Şuanda 41 konuk çevrimiçi
BugünBugün481
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6453
Bu ayBu ay40190
ToplamToplam10156745
AKP sivil darbe peşinde PDF Yazdır e-Posta


“Bugün Türkiye’de meşru olmayan bir hükümet eliyle uluslararası bir savaş yürütülüyor. Kürt hareketi bulunduğu meşru zeminini, geçici etkisi olan bazı eylemlere kurban etmemelidir. Konjonktürel olan ile olmayanı ayırt etmesini bilen Kürt hareketi, ne batı dünyasının Kürtlere verdiği desteği abartmalı, ne de ABD-Türkiye ilişkilerinin kalıcılığına inanmalıdır. İki yönlü abartmacılığa da prim vermemelidir.”

Türkiye bir gariplikler ülkesi olmaya devam ediyor. Öyle garip bir ülke ki, 55 gündür istifa etmiş bir hükümet ile yönetiliyor ve bu düşük hükümet ülkeyi savaşa sürüklemekte, savaş kararları almakta beis görmüyor. Türkiye’nin muhalif siyasi partileri ise bu duruma pek müdahil görülmüyorlar. Tek karşı çıkan HDP ise dört bir yandan kuşatılarak, üyeleri, yöneticileri göz altına alınarak susturulmaya çalışılıyor.

Yaşanan bir darbedir. Genel seçimlere dayalı çok partili, parlamentolu bir rejimde, seçim sonucunu tanımamak, yetkisi olmadığı halde iktidar erkini elinde tutmaya devam etmek, bunu da muhaliflerini polis şiddetiyle bastırarak, kitlesel gözaltılar yaparak garantiye almak, darbe unsurları sayılır.

7 Haziran genel seçimleriyle birlikte görevden düşen AKP hükümeti, yeni hükümet kurulmadığı veya kurdurulmadığı için hala görev yapıyor. 26 üyeli Bakanlar Kurulu’nun 12 üyesi milletvekili değil. Seçimlerin üzerinden 55 gün geçmesine rağmen müstafi hükümet göreve devam ediyor.

Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç ve Ali Babacan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, İçişleri Bakanı Sabahattin Öztürk, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Feridun Bilgin milletvekili olmadıkları halde hükümetteler.

Böylesi bir durumda hala yeni hükümet kurmamakta direnen AKP’ye karşı çıkılması gerekirken, CHP hala bir oyundan ibaret koalisyon görüşmeleri ile meşgul, MHP ise HDP’nin kapatılması için sözde yargıyı göreve çağırmaktadır. Bu düşük hükümet ABD ile anlaşma yapabiliyor, savaş kararı alabiliyor, barış sürecine son vererek içerde ve dışarda durmadan operasyon yapıyor. Sınırötesi hava akınları ile PKK kampları vuruluyor. ABD ile birlikte sözde IŞİD karşıtı koalisyona katılan AKP, dolaylı olarak kendisi ile müttefik olan Kürt güçlerine dünden daha çok saldırıyor.

İki polisin öldürülmesini bahane göstererek, Kürdistan’ın dağlarını, ovalarını bombalatan Erdoğan ve şürekası, geçmiş deneyimlerden pek ders almamışa benziyor.  30 yıldır Kürtler  direniyor, TC saldırıyor ama sonuç yok, savaşların kazananı olmuyor. Hele aynı coğrafya da birbiriyle komşu olanların birbirini boğazlaması ertesinde yeniden birbirine güven duymaları hayli zaman alacaktır. Oysa Türkiye’de 30 yıl sonra bir barış havası egemen olmuş, birlikte yaşama, özgür yaşama konusunda hayli mesafe alınmıştı. Ancak AKP devleti çözümü değil, kandırmayı, zaman kazanıp imhayı amaçlamıştır. Fırsat bulduğunda da sürecin bittiğini ilan ederek topyekün bir saldırıya girişmiştir.

