Şuanda 294 konuk çevrimiçi
BugünBugün1389
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9113
Bu ayBu ay9113
ToplamToplam10477537
hapishane günlüğü (6): adalet bakanı cezaevinde PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Pazar, 14 Kasım 2010 19:59


(Adalet Bakanı Mehmet CAN ceza evinde)

Isparta ceza evi müdürü Enver BOLAT, 35-40 yaşları arasında  uzun boylu, kendisine göre kuralları olduğunu söyleyen ve sadece devrimcilerden değil, solcu olduğundan şüphelendiği herkesten ve her şeyden nefret eden bir tip’ti. Bizlere karşı tavrını gizleme gereği bile duymuyordu. Her seferinde bir yolunu bulup bizi disiplin cezasına çarptırmak için çırpınıp durduğu her halinden belli oluyordu.

Tarihini tam olarak hatırlamadığım bir bayram günü, Bütün mahkum ve tutukluların sinema salonundan toplanmaları için anons yapıldı. Bayramın birinci günü olması vesilesiyle, ceza evi  infaz savcısı, müdür ve gardiyanlarla bayramlaşacaktık. Tüm mahkumlar bir arada sinema salonundaydık. Savcı ve müdür baş taraftan, mahkumlarla tokalaşarak bize kadar geldiler.  Müdür ilk olarak elini bana uzattı. Elimi vermedim ve mahkumların duyabilecekleri bir şekilde yüksek sesle, ‘’Bu ceza evinde mahkumlara kötü muamele yapılıyor, en temel insani talepleri bile yerine getirilmiyor ‘’ vb, içerde yapılan bu haksızlıklardan dolayı sizi protesto ediyor ve bayramlaşmıyoruz dedim.

Bu konuşmadan sonra müdür, savcı ve gardiyanlar toplu bir şekilde ve hızla, bizim bulunduğumuz yerden uzaklaşarak diğer mahkumlarla tokalaşarak salonu terk ettiler.

Hemen ardından ve aynı gün ‘’hücre’’ye alındım ve doğrudan ‘’açlık grevi’’ne başladım. Gardiyanlar, açlık grevinin ne demek olduğunu bilmedikleri için, içlerinden bazıları, aç kaldığım için üzüldüklerini ve evde yemek yiyemediklerini söyleyerek, koğuştaki, Engin ve Ali’ye, benim yemek yememi söylemeleri için ricada(!) bulunduklarını daha sonra öğrendim.

ADALET BAKANI MEHMET CAN ISPARTA CEZA EVİ’NDE...

Ecevit hükümetinin çiçeği burnunda Adalet bakanı, göreve başladıktan hemen sonra ceza evlerini ziyarete başlamış ve ilk olarak İstanbul Sağmalcıları ziyaret etmişti. Birkaç gün sonra’da Isparta ceza evine geldi.(1978 nisan-mayıs)

Ceza evinde olağanüstü bir hareketlilik yaşanıyordu. Müdür ve gardiyanlar özellikle, siyasi tutuklu olarak bizlerin ne yapacağı konusunda tedirgin olduklarından, tavırlarıyla bize sempatik görünmeye çalışıyorlar son derece yumuşak bir üslupla adeta kırıtarak bizlerle konuşmaya, nabzımızı yoklamaya çalışıyorlardı. Bakan Mehmet Can’ın geldiği ve bizlerle konuşmak sorunlarımızı dinlemek için Sinema salonunda toplanmak üzere hazır olmamız istendiği zaman, nasıl davranacağımızı önceden kararlaştırdığımız için hazırlıklıydık.

Bakan, Mehmet CAN  bir grup gazeteci eşliğinde , Isparta cumhuriyet savcıları ve ceza evi müdürü’yle birlikte salona girdiler.

Ceza evi infaz savcısı, Adalet bakanı Mehmet Can’ın kısa konuşması ardından söz alarak ‘’içinizde bir arkadaşınız hepinizi temsilen, bakan bey’e sorunlarınız varsa eğer,  kısaca anlatabilir arkadaşlar’’ dedi. 

