Şuanda 124 konuk çevrimiçi
BugünBugün1285
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9009
Bu ayBu ay9009
ToplamToplam10477433
Ben bir Gandi komünist tanıdım... PDF Yazdır e-Posta
Vicdan Kayır tarafından yazıldı   
Pazar, 07 Kasım 2010 22:29


Paris sıcağında Komünist Mehmet Koç’u   ilk günkü ziyaretimde yazmak istedim.. O da yazmamı istedi.. Söz verdim.. Bir türlü devrim  yapamadı o sözcükler, dağıldı..… Bir komünistin direnişini  anlatmak ne güç …

   

Vefatını öğrendikten sonra ise kelimelerim parçalandı, dağıldı her bir yana…

O gün…Vefatından birkaç gün önceydi,  Paris’ten gelen telefondaki sıcak ses    komünist Mehmet Koç’un benimle   konuşmak istediğini söylemesi ile sohbetimiz  başlıyor..   

Başucundan ayrılmayan İbrahim’di (Yalçın) onun bu kez canlılığı… Yoldaş kelimesinin anlamını bu denli derin Paris, Almanya, İsveç  komünistlerini tanıyıncaya kadar hissetmemiştim… O  yoldaş gözbebeklerin sevgi çığlıklarında, birbirlerine  kenetlenip -çok fazla söze gerek kalmadan-   işkencelerde,  mahpuslarda, sürgünlerde  yaşanan çilelerin  , acıların aydınlık gözleriydi dillenen … ölüme sarılmayı an be an  bekleyen    bir komünistin yaşam öyküsünün eşiğinden içeri girivermiştim..

 

 Koç’un yastıkla inatlaşan kafası dikleşerek sevgi  ve  ayrılığın an ve an olacağının son bağlarını gözbebeklerinde …    sanki yarın hastaneden çıkacakmışçasına umut …

‘’Eve gideceğim”diyor…

 

İşte o vedasız telefondaki yorgun sesi ,  ‘Koç’un komünist çiftliğindeki okyanusu..’ başlıklı  yorumumdan çok başlığı beğendiğini söylüyor.. “ Nerden, bu başlık aklına geldi, ‘ komünist çiftliğindeki okyanus…’ işte bu beni anlatıyor..,’ diyor .

 

Elbette komünistin bu sözleri beni etkiliyor..iç acımı derinden hissederek ..onun direnişi ömrünü adadığı davasında  çarşafların örttüğü  etlerinin eridiği iskeleti ile Gandy’ e benzeyen o renkli yüz, hiçte kanser hastası gibi gelmiyor..Ruhunu   seyrediyorum saatlerce … Sanki  başını okumadığım bir komünist romanın son sayfalarının satır aralarında kendimi buluyorum..

 

AN DURMUŞTU  

Ne çok Gandi’ye benziyor, sureti , duruşu, ruhu…Gandi gibi çarşaf giysisinde..

Koyu kahve rengi gözleri, gür  siyah kaşları ve  traş edilmiş saçları  yüz hatlarını iyice ortaya çıkarıyor..   oysa kemoterapi  görenlerin saçları , kaşları dökülür .. kemoterapi gördüğü halde dökülmemişti… çünkü an durmuştu Komünist’in  odasında.. Hasta olan odaydı, sadece… on gün, on beş gün…. 29 gün mü, … günler onu hapsetmiyordu; ‘ her an gözlerini kapatacakken..    komünist mevsimleri taşıdığı hastane odasında irfan Dayıoğlu,  İbrahim Yalçın, Engin Erkiner, Nuray Bayındır, Cabir gibi dostları, kızları ve oğlu ile yaşıyordu… tüm mevsimlerin penceresinde dökülüyor anıları..

 

Komünist Koç   anı durdurmuştu; oysa bizim anlarımız ne kadar azdı.. on beş yıl mı kaldı yaşamımızda ya da yirmi..   ya da her an…yılları acımasızca tüketiyoruz.. bu yıllarda sevdiğimiz, sevdiklerimizle, dostlarımızla, çocuklarımızla kaç kez görüşeceğiz kaç kez…

 Koç  ise  dondurduğu anda   ömrünü paylaştığı 30 yıllık   yoldaşlarıyla  yaşıyordu uzunca ömürlük saatlerini…Cümleleri devirerek, devrim yapıyordu Koç Gandi… 

 

Koç’la sessiz sözcüklerin içinde gözlerimizin buluştuğu an  ellerimle kolluna sarılıyorum sımsıkı…Bazen dokunmak bin bir sözün anlamadığı buluşmayı sağlar…Biliyorum, hissediyorum o beni anlıyor, ben onunlayım cümlelerinin peşine düşmüş bir seyyah  …