Bakınız, Erdoğan Çin’e giderken kendince yapılması gerekenleri sıralıyor: “Ben açık ve net parti kapatılması olayını doğru bulmuyorum. Fakat bu partinin yöneticilerinin bunun bedelini ödemeleri gerekiyor. Bunları dokunulmazlık zırhından sıyırmak suretiyle, biz sırtımızı şuraya buraya dayıyoruz diyenler bu ifadelerin bedelini ödemelidirler. Biz gerçek kişileri muhatap almalıyız, tüzel kişilerle uğraşmanın anlamı yok. Parlamento gerekeni yapmalı, senin sırtını dayadığın terör örgütü mü, bunun bedelini ödeyeceksin."

28 Temmuz günkü grup toplantısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yanıt veren Demirtaş, konuşmasının devamında; “ne olursa olsun barış dilinden taviz vermeyeceğiz. Saldıracaklar. Aman bu tuzağa düşmeyelim. Tek başlarına iktidar olmalarının yolu HDP’nin tasfiyesinden geçiyor. Partileri halk açar halk kapatır. Dokunulmazlık mı diyorsunuz 80 milletvekili arkadaşımızla beraber dokunulmazlığımızın kaldırılması için TBMM’ye dilekçe vereceğiz. Siz var mısınız? Korkmuyorsanız sizin de dokunulmazlıklarınızı hep birlikte kaldıralım. Sizden korkan sizin gibi olsun. Azrail'in can dağıttığını nereden gördük?” diyerek Erdoğa’na da meclisteki diğer partilere de hodri meydan dedi.

Demirtaş devamla Erdoğan’a yüklendi; “Saraya bağlı gladyo örgütüyle kirli bir savaş yürütüyorlar. Bütün devletler kirli işler yapar,  ama bu devleti de kullanmıyor. Kendi özel örgütünü kullanıyor. İstihbarat MİT’in tutanaklarına değil doğrudan kendine akıyor. Ona bağlı yargı, medya troller var maaşla çalışan. HDP’ye karşı tezgah yapıyorlar.” Diyen Demirtaş, AKP devletinin Erdoğan eliyle sadece kendisine çalışan yeni bir  gladyo örgütlenmesi yarattığını söyledi.

“SURUÇ KATLİAMINI ÖZEL GLADYO ÖRGÜTÜ YAPTI”

Demirtaş konuşmasının ilerleyen bölümlerinde,“Bunun startı nerede verildi biliyor musunuz? Suruç katliamında. Suruç katliamını yapan bu özel gladyo örgütüydü. IŞİD’in içine sokulmuş kendilerine çalışan bir zavallı aracılığı ile Türkiye’nin pırıl pırıl evlatları katledildi.” Diyerek bugün ülkede başlatılan savaşın tek taraflı olarak bu özel gladyo eliyle yürütüldüğünün altını çizdi.

Nitekim geçtiğimiz günlerde bu özel gladyo eliyle hem dışarda hava saldırıları yapıldı,  hem de içerde Kürt Özgürlük Hareketine ve sosyalistlere yönelik gözaltı operasyonları başlatıldı.  Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyelerine ve devrimcilere yönelik başlatılan gözaltı operasyonlarında  34 ilde,   gözaltına alınanların sayısı 1000 kişiyi aştı. Devlet yetkilileri tarafından operasyona meşruiyet zemini kazandırmak için operasyonun IŞİD, DHKP-C ve PKK’ye yönelik olduğu belirtiliyor. Bu söylemlerle Kürt Özgürlük Hareketi ve devrimciler IŞİD canileriyle aynı kategoriye sokulmak isteniyor.

Bu gözaltılarda bir detay var ki, AKP’nin ve özel örgütü polis teşkilatının yüzünü açığa vuruyor. IŞİD üyesi oldukları gerekçesiyle göz altına alınanlara  kelepçe takılmaz ve senli benli olunurken, devrimciler, kürtler, emekçiler ise elleri arkadan kelepçelenerek, arabalarda başlayan işkencelerle, ölüm tehdikleriyle “IŞİD biziz” denilerek gözaltına alınıyor.