Elimi havaya kaldırarak, ‘’evet sorunlarımız var ve ben anlatacağım’’dedim. Bakan’ın, içerde hangi nedenle yattığımı öğrenmesi üzerine, ‘’buyur evladım, ama lütfen kısa ve öz olarak anlat, gitmemiz gerek randevularımız var’’ demesine aldırmadan. Yüksek sesle konuşmaya başladım. Ben konuştukça müdür ve savcılar geri geri çekiliyor ve bakan’dan uzaklaşıyorlardı. Gazeteciler sürekli fotoğraf çekiyor, bakan’dan çık çıkmıyordu. Arada bir ‘’tamam evladım ilgileneceğim’’ dediği zaman ben sesimi biraz daha yükselterek, ‘’biz politikacıların nasıl ilgileneceklerini çok iyi biliriz, bu söylediklerimizden bir tanesi yerine getirilmesin, biz burada bütün gazetecilerin önünde açık açık söylüyoruz ki, bu savcı,bu müdür ve bu gardiyanları bugünden itibaren her an öldürebiliriz ve bundan da sorumlu olmayız, bunun sorumlusu siz olursunuz’’ dedim. Ceza evinde ayrımcılık yapıldığını, işkence edildiğini, içeriye idare tarafından uyuşturucu sokulduğunu, Ceza evi infaz savcısının bütün bunlara göz yumduğunu, bu ceza evinde tam bir Mafia pazarı hakim kılınmış olup mahkumların insan yerine konulmadıklarını anlattım. Çocuklara yapılan muameleleri anlattım. Bir ara Bakan, geriye dönerek ‘’Müdür bey nerede müdür’’ diye bakınırken, Müdür beyin arkalarda bir yerde sinmiş bir şekilde konuşmaları dinlediğini görerek yanına gittim ve kolunda tutarak Bakan’ın karşısına çıkarttım ve ‘’kaçıyor, gizlenmeye çalışıyor efendim’’dedim.

Çok kısa kalacağını söyleyen Bakan, içerde iki saate yakın bir süre kalmak zorunda kaldı ve gitmek için hamle bile yapamadı. Konuşmalar bittikten sonra, ‘’Şimdi gidiyorsunuz, sizden sonra bu kişiler ceza evi içersine girerlerse sorumluluk bize ait değildir haberiniz olsun’’ dedim.

Bakan, Mehmet CAN, hemen orada ve tüm mahkum ve gazetecilerin önünde Müdür, savcı ve sözünü ettiğimiz gardiyanları bir araya toplayarak, ‘’ benden yeni bir emir gelinceye kadar, ceza evi içersine girmenizi yasaklıyorum’’ dedi ve en kısa zamanda buraya bir müfettiş göndererek soruşturma yaptıracağı sözü vererek ceza evinden ayrıldı.

Kadınlar koğuşunu da ziyaret etmek için hamle yapan Bakan Can, İçeriye girer girmez Belma GÜRDİL ve Hilal ORKUNOGLU ile karşılaşıp şaşırıyor, ‘’Daha bir kaç gün önce siz Sağmalcılar’da değil miydiniz diyor ve ‘’ evladım az önce arkadaşlarınızdan sorunlarınızı dinledim gereğini yapacağım’’ diyor ve ayrılıyor.

Bu olaydan sonra, Ceza evi’ndeki ağırlığımız iyice tescil edilmiş oldu ve tüm tutuklu ve hükümlülerin saygı ve sempatisini kazanarak, önerdiğimiz her şeyi kabul edip onaylatmaya başladık.

CEZA EVİNE BAKANLIK MÜFETTİŞLERİ GELİYOR...

Adalet Bakanı Mehmet Can’ın ceza evinden ayrılmasından 4 gün sonra,’’İbrahim YALÇIN kapı altına..’’ diye bir anons yapıldı. Beni doğrudan infaz savcısının odasına aldılar. İçerde savcı yoktu ve Ankara’dan geldiklerini söyleyen, Bakanlık müfettişi üç kişi vardı. Buyur ettiler oturdum. Bakanı çok etkilemiş olmamdan dolayı üçü de beni tebrik ettiler.

Ceza evindeki sorunları anlattım. Tek tek ne söylediysem rapor ettiler ve içerdeki mahkumlardan istediğim kişinin ismini vermemi ve onları da dinleyeceklerini söylediler. Verdim.

Müfettişlerin ceza evinden ayrılmasından on gün kadar sonra, Isparta cumhuriyet baş savcısı başta olmak üzere, ceza evi infaz savcısı, müdür ve 7 tane gardiyan Isparta’dan SÜRGÜN edildi.

Müdür Enver BOLAT, Malatya ceza evine gönderildi.

Ceza evi infaz savcısı, beni odasına çağırdı, ‘’ beni de sürgüne gönderdin ama evladım ben ne yaptım ki, dedikten sonra, olan oldu artık ama bakan beyle çok iyi konuştun’’ dedi. Kendisine, ‘’biz bu ceza evine ilk geldiğimiz zaman müşahadiye’ye girerek bu ceza evinin bir raconu var uyacaksınız demedin mi? Her hafta koğuşumuza gelerek, konuşan ve ben gün sabah akşam allah allah diye gezerim, isterseniz beni öldürün’’ diyen sen değil miydin dedim. Hiç sesini çıkartmadı.