 

O duygulu yazdığımı söylüyor…  ‘Duyguluuu …’ diyor.. bir komünist duygulu olmalıydı; barış, sevgi   özgürlüğün dallarıyla  dünyayı sarmalı…Duygu insan olmaktı..güzeli bulmaktı yolculuğun cümlelerin de…

İnsan aşkını yüreğinde taşımalıydı.. Hastane odasında başucundayım,  “ Bak unuttum bu anı kalmamalı dediğiniz  bir anınızı anlatır mısınız bana…duygularınızı  dışarıya fırlattığınız derin bir gün de  olabilir”  dememle…

Yurt dışına  kaçtığında sendikalı bir işçi ve komünist olarak, işçilere ve yargılanan solculara, zorluklar içinde yaşamak zorunda kalan yoldaşlarına ‘geri geleceğim, mücadelemizi birlikte yapacağız’ sözleri dökülüyor…

İşte o anda birkaç kez  dinamitlenen Ankara Belediyesi‘nin Sıhhiyedeki  Hitit Güneşi anıtının    öyküsünü dillendiriyor… Dönemin Belediye Başkanı Vedat Dolakay’ın umudunu yitirdiği heykeli  tekrar dikeceğini söylediği anlar..  Ve heykelin içine  kaynak makinesiyle    ‘ Mahir  Hüseyin  Ulaş, Kurtuluşa  Kadar Savaş’   sloganını yazdığını söylerken gözleri parlıyor… (1) Hitit Heykeli’nde  Koç’un ruhu yaşar kısaca…

 

Türkiye’deki sol katliamlardan, işkencelerden,  hapislerden kaçıp, mücadele etmek için Suriye’ye sığınan  nice komünistin yuvası olan bu çiftliğin öyküsünü dinliyorum…

 

1979-1983 yılına kadar FKÖ çiftliğinde onlarca solcuyla yaşam savaşı veriyor... (2) Suriye’de FKÖ çiftliğinde ailesiyle, yoldaşlarıyla yaşadığı mücadeleyi uzunca anlatıyor.

 

Koç’un yüreği okyanus… Devrimci mücadele ve Suriye’de açlıkla baş ederken,  yoldaşlarını, zor durumda olan nice solcuya açmış okyanusunu…Suriye’de mağdur durumda kalan solcular ‘Koç’un çiftliği’ diyerek  sığınmışlar, bir çoğu da ölümden kurtulmuş…

 

Yaşamda kaç kere kendimiz olabildik, kendimizi yaşadık… geçmişte onca yılla sığdırılan anları  zaman mı sandık…. İşte o birikimler, çınar ağacının toprağı saran derin köklerinden çıkan fidanların ağaçlığında gibiyim…

 

Hasta yatağında yüreksu  olmuş yoldaşları Koç’a… Soğukta ise dallarıyla sarmalıyorlar,  elleriyle besliyorlar, ilaçlarını zamanında veriyorlardı… Koç’un dondurduğu anlarını İbrahim   kayıt ediyor, kameraya çekiyordu …

Yoruluyor kelimeleri  ama o dinlenmek istemiyordu  çoğu kez…

 

-Sonra anlatırsınız, dediğimde, ‘ Bir unutamadığım anım daha var, onu mutlaka anlatmalıyım. Suriye’de bir ajan kadınla’ yaşadıklarımız, sonra mola veririz’ diyor.. (3)

Bir savaş filminde bir ajan kadının esir edilişini dinliyorum adeta…Ajan kadına Muhafızlık yapan Koç, öyle bir anlatıyor ki, kadın canlanıyor; çiftlikte hapis edildiğinde  yediği dayaklar, işkenceler çığlık atıyor sanki…Hele ki, üstünü başını yırtarak her gün yeni giysiler giymesi ve yırttığı bu giysilerden kendine kaçacak ip yaptığı anda yakalıyor Komünst Koç onu… Öyle hümanist  ki, bu ajan kadını izlerken, yiyecek gibi ihtiyaçlarını karşılıyor, kaçma girişimlerini de örgütten saklıyor,   kadının ölesiye dayak yemesinden kurtarıyor..

O   örgütünün Gandi’si…

Çocukları    Hüseyin ,    Gülseren,     Gülay  ile tanışıyorum..  Gülseren boynundaki mavi fuları boynuma sarıyor..  İşte bu fular Koç’un çiftliğinde çocuklarıyla , yoldaşlarıyla  kanaviçe gibi işledikleri  yaşamının bir simgesi oluveriyor..

İbrahim Yalçın yemek saati  geldiğinde   yoldaşı örgütün isimsiz kahramanı dediği Mehmet Koç’un başına dikiliyor..