AKP, kaybettiği iktidarı yeniden ele geçirmek için kendince kontrollü bir savaş konsepti hayata geçiriyor. Ancak pratik sahada bu kontrolün elden çıkma ihtimali daha fazla. AKP’nin aklını yitirmiş şefi Türkiye’yi isteyerek, sırf kendi şahsi iktidarı uğruna bir bilinmeze sürüklemektedir. Türkiye Ortadoğu savaşı batağına düne kadar maşaları eliyle girmişti, şimde ise doğrudan ve birçok gücü bir anda karşısına alarak girmektedir.

Erdoğan, barışı yönetecek kapasiteden yoksun olduğu için, barış ve kardeşlik uğruna risk almayı göze alamadığı için, çareyi aslında daha da riskli olan savaşta aramaktadır.  Bilinmelidir ki,  her türlü savaş, yönetimde bulunanların hırsı ve açgözlülüğü, ahmaklığı ve vicdansızlığının sonucu ortaya çıkmıştır. İktidara bütün sorunları çözme vaadiyle gelenler, sorunlarla baş edemeyince, ülke insanının canları üzerinde adeta bahse girerek savaş çıkarırlar.

13 yıllık AKP iktidarının bizi getirdiği yer maalesef burası; insanların barış ve kardeşlik istemlerini bir zaaf gibi algılayan AKP devleti, sürekli yeni bir şeyler talep etmiş, ancak sıra bazı hakları vermeye gelince durumu idare etme siyaseti yürütmüştür. Peki Dolmabahçe’de Erdoğan’ın istemi ve onayıyla sağlanan mutabakat yine Erdoğan eliyle neden yok hükmünde sayıldı? Bizce başta Kobane zaferi olmak üzere, Kürt güçlerinin İŞİD cellatlarını yenilgiye uğratması ve bölgenin başat aktörlerinden biri haline gelmesi Erdoğan’ı yeni arayışlara itti.  İkincisi ise HDP lideri Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” söyleminin gerçekleşmesidir.

Bakınız Nuray Mert konuyla ilgili “Lanetli çözüm, ahmakların seferi” adlı yazısında durumu nasıl tarif ediyor; “O halde, biraz daha açık konuşalım; iktidar Batılı müttefiklerinin baskısının artması ve artık bahanesi kalmadığı için “IŞİD ile mücadele”ye girişti. Dahası, İran-Batı anlaşması sonrası, Batı dünyası ile bu kadar ayrı düşmenin faturasının yükseleceği anlaşılmaya başlandı. Belli ki bu gönülsüz hamle karşılığında, Batılı müttefiklerin, daha önce olduğu gibi Kürtlerin üzerine çullanmalarına, içeride otoriter rüzgârlar estirmelerine göz yumacağını, destek olacağını sanıyorlar. Öyle bile olsa (ki öylesi daha da acı ve utanç verici olur) bedel bu ülkenin çözülüşü olacak, hiç kuşkuları olmasın. En iyisi, hâlâ imkân varsa, çok geç olmadan bu yoldan dönmek.”

AKP’nin ortamı daha sertleştirici gözaltı operasyonlarını ve provokatif diline rağmen HDP bugüne kadar izlediği siyaset ile doğru bir tutum  almış bulunmaktadır. Dünün “seni başkan yaptırmayacağız” söylemi bugünün “size savaş yaptırmayacağız” söylemine dönüştü. Bizce de alınması gereken tutum budur. Siyasetin duygularla değil akılla yürütüldüğü ön kabul görüyorsa bazen kızılcık şerbetini içmeye razı olmalıyız.

Bugün Türkiye’de meşru olmayan bir hükümet eliyle uluslararası bir savaş yürütülüyor. Kürt hareketi bulunduğu meşru zeminini, geçici etkisi olan bazı eylemlere kurban etmemelidir. Konjonktürel olan ile olmayanı ayırt etmesini bilen Kürt hareketi, ne batı dünyasının Kürtlere verdiği desteği abartmalı, ne de ABD-Türkiye ilişkilerinin kalıcılığına inanmalıdır. İki yönlü abartmacılığa da prim vermemelidir.

