Şuanda 23 konuk çevrimiçi
BugünBugün417
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6389
Bu ayBu ay40126
ToplamToplam10156681
Hem kaybetmek hem kazanmak... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 26 Mayıs 2015 18:28


İkisi birlikte nasıl oluyor derseniz, anlatacağım, ama önce benim kuşağım 68’lileri de etkilemekle birlikte asıl olarak sonraki 78’lileri çok etkileyen psikolojik yıpranma üzerinde durmam gerekiyor.

Devrimci harekette çok sayıda insan için hayat 50 ya da bilemediniz 60 yaşlarında sona eriyor. Hayatın sona ermesinden kastım mutlaka artık yaşamıyor olmaları değil… Bu durumdaki arkadaşların sayısı da az değil… Sürekli stres içinde yaşamak, kendine kötü bakmak, uzun zaman kötü koşullar altında yaşamak zorunda kalmak gibi faktörler birleşince 50’li yaşlarında hayattan ayrılan arkadaşların sayısı da az olmadı maalesef…

Yaşıyorlarsa da gelecek için herhangi bir umutları ve projeleri bulunmuyor. Hayatta var olmanın dışında yapmak istedikleri bir şey kalmamış. Belki laf olarak vardır ama buna yönelik olarak ciddi girişimleri bulunmuyor. Umutları da yok, enerjileri de yok, olsa da başarabileceklerine inanmıyorlar.

Bu durumdaki arkadaşlarla karşılaştığımda aramızda hep aynı konuşma geçer: daha 60 yaşında bile olmayan bu arkadaşlara, “durun bakalım, daha önünüzde 15-20 yıl belki de fazlası var. Bu uzun bir zamandır. Bu zaman için projeleriniz, yapmak istedikleriniz yok mudur? Ne bu böyle, kendinizi bırakıvermişsiniz…”

Aldığım cevaplar da aşağı yukarı aynıdır: “Konuşması kolay… Sen psikolojik olarak fazla yıpranmamışsın. Gelecek için umutların var, projelerin var, bunların peşinde koşuyorsun. 65 yaşındasın ama biz senden daha yaşlıyız.”

Cevabı iyi anlaşabilmek için bu arkadaşların psikolojik olarak neden fazla yıprandıklarını düşünmek gerekir.

Hepimiz stresli bir hayat yaşadık, zor zamanlarımız oldu, bu arkadaşlardan bazıları benden daha fazla bu durumda bulunmuşlardır ama psikolojik olarak fazla yıpranmış olmanın nedeni bence farklıdır.

Yıllardır başarı yok… 12 Eylül’den bu yana 35 yıl geçti ve kazanılmış doğru dürüst başarı bulunmuyor. Yıllardır çabalıyorsunuz ama buna uygun düşen başarı bulunmuyor. Bu durum insanı psikolojik olarak gerçekten yıpratır.

Çabalayın, kötü durumlara düşün, zor şartlarda yaşayın ama başarı kazanın; psikolojiniz şimdikiyle karşılaştırılamayacak kadar sağlam olur.

Burada dönüp kendine sormak gerekir: sen başarı mı kazandım?

Hem hayır, hem evet…

Hayır çünkü silahlı mücadele hareketinde başarılı olamadım. Evet, kurucularından ve hayatta kalan tek kişisi olduğum örgütün adı hala hatırlanır, o örgüte adını veren broşür hala bilinir ama sonuçta bu alanda başarısızdım.

Sonra bir komünist partisi üyesi oldum. Partiye Avrupa’da çalışma anlayışını getiren kişi olarak bilinirim ama SSCB’nin dağılmasının ardından yenilen büyük darbe de gelince, dağılma uzun sürmedi.

Almanya’da göçmen hareketinin teorik konularında bilinen isimlerden birisiydim ama bu konudaki örgütlenme çabamız –başka arkadaşlar da aynısını yaşadılar- başarılı oldu denilemez.

Buralarda yaptığımız işler var. Bunların önemlilerinden bir tanesi Yazın gibi adı duyulan bir dergiyi 27 yıl yayımlayabilmek var.  Yine de sonuç olarak fazla başarı bulunmuyor denilebilir.

Başarı kişisel hayatta bulunuyor. Büyük isteklerimin önemli bölümünü yapabildim. Devrimci olurken sadece toplumsal değil, kişisel isteklerim de vardı. Bunları büyük oranda gerçekleştirdim.

1970’ten itibaren yaşanılan sol tarihin herhangi bir figürü olmadım.

İnsanın 25 yaşında yazdığı bir broşürün değerinin 35-40 yıl sonra da olsa kabul görmesi doğrusu insana haz veriyor.

Yüksek bir genel kültür düzeyine ulaşmayı, geniş bir alanda bilgi birikimine sahip olmayı isterdim. Bunun için –deyim yerindeyse- eşekler gibi çalıştım. Paramı sürekli kitaba yatırdım. Türkiye’de iken ODTÜ’yü bitirmiştim, Almanya’da bir üniversite daha bitirdim. İngilizceden sonra Almanca da öğrendim. Çok yazı ve 10 tane de kitap yazdım ve açıkçası iyi bir yazar olduğumu da biliyorum (bunu da hep isterdim). Yetmezmiş gibi şimdi de yine üniversitede felsefe okuyorum.

