kavranmasıdır. Böyle bir çıkarıma varılmasının nedeni, kapitalizmin savaşla sonuçlanan birinci ve ikinci bunalım dönemlerinin özelliklerinin aynen devam ettiğidir. Öyle ya, kapitalist gelişmesini geç tamamlayan İtalya ve Almanya’nın, kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaşmasıyla dünya pazarlarını kendi aralarında paylaşan diğer emperyalist ülkelere itirazı nasıl paylaşım savaşlarına yol açtıysa, şimdi de Çin, Rusya, Hindistan v.b gibi ülkelerin erken kapitalist ülkelerce paylaşımı tamamlanan pazarlarda söz sahibi olmaları savaşı kaçınılmaz kılar. Kapitalist sistemin mevcut durumunun yeni bir savaşı kaçınılmaz kılacağını düşünenlerin çıkış noktası budur.
Bu başlık altında yazılan yazılara gelen eleştirilerin de bir o kadar “anlamaktan uzak” eleştiriler olduğunu belirtmeliyiz. Öncelikle, gerekçelerini açıklayacağımız üzere ileri sürülen tez, emperyalist kapitalizmin küresel aşamaya geçmesiyle birlikte çelişkilerin hafiflemesi şöyle dursun, sistemin çelişkilerinin arttığını ısrarla belirtmeliyiz. Öyle ki bu çelişkiler sistemin içsel ve yapısal çelişkileridir ki öyle yeni bir savaşla çözülemeyecek kadar kronik ve vahimdir. Çelişkilerin yeni bir savaşla çözüleceğini ileri sürenleri küresel burjuvazi duysa derin bir oh çeker ve teşekkür bile eder. Şöyle diyecektir: “Evet, hastayım ama bir ameliyatla eski sağlığıma kavuşurum”. Oysa içsel ve yapısal çelişkilerin sonucu sistem sadece hasta değildir ve bir ameliyatla ölümünü geçiştirecek güce de sahip değildir. Küresel aşamada kapitalizmin hastalığı ölümcüldür ve ölümünü beklediğini, çelişkinin savaşla çözüleceğini ileri sürenlerden çok daha iyi bilmektedir.
Birinci ve ikinci bunalımların savaşla çözüldüğü koşullarda kapitalizmin bulunduğu ilişki ve çelişkiler nedir, küresel kapitalizmin bu işleyişte farklılaşan ve farklı boyutlar kazanan durumu nedir?.
Öncelikle anılan dönemler Ulusal kökenli tek tek emperyalist/kapitalist ülkelerin yeni pazarlar kazanmak, mevcut pazarlarını diğer emperyalist kapitalist ülkelere karşı korumaktır. İçsel ve yapısal çelişkilerinin ülkeye yansıması sınıf mücadeleleri iken dışa dönük çelişkiler kendi aralarındaki çelişkilerdir ve bu çelişkilerin kaynağı da yukarıda değindiğimiz gibi daha çok sömürünün koşulu olan yeni sömürgelere, geniş pazarlara sahip olmaktır. Her bir emperyalist/kapitalist ülke tekelci burjuvazisinin çıkarı diğerine aykırıdır, her biri kendi ülkesinde hükmettiği sermayenin egemenliğindeki pazarlarda/sömürgelerde hükümrandır. Herhangi hükümran bir emperyalist/kapitalist ülkenin hükümranlığına itirazı savaş sebebidir. Birinci ve ikinci paylaşım savaşlarının nedeni, ulusal sınırları içinde ve sömürgelerinde hükümranlıkları tartışmasız olan ulusal kökenli tekelci burjuvazinin sahip olduğu hükümranlığa diğer ulusal kökenli başka tekelci burjuvazinin itirazıdır. Emperyalistler arası savaş bu itirazın dışavurmudur.. Ülke içi bütün düzenlemeler, ulusal kökenli tekelci burjuvazinin egemenliğinin koruyucusu ulus devlet tarafından ve bu amaca yönelik olarak yapılır. Bu Egemenlik ulus devletin zor güçleriyle sağlanır. Burjuvazinin yönetme sorunu taşımadığı dönemlerde bu yönetim aygıtı az çok meşru araçlarla