Bugün 80 milletvekili ile mecliste yer almış ve Tayyibi başkan yaptırmamış olan HDP, her türlü kışkırtmaya ve saldırganlığa karşı demokratik siyasette ısrar etmelidir.  Yine Nuray Mert’in deyimiyle “Kısaca, çatışma ve savaş siyaseti kimse için çözüm olmayacak, bir adım ötesinde felaket olacak. İktidar partisi, belli ki içine düştüğü aczden çıkışın çaresini lanetli bir çözümde görüyor, ne Kürt hareketi ne muhalif çevreler, hiçbirimiz bu değirmene su taşımayalım. Her koşul altında, “ahmakların seferi”nden uzak durmanın, dahası bu seferi durdurmanın yollarını bulalım.” Diyebildiğimiz ölçüde, Tayyibin ve şürekasının heveslerini kursaklarında bırakabiliriz.

AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın akıl almaz çılgınlığı yurtdışı basınında konu olmaya devam ediyor.

Times: Türkiye'nin PKK hedeflerini vurması delilik

Türk devletinin PKK’ya yönelik sınır ötesi hava hareketini başlatmasının hemen ertesinde Times gazetesinde yer alan "Ateş çemberi" başlıklı yorum yazısında Türkiye'nin PKK'ya yönelik saldırılarının feci boyutta tehlikeli olduğu belirtiliyor ve "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hemen geri adım atmalı" deniyor.

Gazeteye göre Ankara bu düşmanlığı yeniden canlandırmak için daha kötü bir zaman seçemezdi.

İmzasız yorum yazısı şu satırlarla devam ediyor:

"Geçtiğimiz 18 ayda sahada IŞİD'e yönelik en etkili mücadeleyi veren, PKK'ya yakın Suriyeli Kürt güçleri YPG ve Erbil'den yönetilen peşmerge güçleri oldu. Kürt saflarını zayıflatmak sadece IŞİD'in kuzeyde ele geçirdiği yerleri genişletmesine ve gücünü pekiştirmesine, güneyde de Bağdat'a yaklaşmasına yardımcı olur. Bombardıman ayrıca Türkiye'deki Kürtlerle güvenlik güçleri arasındaki ufak boyutlu çatışmaları alevlendirip bunu kanlı ve korkunç bir cehenneme dönüştürebilir".

Gazetenin yorumu şu satırlarla son buluyor: "İki cephede süren bu müstehzi ve anlamsız savaş, Türkiye'nin şu ana kadarki en ağır yanılgısı olabilir. Yine de hala kıvılcımı söndürme şansı bulunabilir. PKK ile acele bir ateşkes ve müzakerelerin devamı ile, İmralı'yla sağlanmış olan geçici ateşkes kurtarılabilir".

Alman Die Welt gazetesinde Alfred Hckensberger tarafından "Türkiye Neden Şimdi IŞİD’e Saldırmaya Karar Verdi" başlıklı haber-yorumda Amerikan İstihbaratı CIA’nın elinde Ankara ile IŞİD arasında ticari bağlantıları ortaya çıkaran gizli dokümanların olduğu yer aldı.

Aynı haberde; “Ankara IŞİD’e karşı tutumunu neden şimdi değiştirdi? Bu U dönüşü nerden kaynaklanıyor? Türkiye iki yıl boyunca IŞİD militanlarına oysa göz yummuştu. Türk İstihbaratı IŞİD’e stratejik olarak yardım etmiş ve silahla IŞİD militanlarını beslemişti. Şimdi burada şu soru soruluyor? Neden Türkiye şimdi IŞİD’e saldırmaya karar verdi?” soruları sorularak cevabı da hemen aşağıda veriliyor;

"ANKARA’NIN IŞİD İLE DOĞRUDAN BAĞLANTILI OLDUĞUNA DAİR YÜZLERCE DOKÜMAN / KANIT VAR"

“Türk Dış politikasında IŞİD ile mücadele konusunda paradigma kayması, Türkiye’nin gönüllü olarak bu işe ‘evet’ demesi ile mümkün değil. Mayıs ayında Amerikan Özel Birlikler Suriye’nin doğusuna gizli bir operasyon düzenledi. Bu saldırıda IŞİD’in en önemli mali kaynaklarından biri olan yasa dışı gaz kaçakçılığında önemli rolü bulunan örgütün önemli liderlerinden Ebu Sayyaf Amerikan Birlikleri tarafından yapılan saldırıda çıkan çatışmada öldü. Ebu Sayyaf’ın eşi Ümmü Sayyaf’ın da IŞİD’in terör eylemlerinde önemli rol oynadı ve Amerikan askerleri tarafından yapılan operasyonda sağ olarak ele geçirildi. Bu sırada birçok doküman da ele geçirildi.”

