Şuanda 113 konuk çevrimiçi
BugünBugün1640
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7612
Bu ayBu ay41349
ToplamToplam10157904
Rehine kimin umurunda? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 01 Nisan 2015 12:48


Sürekli olarak kendi kendime, “bu ülkede neden bu kadar çok aptal var?” diye sorarım. Sadece sıradan insanlarda değil solcusunda da sağcısında da o kadar çok aptal var ki…

Yıllar önce Aziz Nesin, “halkın yüzde 60’ı aptaldır” tespiti yaptığında sert eleştirilmişti. Bir süre sonra onu eleştirenler görüş değiştirdiler ve “oranı az verdiği için” eleştirdiler!

Geçenlerde İlber Ortaylı yerinde bir saptama yaparak, “Türklerin öğrenmediklerini” söyledi. Geçmişten örnekler verdi ve “800 yıldır bir şey değişmemiş” dedi. “Türklerin derinlikle ilgisi yoktur” diye de ekledi.

Kültürel olarak bakıldığında ülke çok kötü durumda ve bu yıkıntıdan kurtulmak hiç kolay olmayacak…

Bu durum her yerde kendisini gösteriyor.

Kendime göre bir yöntem buldum ve facebook solcularıyla uğraşmıyorum. En fazla, “git başka yerde öt” deyip vur kıçına tekmeyi gönder…

Ne düşündüğü hiç önemli değil… Bu gibilerin kendilerine ait düşüncesi de yoktur. Sürekli birkaç cümlelik alıntılar yaparlar ve bununla da dünyayı açıkladıklarını sanırlar. Filanca tanınmış kişi şöyle düşünürmüş, falancası böyle düşünürmüş ve barut bu kadardır…

“Sen ne düşünüyorsun” diye sorarsan, “bak bunu hiç düşünmemiştim” diye cevap verebilir.

Bu devlet rehineyi ciddiye almaz ve kendisine karşı olanı öldürür.

Bunu düşünmek bu kadar zor mudur? Bunun kaç tane örneği bulunuyor.

1970 yılında Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir ev değiştirirlerken tanınıp sıkıştırılınca bir eve girip bir çocuğu rehin alırlar (Sibel Erkan). Yapılan operasyonda Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan sanılarak yanlışlıkla öldürülür.

Kızıldere’de üç İngiliz teknisyen rehindi ve ilk olarak Mahir Çayan vurularak öldürülecektir. Teknisyenler de ölecektir ve zaten hayatları da devletin umrunda değildir.

1976’da Malatya Beylerderesi’nde üstelik rehin alınan kimse de yok iken İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş helikopter de kullanılarak öldürülür.

Daha çok sayıda örnek verilebilir.

Çağlayan adliyesi eylemine girenler sağ kalmayacaklarını mutlaka biliyorlardı. Yaşanmış bu kadar örnek var, bilmiyor olmaları mümkün değildir. Devletin rehine savcının hayatını umursamayacağını da mutlaka biliyor olmaları gerekir.

Bu noktada aptalca bir soru soruluyor: “Örgüt militanlarını neden ölüme göndermiş?”

Bu bir savaştır. Bu dönemde böyle bir eylemin yapılmasını uygun bulmayabilirsiniz, aşağıda açıklayacağım gibi ben de bulmuyorum. Savaşta birileri diğerlerini ölüme gönderebilir.

Çanakkale Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in “size ölmenizi emrediyorum” diyerek bir bölüğü tümden ölüme gönderdiğini bilmiyor musunuz?

Böyle konularda eleştiri en fazla insan kaybıyla ulaşılması hedeflenen amaç arasındaki orantısızlık temelinde yapılabilir. “Böyle bir amaç için bu kadar kaybı göze almak doğru değildir” denilebilir.

Unutmayalım ki, 80 bin kişinin çarpışamadan donarak ölümüne neden olan Enver Paşa bu ülkenin milli kahramanları arasındadır.

Başka bir orduda olsa böyle bir komutanı kurşuna dizerler!

Böyle tarihe sahip olan bir ülkede devletten başka türlü bir davranış beklemek, savaşta insanların hayatını kaybetmesini garip bulmak tuhaftır, gerçekten tuhaftır.

Eyleme gelince, 30 yıl önce yapılsaydı iyi bir eylemdi, diyebilirim.

Planlama, seçilen hedef, medyanın kullanılması gerçekten iyi; ama bu kadar…

Silahlı eylem aracılığıyla politik gerçekleri açıklayarak halkı bilinçlendirmek (silahlı propaganda) dünya çapında çoktan sona erdi. Silahlı propagandaya dayanan savaşın amacı suni dengeyi bozmaktır. Bu dengenin halkın düzene karşı tepkileriyle devletin baskısı arasında kurulmuş olduğu varsayılır. Savaşın ilk aşaması kentlerdedir ardından kırlara gidilecek ve devrim halk savaşıyla zafere ulaşacaktır.

Çok kısa bile anlatılmış olsa teoriyle pratik arasındaki gariplik gözlerden kaçmayacaktır.

Türkiye için bu teori –Latin Amerika’daki gerilla savaşlarının da güçlü etkisiyle- Mahir Çayan tarafından 45 yıl önce formüle edildi. Ve örgütler halk savaşını hala İstanbul’da veriyorlar. Kırsal alana gidemiyor, gittiğinde de tutunamıyor, ama “kırlar temel savaş alanıdır” diye savunmaya devam ediyor.

PKK’yi örnek göstermemenizi tavsiye ederim. Onların tarihsel geçmişiyle M. Çayan’ın görüşleri birçok noktada çakışmaz.

Bir kere siyasi gerçekleri açıklamak gibi bir sorunları yoktu. İnsanlar Kürttü, dilleri Kürtçeydi ve devlet bunu bile kabul etmiyordu.

Siyasi gerçek zaten açıktı, yapılması gereken devletin zoruna karşı durulabileceğini göstermekti.

HDP’nin yükseldiği bir ortamda silahlı eylemlerin yarar değil zarar getireceği düşüncesindeyim. Daha farklı bir ortamda düşünülebilir ama bugünkünde değil…

Bir grup insanın düşünceleri için ölümü göze alması ve gerektiğinde ölebilmesi, sahip oldukları düşüncelerin doğru olduğunu göstermez. Neden yanlış olduğunu anlatırsınız ve burada durursunuz.

Arabulucu olarak mutlaka önceden düşünülmüş olan CHP’li isimleri gündeme getiren, Suriye’de Esad’ı destekleyen, barış sürecine tümden karşı çıkan örgüt ile çok farklı yerlerdeyiz.

1960’lı ve 1970’li yıllarda yaşamadığımıza, değişik ülkelerde yaşanılan silahlı mücadele deneylerinin kimi başarılı kimi başarısız sonuçlarına ve teorileriyle yaptıklarının ne kadar uyum içinde bulunduğuna dikkat etmelerinde yarar vardır.