CUMHURİYET BAŞ SAVCILIGINA GÖNDERİLEN İHBAR(!) MEKTUBU...

Güvenlik gerekçesiyle davamız, İstanbul’dan Isparta’ya alınmıştı. Biz İstanbul’da yargılanmak istiyorduk. İstanbul, firar edebilmemiz için daha uygundu. Davamızı Isparta’dan kaldırmak için sahte bir ihbar mektubu yazmanın iyi olacağını düşündüm. Fikir benden, daktiloyla yazmak Engin’den…  Isparta’daki faşistlerin ağzından bir ihbar mektubu yazıldı.  ‘’ Acilci komünistler mahkemeye çıktıklarında öldürülecekler, tüm hazırlıklar yapıldı’’ diye yazıp, güya bu ihbar mektubunu da, bizleri öldürmeye hazırlanan grup içersinde bir kişinin sızdırdığı imajını verdik.

Mektubu ziyaretime gelen İsmet ağabeyime verdim. İçeriği hakkında bir şey söylemedim ve sadece bu mektubu postaya at dedim.

Cumhuriyet başsavcılığına gönderdiğimiz mektup yerine ulaşır ulaşmaz, cumhuriyet savcısı doğru ceza evine, koğuşumuza geldi. İhbar mektubundan bahsetmedi ama biz anlamıştık. Bizleri sakinleştirmeye çalışıyor. ‘’Yakında mahkemeye çıkacaksınız, hiç merak etmeyin bütün güvenliğiniz alınacaktır’’ vb sözler ediyordu. Biz kendisine, ‘’bizim güvenlik diye bir kaygımızın olmadığını, son derece rahat olduğumuzu’’ söyleyerek hiç bir şeyden haberimiz yokmuş gibi davrandık.

ISPARTA’DA  MAHKEMEYE ÇIKIŞIMIZ VE ÖRGÜT BAYRAĞININ AÇILMASI...

Mahkeme günü gelip çatmıştı. Yerel gazeteler, birkaç gün önceden mahkemeye çıkacağımız günü ve saati’’ Acilci komünistler..’’ başlığıyla veriyordu. Burası, zaten küçük bir  şehir olduğundan, insanlar ister istemez merak etmeye başlarlar. Kim bu komünistler? Nasıl insanlar?

Mahkeme günü, okullar ve devlet dairelerinin boşaldığı, halkın mahkeme salonu çevresinde toplandığını hayretler içersinde  gördük. İnanamadık.  Bina çevresi tam bir miting alanı gibiydi. 10-15 bin kişiden bahsediliyordu.

Yazıp yolladığımız ‘’ihbar mektubu’’ etkisini göstermişti. Ceza evi çıkışından Mahkeme binasına gelinceye kadar, geçtiğimiz yol trafiğe kapatılmış ve yol boyunca sağlı sollu 50 şer metre arayla silahlı askerler yerleştirilmişti.

Yalnız mektup ters etki yapmış, mahkememizi kaldırmak yerine inanılmaz tedbirler almışlardı.

Mahkeme binası çevresindeki evlerin çatılarına çelik yelekli nişancılar nöbet tutuyor, Genel kurmayın olduğu söylenen bir kamera ekip’i karşı binanın çatısında, mahkemeye giriş çıkışlarımızı filme alıyordu.

Mahkeme bu atmosfer içersinde başladı. Mahkeme katibi iddianameyi okurken adeta titriyor ve sürekli yanlış okuyordu. THKP-C (Halkın devrimci öncüleri) Acilciler derken, Halkın devrimci öncüleri yerine Halkın devrimci ÖCÜLERİ olarak okuduğu için Ali ve Engin tarafından uyarıldı.

Muharrem Kaya, Afyon kapalı ceza evinde olduğu için mahkemeye getirilmemişti. Mahkeme salonunda, Engin, Ali, Ben, Mihrac, Belma Gürdil ve Hilal Orkunoğlu vardık. Engin ve Ali siyasi savunma yapıyor. Ben, Mihrac, Belma ve Hilal örgütle alakamız yok diyerek tahliyelerimizi istiyorduk. Mahkemenin biteceğine yakın Ali Sönmez, daha önce içerde hazırladığımız üzerinde örgüt amblemi olan bayragı beline sararak getirmişti ve birden belinde çıkarttığı bayrağı bir ucundan Engin, bir ucundan da kendisi tutmak kaydıyla havalandırdılar. Mahkeme başkası bir süre şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaksızın baktıktan sonra, tamam, gördük indirin artık şu bayrağı demesine rağmen bir süre bayrak Ali’nin elinde kalmaya devam etti. Bu sırada gazeteciler sürekli resim çekiyorlardı ve sanırım gazetecilerin birisinin ayağı bir sandalyeye dolaştığı için sandalye yere düştü ve bir ses çıktı. Bu sırada yerlerinde tetikte bekleyen mahkeme heyetinden savcı birden korktu ve kaçmak için ayağa fırladı. Sesin nerede geldiği anlaşıldığında da bozuntuya vermemek için bir süre ayakta oyalanan savcı tekrar yerine oturdu ama, çok korktuğu gün gibi aşikardı. İlk mahkeme bu şekilde sona ermiş mahkeme salonundan ayrılmıştık. Salondan çıkar çıkmaz, o zamana kadar sesini hiç çıkartmayan Mihrac slogan atalım arkadaşlar diye bağırarak bir taraftan slogan atıyor, ama öbür yandan da slogan atan bizlerin arasında yüzünü saklamaya çalışıyordu. İçerde, biz sormadan kendisi, tahliye olacağım için hakimlerin görmemesi için yüzümü kapattım diye açıklama yaptı. Zaten kimse de bir şey sormamıştı ki...