yönetmeye çalışırken, bunalım ve kriz dönemlerinde baş gösteren “yönetememe” dönemlerinde zor güçleri devreye girer. Gerek mevcut pazarların diğer ulusal kökenli tekelci kapitalistlere karşı korunması , gerekse yeni pazarların elde edilmesi için atağa kalkılması diğer kapitalist ülke ya da grupların itirazıyla karşılaşırsa savaş kaçınılmaz olur. Kapitalizmin savaşı sömürü ve Pazar savaşıdır, burjuvazinin yurtseverlik dediği şey de sömürüsünün ve egemenliğinin sürdürülmesidir. Pazar sorunun savaş yoluyla çözümü, önce ülke içinin “düzenlenmesinden” geçer. Ülke içinde kapitalizme muhalif kurumlar, kişiler, partiler, demokratik kitle örgütleri, devrimci sınıf sendikaları birer birer etkisizleştirilir. Savaş karşıtlığı şiddetle bastırılır, suçlanır, toplumdan izole edilmeye çalışılır. Böyle dönemlerde burjuvazi yönetmek için otokratik ya da faşist yönetimlere başvurur. Özetle, birinci ve ikinci bunalım dönemlerinin özelliği tek tek kapitalist ülkelerin kapitalist sistem içinde kendi paylarına düşen pazarlardaki devredilmez dokunulmaz egemenlikleridir. Bu olgunun politik sonuçlarının değerlendirilmesi her ne kadar bu yazının konusu değilse de, bu objektif durumu iyi değerlendiren Rus devrimcileri emperyalist/kapitalistler arasındaki çelişkinin doğurduğu bu çatlağın sonuçlarından Rus devrimini gerçekleştirecektir. Her emperyalist ülkenin tek başına bir hegemon olduğu gerçeğinden hareketle de, Troçkistlerin bütün itirazlarına rağmen tek ülkede sosyalist devrimin mümkün olduğunu pratikte göstereceklerdir.
Tek tek ülkelerde hegemon olan ulusal kökenli tekelci kapitalizm, olguları 1980 lerde ortaya çıkan ve 20. Yüzyıl biterken küresel karakter kazanan kapitalizmin işleyişinde egemen olan başat yön artık tek tek ülkelerde egemen olan tekelci kapitalizm yerine sermayenin birleşik hareketinin yarattığı küresel çapta egemenlik aşamasına geçen, bazıların çok sevdiği deyimle “Neo liberalizmdir”. Bu aşamada kapitalist sermayenin tek tek ve birbirinden bağımsız hareketinden söz edilemez, sermayenin birleşik ve birlikte hareketi asıldır. 19. Ve 20. Yüzyılın “mutlak egemenleri” ulusal kökenli tekelci sermaye ya da sermaye grupları egemenlik haklarını sömürünün küresel çapta ikamesi adına küresel sermayeye devretmişlerdir. Küresel kapitalizmin sermaye hareketleri açısından sermayenin girift ve birleşik hareketidir. Bu olgu kapitalizmin işleyişinde yeni durumlar yaratmıştır. Yeni bir örgütlenme, yeni kurumlar, yeni stratejiler ortaya çıkmıştır. İnsan hakları, demokrasi gibi şaklabanlıklar, küresel kapitalizmin sömürü Anayasası maastricht sözleşmesinin çirkin yüzünü gizlemeye yarayan, kitleleri avutmaya yönelik kapitalizmin tipik kurnazlığıdır. İrdelemenin bu bölümünü bitirmeden ve gelecek sayıda devam etmek üzere hemen belirtelim ki, bu gün savaş beklentisi yaratan görünümün nedeni, ulus devlet bazında, yönetim ve bürokraside varlığını sürdüren ve küresel sermayenin taşeron duruma getirdiği ulusal kökenli tekelci burjuvazinin, küresel kapitalizme kaptırdığı egemenlik alanlarını korumaya yönelik son çırpınışıdır. Küresel kapitalizm kendi egemenlik alanlarını tartıştırmayacak kadar şişkin, saldırgan ve tahammülsüz bir hastadır.