Sanırım bunlar başarısızlıkları epeyce kapatır. İki başarıyı daha eklemek gerek:

Altı yıl o zamanki adı Demokratik Sosyalizm Partisi olan şimdiki Sol Parti’de Frankfurt il yönetiminde bulunarak çalıştım. Burada çok şey öğrendim. İnsanın başka bir solun içinde önemli bir kent yönetimi düzeyinde bile bulunması bile çok öğretici oluyor.

İkinci başarıyı ise, 1970’in THKP-C’sinden sonra ikinci örgütümün, kurduğum örgütün geçmiş değerlendirmesini yapmak ve karanlık bir tipi ayıklamak oldu. Bu alanda hep birlikte büyük başarı kazandık. Sahip olduğum özgüvenin rakiplerimi fena şaşırttığını biliyorum ama Andre Malraux’nun “İnsanlık Durumu” romanında bu konuda güzel bir cümle vardır ve yaklaşık olarak şöyle yazar: hiçbir özgüven yoktur ki, büyük gerilimler ve zorluklar içinde kazanılmış olmasın…

Büyük çaba harcamadan ve bu çabada da görülebilir bazı sonuçlar almadan olmuyor.

Hiç bir şey beceremediysem, bu kadar denemez ama böyle diyeyim, kendimi iyi yetiştirdim.

Reel sosyalizmin tarihini öğrenmek için çok okudum, o konferanstan ötekine koştum ve kendimi tatmin edecek sonuçlara ulaşabildim. Öyle ya, bunca zaman çaba harcamışsınız ve bırakın kendi ülkenizi başta SSCB olmak üzere çok sayıda ülkede –Çin dahil- tarih bambaşka gelişmiş. Neden; bunun kendimi ikna edecek cevabını bulmadan rahat edemezdim. “Demokrasi yoktu”, “revizyonizm vardı” gibi cevaplar kendini ikna etmek için bulunmuş cevaplardır. Cevap bulmak istiyorsanız o tarihi ayrıntılı olarak öğrenmek zorundasınız ve bu da kolay değil.

İngilizce bilmeniz şart, politik teoriyi okuyabilecek kadar bilmeniz gerek üstelik…

Ek olarak Almanca da bilirseniz çok iyi olur çünkü bu dilde bu konuda çok yapıt bulunuyor. En başta Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde yazılanlar var.

Bu konuda 7-8 yıl yoğun olarak çalıştım diyebilirim. Politik bilim bölümünü bitirirken diploma tezimin konusu da “Bulgaristan’da sosyalizmden kapitalizme geçiş” idi. Şimdi bile aklıma gelince biraz ter basıyor. Ne kadar çok uğraştım…

Sonuçta bunlar başarıdır, öyle değil mi?

Öğrendiklerimi kaynaklar da vererek çok sayıda yazıya yansıttım, çok insanla tartıştım ya da öğrendiklerim sadece bende kalmadı.

Baştan beri solun insanın kendisi için de gerekli olduğuna inandım. Sadece halk için, sınıf için devrimcilik yapılmaz. İnsanın kendi amaçlarının da bulunması gerekir. İnsanın 30-40 yılda ciddi olarak gelişmiş olduğunu hissetmesi gerekir.

Fakir Baykurt’un cümlesiyle, “buzağı gelmiş, inek gidiyor” durumundan çıkmış olmanız gerekir.

Kolay değil, biliyorum. On yıl hapiste kalıp sigara paketinin üzerindeki yazıyı bile okumamış ya da 20 yıldır bulunduğu ülkede hala o ülkenin dilinde günlük gazete okuyamayan o kadar çok arkadaş var ki…

Zor ama başlamak için hiçbir zaman geç değildir.

Marifet hiç düşmemek değil (düşmez kalkmaz bir Allah, demişler), düşünce kalkmasını becermektir.

Toplumsal amaçlarla ilişkili kendi amaçlarınızın peşinde inatla koşmayı öğrenmek gerekir. Bunun için ise önce amaçlarınızın olması ve bunlara nasıl ulaşabileceğiniz konusunda az çok da olsa uygulanabilir bir planınızın bulunması gerekiyor.

Ne istediğinizi yaklaşık biliyorsanız ama bu istediğinize doğru nasıl ilerleyebileceğiniz konusunda –sonradan değişecek de olsa- somut planınız bulunmuyorsa, ne istediğiniz önemli değildir.

Hedeflediğiniz sonuca genellikle ulaşamazsınız. Bazen insan kendisini abartmış olur, çapı yetmeyebilir ya da önceden düşünülmemiş başka sorunlar çıkar. Ama bu durumda bile kesin bir şeyler yaparsınız.

Bu yaptığınızın da size çok iyi geleceğinden eminim…