ISPARTA BELEDİYE İŞÇİLERİNİN GREVİ VE ŞEHİRDE PATLAYAN BOMBALAR...

Biz içerdeydik ama, şehirde herkes bizden bahsediyormuş. Tanımadığımız insanlar ziyaretimize gelmeye başladı. Özellikle gazetelerde ismi BOMBACI LEYLA olarak yazılıp çizilen Belma GÜRDİL’in her gün ziyaretine gelen insanlar olduğunu haber alıyorduk. Mahkeme günlerinde, içerde, kadınlar koğuşundan, Belma ve Hilal vasıtasıyla bana aşk mektubu(!) göndermek isteyen kimi kadınları ‘’ o evli’’ diye Belma engelliyormuş. Kadınlar koğuşu ile bizim koğuş bitişikti. Havalandırma duvarımız da bitişikti. Öbür taraftan bize aşk mektubu atan ve karşılık görmediği için havalandırmada bizi taşlayan kadınlar(!) bile vardı. Kadınlar koğuşundaki istihbaratı(!) Belma ve Hilal’den alırdık. İçlerinden bir tanesinin, gazetelerden çıkan resimlerimizi baş ucuna astığını ve her gün benim resmime bakarak ‘’ah ulan kıvırcık’’(!) dediğini, Belma bana gülerek anlatırdı.

Şaka bir yana bayağı meşhur olmuştuk..

Isparta belediye çalışanları bu sırada greve gitti. Toplu sözleşme görüşmeleri tıkanmış, işçiler işi bırakmıştı. Bir süre sonra şehirde yaygın hastalığın baş gösterebileceği bile söyleniyordu. Her taraf, tüm sokaklar pislik içersinde..

Çözüm için uzlaşmaya yanaşmayan(!) sendika başkanı tutuklandı ve bizim koğuşa getirildi. Orta yaşlarda hoş sohbet şakacı bir insandı. ‘’ iyi ki tutukladılar, sizi merak edip duruyordum, sizi tanıdığıma sevindim’’ diyordu. Espri de olsa söylediklerinde doğruluk payı da vardı. Tutuklanması umurunda bile değildi. Sonuna kadar direnmekten bahsediyordu.  Ne yapabileceğimizi konuştuk. İşçilerin istediği hakları alabilmeleri için belediye’ye baskı yapmalıydık. Grev uzadıkça, ‘’Ülkü ocakları derneği’’nden, gruplar halinde sokaklarda çöp toplanmaya başlanmıştı. Grev’in etkisizleştirileceği ve taleplerin kabul edilmeyeceği riski artıyordu.

Çöp bidonları içersine saatli bomba koyarak, faşistlerin çöp toplamaya çıktıkları saatlerde, birkaç yerde birden patlama olduğunda  korkacaklarına ve bu işi bırakacaklarına karar verdik. Başkan, bu fikri çok tuttu.

Isparta ve çevresinde örgütlü olmadığımız için, Antalya’dan KURTULUŞ’çulara haber yollandı ve bu işi yapabilecekleri haberi alındı. Sanıyorum üç ayrı yerde ve üç ayrı çöp bidonundan aynı anda patlama oldu ve bundan böyle hiç kimse çöp toplayarak grev kırıcılığına soyunamadı.

Şehirde herkes, bu işi bizim yaptığımızı biliyordu. Başkan’ın, bizim koğuşta daha fazla kalması sakıncasının(!) farkına varan mahkeme, bir kaç gün sonra, Başkanı tahliye etmek zorunda kaldı. Bir süre sonra’da grev, işçilerin talepleri karşılanarak sona erdi.

(7.bölüm.Firar girişimi, isyan ve sürgün’le devam edecek)