-Yoldaş olmazzzz  yoğurdunu yememişsin.. Meyve suyunu..

-Bebek miyim? Dercesine gülen gözbebeklerinin içine giren İbrahim ise kaşıkla yemeğini yediriyor.. Esprisiz anı da hiç yok..

 Gövdesi  erimeye başlayan dev bir çınarın  dalları sarıyor her bir yana .. ANI  yoldaşlarıyla dondurmuştu Gandy Koç… hayatının kitaplaştırılmasında öncelikle yer alan örgüt, sendika, sürgün hapis, işkence…. Dair     aklına gelenleri sıralıyordu..

-yoldaş sunu unutmayın, bunu unutmayın

-mollaaa

 

 -Özellikle  yaşamının anlatılacağı  kitabında bir ismin geçmemesi konusunda söz istiyor..

‘Anılarımda o ismi yazmayın, kirletmeyin ‘ diyerek…

Dinlenmeye zaman yok elbet, bu nedenle sığıştırmaya çalışıyor her cümlesinin kalabalığında..  

Son görüşmemizden sonra Türkiye’ye döndüğümde o telefon son vedaymış… Anma törenine katılamadım…

Engin Erkiner, İbrahim Yalçın, İrfan Dayıoğlu, Nuray Bayındı, Cabir, Anjel  Dikme’nin katıldığı  ‘Koç’u anma ‘ töreninin tarihini doğrusu unutmuştum.. Bir gece  telefonla dostlara merhaba  demek için aradığımda ,  Anma Töreni’nin içinde buluyorum kendimi…Sevgili Nuray dost, gecede Koç’u andıklarını ve adımın geçtiğini söz ederlerken, telefonun ‘ışık hızıyla’ gelmesinin şaşkınlığını yaşıyoruz..

 Okyanusun içinde bir saman çöpü gibi kalıvermenin sevinci gözlerimi dolduruyor..

 Bir dahaki anma töreninde kesinlikle Koç’un  ruhuna ışık sözlerin verildiğine tanıklık edeceğim…

Ne çok Gandy’e benziyordu o dik duruşu, yüzü her şeyi ile… O örgütünün Gandy’si..

 

Yoldaşları umut ışığıydı Koç’un..

Gözler ayrıldığında ise donuyor gözbebekler!..

Komünistin yaşam öyküsünün canlı tanığım…

 Üstelik romanlara  konu olacak  bir yaşam öyküsünü okuyacağım günü ise sabırsızlıkla bekliyorum..

Hiç ölmeyecekmiş gibiydi… öyle ki, hastane kapısından çıktığımız bir gün İbrahim kamerasını unutmuş geri döndüğünde ‘ölmüş Koç’ dediğinde  donuverdiğimiz o an … Paris sıcağında üşüdük… Onun çarşaflara sarılı  eriyen vücudunu görüvermişti… Etlerin terk ettiği iskeletiyle oturmasına tanık olduğundan  özellikle yoldaşsız –yalnız-kaldığında sarı renge dönen ölüm yüzünü görmüştü İbrahim.. Gece  de kalmak istiyordu…

 

Hastane odasında nice sohbetler… her gün uğruyorduk… İbrahim beni sıkça yalnız bırakıyordu Koç ile…

Her defasında ‘duygulu yazıyorsun’ diyordu Koç…  Onların yaşamından ayrı yaşayan bendenizin  sorularıyla duyguları soyunuveriyordu… Duygu derinliğinde ..

Okyanusun içindeki fırtınaları, bereketleri dillendirirken hani benim de kalemimden katkı istemesi mutluluk veriyor…    

Yoldaşları kameraya alıyor, fotoğraflıyor… sesinin çığlığının her notası… yaşanmışlıklarının içinde çilelerin ördüğü nice acıların örtüsünde, paylaşımın, dayanışmanın, örgütlenmenin yaşandığı bir komünist çiftlikte  öykülerin uğrayacağı bir adres …   

 

O okyanus çiftliğinde bir komünistti…

İyi ki seni tanıdım Gandi Mehmet Koç …

 

Yıldızlar  aydınlatsın toprağını, mavi yorganın olsun, çiçekler yeni komünist memedlerin habercisi olsun..

(1) İbrahim Yalçın - Mehmet Koç; sosyalist mücadelenin aydınlık yüzü (3)

(2) İbrahim Yalçın - Mehmet Koç; sosyalist mücadelenin aydınlık yüzü (1)

(3) İbrahim Yalçın - Mehmet Koç; sosyalist mücadelenin aydınlık yüzü (1)

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 08 Kasım 2010 05:18