IŞİD'LE ÇALIŞAN İŞADAMLARININ LİSTESİ ABD'NİN ELİNDE

Die Welt gazetesindeki haberin devamında  "Mayıs ayında yapılan operasyon ve Ebu Sayyaf’ın eşinin sağ olarak ele geçirilmesinin ardından IŞİD ile bağlantılı olan Türk işadamları, politikacıların tek tek isim listesi CIA’nin eline geçti." Denilerek Türkiye’nin IŞİD’e karşı operasyonlara, IŞİD ile Türk işadamlarının ve hükümetinin pis ilişkilerinin ortaya çıkmaması için mecbur edildiğini ima ediyor.

şimdi Türkiye’nin ani savaş kararının gerekçelerini biraz daha iyi anlıyoruz. Erdoğan içine girdiği psikoloji ile,  iktidarı elinden bırakmamakta direniyor. İktidardan düştüğü anda yolunun cezaevine çıkacağını da çok iyi biliyor. Bundan dolayı sürekli iktidarda kalmayı hedefliyor. Kendine göre 2023, 2071 planları yapıyor. Ancak HDP seçimlerde bütün bu planlarını bozduğu için, yasaları da çiğneyerek ülkeyi hükümetsiz bırakmayı da göze alarak bir kaos ortamı yaratıp, bu kaosun sorumluluğunu da PKK ve HDP’ye yıkarak gideceği bir erken seçimde yeniden AKP’nin tek başına iktidarını hedefliyor.

İşte tam da burada HDP’nin ve PKK’nın, KCK’nın bu savaş oyununa karşı takınacağı tutum belirleyici olacaktır. Geçtiğimiz günlerde HDP, HDK, DBP ve DTK eşbaşkanları ile İmralı Müzakere Heyeti, yaşanan gelişmelere ilişkin ortak bir açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye'nin “Tayyip Erdoğan'ın özel örgütünce yönetilen bir darbe ile karşı karşıya olduğu” belirtildi. Geçici hükümetin Türkiye'deki demokrasi güçlerini “savaş” tercihi yapmaya zorladığı vurgulanan açıklamada, ““Size savaş yaptırmayacağız!” denildi.

Bu anlayışla bütün devrimci-demokratik güçler HDP öncülüğünde ülkeyi savaş ve şiddet sarmalından çıkarmak için harekete geçmeli, AKP’nin dayattığı savaş seçeneğini bertaraf edecek demokratik siyaset egemen kılınmaya çalışılmalıdır. Dün nasıl  Erdoğan başkan yaptırılmadıysa, birleşik demokratik bir mücadele ile bugün de onlara savaş yaptırılmamalıdır.  AKP devleti ve onun özel örgütleri elbette demokratik güçleri de şiddet sarmalının içine çekerek  ülkeyi bir kaosa sürüklemek için ellerinden geleni yapacaklardır. Nitekim 7 Haziran seçimleri öncesinde de yüzlerce kez HDP’ye saldırılmış, bombalar patlatılmış olmasına karşı demokrasi güçlerinin sağduyulu ve vakur tutumu oyunları bozmuştur.  Günümüzde Türkiye’de savaş istemeyen önemli bir kitle temeli de bulunmaktadır. Milliyetçi söylemler artık tek başına gündem belirlemekten uzaktır. Yandaş medya ne derse desin Türkiye halklarının önemli bir kesimi barış ve kardeşlikten yana tutum belirleyecektir. Hem demokrasi güçleri hem de KCK, oynanmak istenen oyunları boşa çıkararak, olası bir erken seçimde Erdoğan ve şürekasını bir daha geri dönmemecesine tarihin çöplüğüne süpürebilirler.